09 Kasım 2024
Fuhuş, 19. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti tarafından görmezden gelinen, mahallelinin kendi içinde çözdüğü bir meseleydi. Ancak II. Abdülhamid döneminde fuhuşun resmî olarak düzenlenmesi ve meşru bir zemine oturtulması önemli bir değişimdi. Bu dönemde devletin fuhuşa karşı bu kadar pragmatik bir yaklaşım sergilemesinin ardında ne yatıyordu? Dahası, II. Abdülhamid'i takiben iktidara gelen İttihat ve Terakki'nin bu politikaları sürdürmesi nasıl değerlendirilmeli?
Akademisyen Burcu Belli'nin Fol Kitap’tan yayımlanan Osmanlı'da Fuhuş kitabı, Osmanlı modernleşmesinin en çetrefilli meselelerinden biri olan kayıtlı kadın fuhşuna odaklanarak, devletin modernleşme sancılarının kadın bedeni üzerinden nasıl tezahür ettiğini ortaya koyuyor. Kitap, Osmanlı Devleti'nin fuhşu düzenleme çabalarının ardındaki toplumsal, ekonomik ve politik motivasyonları analiz ederken, ataerkil yapının kadın üzerindeki etkilerini anlatıyor. "Fuhuş yapan kadınlar devletin gözünde yok gibiydi. Ancak, 19. yüzyılın ikinci yarısında devlet, sağlık gerekçesiyle bu kadınların varlığını kabul etmek zorunda kaldı ve kayıt altına almaya başladı" diyen Belli, sürecin, devletin modernleşme çabalarının bir parçası olarak kadın bedenini nasıl kontrol etmeye çalıştığını vurguluyor.
Osmanlı'da Fuhuş, tarihin gölgede kalmış bir yönünü açığa çıkararak okuyucuları yeni düşünce patikalarına davet ediyor. Burcu Belli ile fahişelik yapan kadınların Osmanlı Devleti tarafından nasıl "özne" haline getirildiğini ve bu sürecin ardındaki politikaları konuştuk.
- Osmanlı hukukunda fuhuşun yeri nedir?
Osmanlı hukukunda fuhuştan ziyade zina vurgusu yapılıyor, fuhuş zinanın bir alt basamağı, her fuhuş bir zina ama elbette her zina bir fuhuş değil. Teorik olarak İslam hukukunda, fuhuş yapanlar şayet evliyse öldürülmeleri gerekli, bunun sayısı çok düşük hele ki recm, Osmanlı Devleti’nde şu anda bildiğimiz kadarıyla yalnızca bir defa uygulandı, Hipodrom olayı da denilen bu cezalandırma biçimi halk tarafından büyük bir endişe ile karşılandı, sonrasında bir daha uygulandığına dair bir belge görmüyoruz. Osmanlı Devleti’nin pratikte yani uygulamada kullandığı hukuku aslında kanunnamelerdir, kanunnameler padişahların hazırladığı (hazırlattığı) kanunlardır, Kanuni’nin adı da aslında buradan gelir, bu kanunnamelere göre fuhuş yapan kişiler yıllık gelirinin bir kısmını ceza olarak ödüyorlar, burada kadınlara yönelik bir istisna var, genellikle kadınlar çalıştıkları yerlerden bir süreliğine sürülüyordu. Erkeklere ise böyle bir uygulama çok fazla dayatılmadığını biliyoruz.
- 19. yüzyıl sonlarında çok eşliliğin azalması ve fuhuşun artması arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Modernleşme sürecinin getirdiği yeni toplumsal dinamikler, erkeklerin cinsel hayatlarında nasıl bir dönüşüme yol açtı?
Osmanlı Devleti’nde çok eşlilik hiçbir zaman yaygın bir durum değildi, Osmanlılar kayıt tutma geleneğinden uzak kişilerdi bu kayıtlar çoğunlukla yabancı ya da misafir seyyahlar, bürokratlar veya tüccarlar tarafından tutuldu. Onların oryantalist yaklaşımı kayıtlarında hemen hissedilir, ailedeki tüm kadınları evin erkeğinin eşi olarak yazmak yanlış bir değerlendirme çok yaygındır mesela. O evde erkeğin kardeşi, baldızı, yeğeni falan da yaşayabilir. Çoğu metnin Osmanlı’ya hiç gelmeyen kişiler tarafından yazıldığı da unutulmamalı, Avrupalı okuyucular böyle doğu masallarına çok ilgiliydi, bu çalışmalar çok satıyordu. Haliyle gerçek olmayan bir durum bu, çok eşlilik var ama nadir. Yani çok eşli bir erkeğin ekonomik gücünün çok iyi olması lazım ancak onunla evlenecek kadın da üst bir sınıfa mensup ve bu kadın bu durumu genelde kabul etmiyor. Böyle bir mecburiyeti yok kendi ailesi zaten varlıklı. Haliyle sanılanın aksine çok eşlilik paşaların konaklarında değil de daha kırsalda yaygın bir durum bugün olduğu gibi. Cinsellik ile çok eşlilik arasındaki bağda da benzer oryantalist bir ses hâkim; doğunun kaba ama sekse düşkün erkeği, bir çeşit yaratılmış imaj. Burada şu mümkün, kırsalda hayatta kalamayan, mültezimlere (verginin önceden ihale usulüne benzer şekilde bazı ayanlara ya da bölgenin önde gelenlerine satılması durumuma “iltizam” denir, bu vergiyi satın alıp devlete peşin para ödeyen de mültezimdir, bu kişi köylüden vergiyi kendisi toplar, çok da insaflı kişiler değillerdir) vergi ödeyemeyecek erkekler, kent merkezlerine gelmeye başladılar özellikle de 19. yüzyılın ikinci yarısında köylerden kentlere hızla göçler yaşandı, bu erkekler eşlerini geride bıraktılar veya daha evlenmemişlerdi bile. Genelevlerin daimî müşterileri çoğunlukla bu erkeklerdi. Kapitalist sistemde kendisine ev kuracak kadar geliri olmayan erkekler ucuz umumhanelerde cinselliği yaşamaya devam ettiler. Bu yalnızca Osmanlı genelinde böyle değildi, aslında çevre devlet denilen tüm devletler de cinsellik bu forma dönüşmeye başladı. Kadınlar açısından da benzer bir durum vardı, ailesindeki erkeği şehre yollamış ya da kaybetmiş yoksul kadınlar çalışma alanları olmadığı için fuhşa mahkûm edildiler.
- Peki merak ettiğim bir konuyu hemen sormak istiyorum. Fuhuş yapan kadınlar nasıl giyinirdi?
Açıkçası bu anlamda gerçeğe çok yakın tasvirler yok, ama sunu tahmin ediyoruz; alt sınıf evlerde kadınlar genellikle yarı çıplaktı, özellikle göğüslerini sergilemeyi tercih ediyorlardı. Üst sınıf evlerde ise zamanın en pahalı kumaşları ile dikilmiş elbiseler giyiyorlardı, yüzleri bugün makyajlı diyebileceğimiz şekilde boyalıydı. Bu kadınların kıyafetleri diğerleri gibi aşırıya pek kaçmıyordu bunun temel sebebi de aslında müşteri profiliydi.
- Nasıl bir müşteri profili vardı?
Müşteri profili aşırı derecede değişken. Alt sınıf evlerde genellikle İstanbul’a ya da o bölgeye yeni gelmiş bekar uyumsuz adamlardı. Üst sınıflar ise paşalar, bürokratlar, tüccarlardı. Evlerden herkes her an çıkabilirdi. Osmanlı iktidarı bu nedenle de baskın konusunda çok hevesli değildi. İçeriden kimin çıkacağı belli olmuyordu zira. :)
- Diğer kadınlar “namuslu kadınlar” nasıl bakıyordu fuhuş yapan kadınlara?
Kötü kadınlar olarak değerlendiriyorlardı. Kocalarını, oğullarını ellerinden alabilecekleri fikri hakimdi maalesef. Biraz acıma ile karışık aşağılama tonuyla baktıklarını söylemek demek yanlış olmaz.
- Tehlikeli gördükleri bu kadınların fuhuş yapma nedenleri savaşa giden kocaların ölümüyle oluşan yaşam mücadelesi değil mi?
Evet genellikle, maalesef çalışacak başka bir iş alanı olmaması. Ancak "namuslu" kadınların gözünde fahişe kadınlar kocalarını ya da oğulları açısından risk oluşturuyor ve tehlikeli sınıfındalar.
- Zina ve koşullarından bahseden ilk ismin II. Mehmet olduğunu belirtiyorsun. II. Mehmet kanunnamesi neyi amaçlıyor?
Şöyle bir durum var biz 21. yüzyıldan geçmişe bakıyoruz, çok kalabalık kentlerde yaşıyoruz, bir işi birisi yapmak istemezse ne ala hemen arkasında bekleyen milyonlar var. Sağlık sistemi çok gelişti ölmemek için mücadele ediyoruz, 95 yaşında vefat edene erken gitti falan diyoruz. Ancak modern öncesi dünya böyle değil elbette. İnsan çok mühim, özellikle de bir işi yapan kişi önemli. Çünkü o olmazsa yenisinin bulunması ya da yetiştirilmesi oldukça zor. İnsanlar bize bugün önemsiz gelen hastalıklardan hemen ölüyor, antibiyotik yok, parmağınız kesilse enfeksiyondan kolunuzu kesebilirler, hatta ölebilirsiniz, anne ve bebek ölümleri çok yaygın. Böyle bir sistemde siz birisini zina/fuhuş yaptığı gerekçesi ile sistemin dışına atamazsınız ya da öldüremezsiniz. Diyelim ki bu adam kasabanın tek demircisi eee öldürdünüz sonra? Kim yapacak onun işlerini? Köylü diyelim, tarlasını kim sürecek, ürün toplayıp vergi verecek… Hiç pragmatik değil, II. Mehmet bunun elbette çok farkında zaten pratikte var olan uygulamaları alıp daha resmî bir hale getiriyor. Osmanlı yalnızca teoride bir şerrî devlettir, pratikte kanunnamelerin uygulandığı rasyonel bir devlettir.
- Maddelerde yer alan köftehor olayı çok ilgimi çekti. Bugün sevimli bir anlam içerirken gerçeği farklıymış… Köftehor nedir?
Evet. Haklısınız. Köfte ezilmiş demek (bugün de aynı anlamda kullanıyoruz aslında ezilmiş et), köftehor da ezilmişten faydalanan kişi yani genellikle fuhuş ile ezilmiş karısının parasını yiyen erkek olarak kullanılıyordu.
- Peki buradan hareketle köftehor maddesinde de olduğu gibi günümüz kapitalist sisteminin ahlak anlayışıyla geçmiş toplumları değerlendirmek ne kadar doğru?
Bugün kapitalist sistemin 150-200 yıllık bir ahlakı ile dünyayı algılıyoruz, evvelinde karınız fahişe diye hayata küsmeniz ya da cezalandırılmanız gerekli değil, devlete bunu bildirdiniz mi evet, vergisini ödüyor musun evet… Tamamdır sorun yok. Bu durumun yadırganması ancak 19. yüzyılın sonunda, kapitalist sisteme bir biçimde entegre olurken değişiyor bunun içinde heteroseksüelliğin popülerleşmesi de var. Bu da çok yeni bir durum aslında. Kapitalizm vukuat çıkartmayan aileler sever, bu nedenle aile propagandası çok popüler günümüzde. Ya da biz geçmişe bakınca bize şu anda uzak gelen şeyleri anlamakta zorlanıyoruz. Anlayamadığımızı da reddediyoruz maalesef. Atalarımız öyle yapmaz diyoruz, atalarımıza neden kutsallık yüklüyoruz. Onlar biz ders alalım diye mi yaşadılar? Tabii ki hayır. Onlar da bizim gibi sıradan insanlardı. Daha ahlaklı ya da daha ahlaksız değil. Hayatta kalmayan çalışan, gündelik kaygıları olan sıradan kişilerdi hepsi. Böyle düşünürsek aslında geçmişi anlamak daha mümkün.
- Recm cezası Kuran’da yer alıyor mu ve Osmanlı Devleti’nde uygulandı mı?
Aslında Kur’an’da recm cezası yer almıyor, bu sonradan Peygamber’in hadislerine dayandırılarak İslam hukukuna dahil ettirilmeye çalışılan bir mesele. Osmanlı Devleti’nde bildiğimiz, zinadan ötürü bir recm vakası var 1680 yılında Yahudi bir erkekle birlikte olan bir kadına uygulanıyor, ancak buradaki motivasyon asayiş ya da dini bir durum değil, tamamen devletin hâlâ güçlü olduğunun mesajı verilmek istendiği için böyle bir cezalandırma tercih ediliyor, ancak bildiğimiz kadarıyla ters tepiyor insanların çok tepkisini alıyor ve bir daha da uygulanmıyor. Osmanlı’da devlet eli ile kamusal alanda cezalandırma pek yaygın değil.
- II. Abdülhamid döneminde fuhuşun meşrulaştırılmasının altında yatan temel motivasyonu, Osmanlı Devleti'nin pragmatist yönetim anlayışıyla nasıl bağdaştırıyorsun?
Abdülhamid çok ilginç bir padişah. Tahta çıkışından indirilmesine kadar ön görülemeyen şeyler oluyor. Osmanlı Devleti’nin aslında en kritik 25-30 senesini bence oldukça iyi idare ediyor. Ancak o da bir padişah. Ne ulu hakancıların kastettiği gibi bir veli ne de kızıl sultancıların dediği gibi bir katil. Öncelikle onun da bir padişah olduğunu kabul ederek başlamak lazım. Sanki ondan evvel sosyalizm vardı o geldi bir anda meclisi kapattı istibdat ilan etti gibi bir algı var. Meclisi kapatmasını rasyonel bulmuyorum ancak ben yargıç değilim tarihçiyim anlamaya çalışıyorum, monarşik bir devlette liderin gücünü paylaşmak istememesi anlaşılabilir. Buna rağmen Abdülhamid oldukça modern bir sultan yalnız çağdaş demiyorum modern, bu ikisi çok farklı kavramlar. Dönemi takip ediyor ancak gelişmeleri Osmanlı sistemine doğrudan entegre etmeye gayret ediyor, bu şu anda baktığımızda çok eksik bir davranış, Avrupa’nın modernleşmesi 12. yüzyıla kadar geri gidiyor, siz bu süreci görmeden 50-100 yılda makası kapatmaya çalışıyorsunuz tabii ki olmaz olmadı da ama gene de sıkı bir modernleşme çabası var. II. Abdülhamid’in fuhuş falan umurunda değil onu ilgilendiren durum, insanlar saçma sapan nedenlerle ölmesin, nedeni de yukarıda söylediğim gibi milliyetçiliğin hüküm sürdüğü 19. yüzyılda devletlerin kendi unsurlarından insanlara ihtiyaç duyması. Sizin milli ordunuzun olması lazım ilk başta, ee askerinizi frengi kapıp işlevsiz hale gelirse ne olacak? Onca yatırım çöp. Kadınlarınız bu hastalığı taşırsa ne olacak çocuklarına geçecek… Geç 19. yüzyılın mottosu Avrupa’da sağlıklı nesillerdi bu durum elbette Osmanlı’ya da yansıdı. Abdülhamid’in amacı fuhşu bitirmek falan kesinlikle değil, onun derdi, “ben size sağlıklı ve güvenli fuhuş yapabilecek bir alan temin ediyorum yeter ki ölmeyin”di. Yalnızca fuhuşu da değil akıl hastalıklarına dair düzenlemeler de onun iktidarında başlıyor. II. Abdülhamid’in çok kapsamlı bir sağlık programı var, cinsel yolla bulaşan salgın hastalıkları yani fuhşu bu projenin bir alt basamağı gibi değerlendirmek lazım.
- Devlet o dönemde fuhuşu kontrol altına almak adına öncelikli olarak sağlığı koruma kaygısıyla hareket ediyor. Vergilendirme ve devletin fuhuşu “meşrulaştırması” arasındaki ilişkinin ardındaki ekonomik dinamikler nelerdir?
Devlet’in temel motifi, sağlık. Birçok hastalığın bulaşıcılığı takip edilemiyor ama cinsel yolla bulaşanların ki belli bunu durdurmak en azından azaltmak mümkün diye düşünülüyor. Kadınların sık sık muayeneye gelmeleri, hasta olanların tedavi edilmesi Osmanlı’nın meşru gerekçesi. Ancak bu hastanelerin, kliniklerin açılması hekimlerin ya da diğer personelin maaşı çok ciddi konular. Bunları da hastalardan ya da evlerden alacakları para ile çözebileceklerine inanıyorlar, buradan bir kazanç elde etmek gibi bir düşünceleri yok. Bu daha ziyade Avrupa’nın kaygısı. Avrupa’da Kilise eli ile kurulan genelevler var, ortağı yani.. Vergi sisteminde de daha kısa sürede daha fazla evi kaydettikleri için düzenli vergi de alabiliyorlar. Fakat, Osmanlı’da böyle ekonomik bir beklenti yok. Tek istekleri, sistem kendi giderini karşılasın yeter, ki bu da olmuyor zira çok az ev ya da kadın kayıtlı ama devlet kayıtlı olmayan kadınları da muayene etmek zorunda bunların giderleri devlet tarafından karşılanıyor. Nizamname hazırlanırken umut dolu bir tablo çiziliyor zaman içinde kendi kendini döndürebilecek hastaneler planlanıyor ama devlet desteği olmadan sistemin varlığını koruması bile mümkün değil. Kısacası fuhşun resmîleşmesi, devlet hazinesine ek bir gelir değil ek bir gider aslında.
- Ya İslamcı bakış açısı?
İslamcılık konusuna gelince bazı insanları üzecek ama maalesef II. Abdülhamid’in öyle islamcı falan bir tavrı yoktu, bu kendisinden çoook sonra yaşamış Mustafa Kemal’e alternatif bir lider arayışına girmiş, kendisine muhafazakâr diyenlerin 1950-1960’larda ürettiği bir söylem, öncesinde ise İttihatçı kanat biz ilericiyiz o değil diye kendisini Abdülhamid’den ayırmak için üretiyor bu fikirleri. Şu anda hayatta olsa, muhtemelen İslamcılarla anlaşamaz. Bu etiketin onun üzerine yapışmasına neden olan şey aslında 93 Harbi dediğimiz 1877-1878 Rus savaşı, bu savaş neticesinde Osmanlı çok ciddi oranda batı toprağını kaybediyor, elinde çoğunlukla Müslümanların yaşadığı yerler kalıyor, milliyetçilik rüzgarından en azından bu insanları korumak için ortak bir şemsiye olarak İslam vurgusu yapıyor yani pragmatik nedenlerle… Kalan toprakları muhafaza edebilmek için. Fuhuş Nizamnamesi için de İslami literatürden bir destek aranmıyor, insanlar frengi başta olmak üzere çeşitli cinsel yolla bulaşan hastalıklardan mustarip, o da patriarkal bir lider olarak tebaasını bu hastalıklardan korumak istiyor. Fuhuş Nizamnamesi bu açıdan değerlendirilmeli
- Peki, II. Abdülhamid döneminde yayımlanan 1884 nizamnamesiyle, İttihat ve Terakki’nin 1915 nizamnamesi arasında belirgin bir fark var. Birincisi kontrol ve izleme üzerineyken, ikincisi daha cezalandırıcı bir ton taşıyor. Bu iki farklı yaklaşımdan yola çıkarak, Osmanlı'nın merkeziyetçi otoritesinin evrimi nasıl gerçekleşti?
Aslında her ne kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti kendisini Abdülhamid iktidarından tamamen ayırmaya çalışsa da arada çok ciddi devamlılıklar var, çünkü geride yüzyıllar içinde kemikleşmiş bir sistem var karşısında ise 5 yıllık yeni bir iktidar. Keza ITC’ nin de bir noktada nasıl tek sesli bir yönetime sahip olduğu 1913 sonrası biliniyor. Fuhuş nizamnamelerindeki farklılığın nedeni bence iki ayrı sistem değil, aradaki zamanla ilgili. 1884 ile 1915 arasında 31 yıl, bir de dünya savaşı var. 1884’te Abdülhamid iktidarında Fuhuş Nizamnamesi yayınlandığında imparatorlukta fuhuş meselesinin ne halde olduğu bilinmeyen yüzlerce yeri vardı, devlet sisteme ilk defa resmî olarak dahil olmuştu yani sürecin nasıl ilerleyeceği kimse tarafından bilinmiyordu. 1915’e gelindiğinde ise bir geçmiş, kayıtlar, mücadele var (fuhuşla değil hastalıklarla.) Yani devlet kapasitesine daha fazla güveniyor. Bu işin içinde çünkü ciddi bir süredir. Üstelik 1915 Nizamnamesinin o kadar sert tonu olmasının altında sivil değil askerî özneler tarafından hazırlanmış olmasının da etkisi var.
- Fuhuş düzenlemelerinde Müslüman kadınların yer almasına dair Osmanlı toplumunun verdiği tepkiler nelerdi? Bu tepkiler Müslüman kadınların fuhuş yapmalarını nasıl etkiledi?
Müslüman kadınların fuhuş yapmaları 1884 Nizamnamesine göre yasak. Fakat, bu nizamnamenin Beyoğlu’ndaki bazı evleri kapsadığı unutulmamalı, zira tam adı Beyoğlu’ndaki Bazı Hususi Hanelerin Hıdemat-ı Sıhhiyesine Dair Nizamname, kayıt altına girmek istemeyen evler hemen Beyoğlu’ndan taşındı, bu durumda düzenlemeden kurtuluyorlar. Zaten Müslüman kadınların çalıştığı evler çoğunlukla Üsküdar ya da Eyüp’te, onlar meseleye hiç dahil bile olmuyorlar. Belgelere bakınca şunu söylemek mümkün ki fahişelik ile Müslümanlık konusu ayrı ayrı değerlendirilmiyor. Kimsenin umurunda değil yani. Bir noktada Darülaceze’ye kabulleri kolaylaşıyor o kadar.
- Son olarak sormak istiyorum: Tüm okuduklarımdan çıkardığım Antik Kültürden bu yana İslam dini de olmak üzere kadınları namuslular ve diğerleri olarak ikiye ayırıyor. Günümüzde de “evlenilecek ve eğlenilecek kadın” olarak ikiye ayrılıyoruz. Ve nasıl olduğumuzu karar verenler de hâlâ erkekler. “Hayır” desek de bilinçaltının bir tarafından fırlayan bu anlayış nasıl tamamıyla yok olacak? Tarihi inceleyen bir kadın olarak ne yapmamız gerekiyor sence?
Toplumsal cinsiyet konusu maalesef yüzyıllarca birikerek gelen bir bagaj, bazı davranışlarımız aslında bizden yüzyıllarca evvel yaşamış insanlar bugün hâlâ şekillendiriyor ve biz bunun farkında bile değiliz. Ancak bu durum elbette değişebilir, bu konuda her şeyden evvel kadınların bilinçlenmesi mühim, kendi haklarımızı bilmemiz lazım. Ayrıca birbirimizi sonuna kadar desteklememiz gerekli, biz kendi içimizde dayanışma içinde olursak, bize dair yorumların önü kesilecektir diye düşünüyorum. Öte yandan bir erkeğe, “Senin düşüncenin benim için önemli olduğunu sana düşündüren nedir” diye sormak da önemli elbette. :)
Burada aslında sosyal medya çok önemli bir unsur, sosyal medyadaki mükemmel kadın/anne imajı bizi içten içe zehirliyor, her konuda harika olmak zorunda hissediyoruz. Hem çok güzel olacağız (bu güzelliğe de başkaları karar veriyor aslında), hem çok başarılı olacağız (bu başarının kriteri de kapitalist popüler bir başarı yani illa çok para kazanmamız başarı anlamına gelmek zorunda) hem de fedakâr olacağız falan. Bunların hepsi üretilmiş ve aslında kapitalist sistemi güçlendirmemiz için üzerimize yüklenen sorumluluklar, bunları reddedenleri gördüğümüzde aslında onların normal olduğunu kabul ederek başlayabiliriz diye düşünüyorum.
Burcu Belli Kimdir? 1987 İstanbul doğumlu. Lisans ve doktora eğitimini ODTÜ Tarih Bölümü’nde, yüksek lisans eğitimini ise Boğaziçi Üniversitesinde tamamladı. Harvard’a CMES’te ziyaretçi araştırmacı olarak bulundu. Geç dönem Osmanlı Devleti’nde marjinal özneler ile devlet ilişkilerini araştırıyor. II. Abdülhamid ve İttihat ve Terakki Cemiyeti Dönemlerinde akıl hastalığı ve psikiyatri ve kayıtlı kadın fuhşu üzerine tezler yazdı, bu alanda yayınlanmış kitapları ve makaleleri var. İstanbul Rumeli Üniversitesi’nde doktor öğretim üyesi olarak İnkılap Tarihi, Siyasi Tarih, Psikoloji Tarihi, Toplumsal Cinsiyet Tarihi gibi dersler veriyor. Aynı üniversitede ikinci yüksek lisansını Psikoloji Bölümü’nde yapıyor. |
Ebru D. Dedeoğlu kimdir? Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı. Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı. Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla bire bir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı. Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu. Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı. |
Kadın hareketinin Türkiye'de en güçlü ve yüksek sesli muhalefeti oluşturduğunu söyleyen Oya Baydar, "İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması, Orta Çağ zihniyetinin bir yansımasıdır" dedi
Şebnem İşigüzel, yazdığı yeni kitabı hakkında "İçinde yenilik barındıran bir şey deniyorum. Kahramanım da bir kadın. Şimdilik bu kadarını söyleyebilirim" ipucunu verdi
Yılmaz Şener: Deng’de zaman çok önemlidir. Ölçülebilir değildir. Her şey bir gün içinde yaşanır ama aslında o bir gün sonsuzluğu da temsil eder. Romanın başının ve sonunun olmaması da bu yönüyle ilgilidir
© Tüm hakları saklıdır.