![](https://media-cdn.t24.com.tr/media/library/2025/02/1739017363881-0002144700001-1.jpg)
- Mihrap adlı yeni romanın yayımlandı. Çok tebrikler. Bu seninle ilk röportajım. Biraz tanımak istiyorum seni. Kadın yazar Sinem Sal kimdir?
Mihrap üçüncü romanım. Ondan önce şiir kitaplarım ve bir öykü kitabım var. Feministim, kaygılıyım, neşeliyim, diğer duygulara da boş değilim.
- İlk defa ismini ilk Rağmen dergisinde görmüştüm. Sadece kadın yazar ve çizerlerden oluşan, o dönem için farklı ve iyi bir dergiydi. Sonra ne oldu?
Ebru, Rağmen aslında bir kitap dizisi. Bu kitap dizisini çıkarırken de hayalim bir arada olmak, kadınların görünür olmasına katkı sağlamaktı. Aynı zamanda tematik olan bu kitap dizisinin her sayısının gelirini bir kadın derneğine bağışladık. Aslında geleneğimizde zaten olan çalışmalar. Bir yayın periyodu yok.
"Hepimiz çalışıyoruz ve hayatın büyük kısmı orada gibi görünüyor ama hayatın ağırlık noktası akşamlarımızda"
- Kutlukhan Perker ile mutlu bir beraberliğiniz var. İkiniz de farklı alanlarda üretken kişilersiniz. Zaman zaman sanatçı egolarının çarpışması kaçınılmaz. Böylesi durumlarla başa çıkma yönteminiz nedir? Yarattığınız “sanat ve hayat dengesi” ilişkinizi nasıl besliyor?
İkimiz de birbirimizin ürettiği işlerin ilk tanıklarıyız. Bunun farkındalığıyla birbirimizi el üstünde tutuyoruz. Tükettiklerimiz de hayatımızı dengede tutuyor. Günün sonunda günü kurtaran şey iyi bir filme denk gelmek, şahane roman karakteriyle tanışmak, müthiş bir konser dinlemek, tiyatro çıkışı bir kahve içmek. Hayatı bunlarla sınırlandırmam mümkün değil elbette. Hepimiz çalışıyoruz ve hayatın büyük kısmı orada gibi görünüyor. Ama hayatın ağırlık noktası akşamlarımızda.
- 2019 yılında “Geçtiğimiz Altı Ayda Çok Şey Oldu" yayınlandı. Kadın şair olmak bu testosteron yüklü bu topraklarda daha mı zor?
Kadın meselesinden bakacak olursak şair olmayı tek başına alıp zor diye bir yere koyamam. Ama şairliği herkes için eşit hâle getirenlerden biri Küçük İskender’di. Beyoğlu’nun arka sokaklarında topladığı gençler, adı neredeyse unutulmuş yaşlı şairler, kafası gidikler, müptezeller, Nick Cave ceketli erkekler, Marla Singer saçlı kadınlar ve lubunyalar İskender’in sahnesinde eşit ışıklar altındaydı. Özlediğim sayılı şeylerden.
Sinem Sal
"12 Eylül Darbesi diğer evlerde yaşanırken, Mihrap da kendi darbesini anlamaya çalışıyor"
- Yeni romanın Mihrap’da, 12 Eylül Darbesi’nin yarattığı toplumsal travmayı, bir çocuğun gözünden anlatıyor ve hem bireysel hem de toplumsal kayıpları işliyor. Roman boyunca Hasköy’ün mahalle yaşamına ve çocukların dünyasına tanıklık ediyoruz. Mihrap’ın hikayesini bu kadar özel kılan şey nedir?
Mihrap, Bizim Zamanımız isimli romanımın ana karakteriydi. Tersine bir okumayla onun çocukluğuna inmek istedim. Çünkü her şey orada olup bitti. 12 Eylül Darbesi diğer evlerde yaşanırken, Mihrap da kendi darbesini anlamaya çalışıyor. İnsanların hayatı kesintiye uğruyorsa, onun da uğruyor. Tam da söylediğiniz gibi aslında hem bireysel hem de toplumsal kayıp aynı zaman diliminde yaşanırken, bu kız çocuğu hayatta kalmanın formülünü arıyor. Onun stratejisi neşeli olmak. Çünkü artık yok.
- Mihrap, babasının kaybıyla başa çıkarken kendi yöntemlerini yaratıyor ve bazen bu sürece neşe de katıyor. Peki, bu neşeli çabası, onun içinde sakladığı acıyı ve kırılganlığını nasıl gösteriyor?
Mutluluk daha uzun bir sürece yayılır. Neşeyse bir acıya, üzüntüye, öfkeye rağmen anlık olarak ortaya çıkar. İnsanın acıyla baş etmesinde belli stratejiler var: Teslim olursun, kaçınırsın ya da aşırı telafi etmeye çalışırsın. Özellikle kadınlarda dördüncüsü var o da neşe. Neşeli insanlar acıdan kaçmazlar ama ona teslim de olmazlar. Byung-Chul Han’ın ortaya attığı bir kavram var “Palyatif Toplum” diye. Sanırım hepimize tanıdık. Acıdan kaçarak yaşamaya çalışıyoruz ve bize mutluluk vadeden şeyleri arıyoruz. Aslında tam da bu sebeple herkes kişisel gelişim kitabı okuyor, motivasyon konuşmacılarını dinliyor. Halbuki acıyla baş etmek için önce acıyla tanışmak ya da ızdırap çeken biriyle köklü bir empati kurmak gerekiyor. Bu da ya başınıza gelmesiyle ya da roman karakterlerini, filmlerin kahramanlarını el sıkışacak kadar tanımakla mümkün.
- Mihrap’ın annesi Asiye, güçlü ama içten içe kırılgan bir karakter. Tüm anneler gibi... Anne-kız ilişkisi bu kadar karmaşıkken, Asiye’nin yaşadığı dönüşüm nasıl şekilleniyor?
Asiye’nin dönüşümünü en iyi anlatan şey bence romanın başında Mihrap’ın hep “Annem lokum gibi bir kadındır,” demesi ama gözaltında kaybedilen Ertan’dan sonra onun tabancasını sakladığı akşam Mihrap ilk kez annesi için “Annem hükümet gibi kadındır” diyor. Bir insan öldüğünde bir diğer insan babasını, biri eşini, biri arkadaşını, biri evladını kaybediyor. Özellikle 80’li yıllardan bahsediyorsak, devrimcilerin duvarlara yazdığı özgürlük sloganlarına rağmen eğer kaybı yaşayan bir kadın eşse artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Asiye Mihrap’ın aksine o tuhafiyeyi ayakta tutmak için karşıdaki erkek kasap gibi, yandaki erkek manav gibi davranmaya başlıyor. Güç bu mu? Eğer gücü böyle tanımlıyorsak Mihrap annesine karşı çıkıyor: “Ben güçlü olmak değil mutlu olmak istiyorum anne.”
"Hasköy’de yaşayanlar kayıpları nostalji duygusuyla anlatmıyorlar, hâlâ bir aradalar"
- 12 Eylül Darbesi, Hasköy’deki mahalle hayatını ve insan ilişkilerini nasıl değiştirdi? O dönemin kayıpları ve korkuları mahallede nasıl bir iz bıraktı?
Ben kitap öncesinde Hasköy’de yaşayanlarla söyleşiler yaptım. Bu kayıpları nostalji duygusuyla anlatmıyorlar. Hâlâ bir aradalar. Kayıplarına birlikte sahip çıkıyorlar. Birinin oğluysa, diğeri için mahallenin oğlu. Ama beni daha çok ilgilendiren tarafı hafızalarında o dönemi anlamlandıramadıkları bir koca boşluk gibi yaşayan çocuklar. Tam da bu sebeple Mihrap’ın hikâyesini yazdım.
Sinem Sal
"Çocukken yalancı bir özgürlük içindeyiz, Mihrap da öyle"
- 1980’lerin Hasköy’ünde, Mihrap “erkek gibi kız” değil, “Mihrap gibi kız” olmayı hayal ediyor. O dönemin kız çocuklarının baskılarından kaçış değil, kendi kimliklerini bulma arayışını simgeliyor. Bugün hala cinsiyet rollerine sıkıştırılmaya çalışan kız çocukları için bu arayış ne ifade ediyor?
Doksanlı yıllarda çocuk olan bir kız çocuğuna bakalım. Ağır ve büyük büyük hikâyelere, trajik anılara gitmeye gerek yok. Askılı elbisesinin üstüne giydirilen boleroya ifrit olan, sokakta erkeklerden önce eve çağrılan, denizden çıktıysa mayosunun üstüne tişört geçirilen, futbola alınmayan ve dizleri birbirine yapışık oturmuyorsa bir küçük dürtülen her kız çocuğu kimliğini arıyor. Kimlik bu mu? Valla tam da bu. Çünkü çocuk dünyasının kent hayatındaki neden konduğu tam da anlaşılmayan sınırlarını çocuklar anlamasa da fark ediyor. Eşit işe eşit ücret diyoruz ya bu daha çocukken başlıyor bir kız çocuğu için. Eşit bayrama eşit harçlık. Çocukken yalancı bir özgürlük içindeyiz. Mihrap da öyle. Mesela o zaman mahalledeki meyhaneye girip çıkabilen aynı zamanda tuhafiyede karnı şişene kadar yemek yiyebilen tek kişi Mihrap. Ne kadınlar erkeklerin alanına geçebiliyor ne de erkekler kadınların alanına. Bir gün büyüyüp de özgür bir kadın olursa, çocukluğunda sahip olduğunu sandığı o özgürlük anlamını kaybediyor. Çünkü anlıyorsun ki sadece çocuk olduğun için daha az tehlikeli göründüğünden küçücük bir fırsat sunulmuş sana, ergen olana kadar.
- 12 Eylül’ün siyasal atmosferi, Mihrap’ın kişisel hikayesiyle birleştiğinde bazen uyumsuzluk hissi yaratabiliyor. Bu iki unsuru bir arada işlerken, dönemin travmasını gerçekten etkili bir şekilde yansıtabildiğini düşünüyor musun?
Çünkü bir çocuk gözünden baba kaybını 12 Eylül döneminde anlatıyorum. İlber Ortaylı’nın ya da Gün Zileli’nin gözünden 12 Eylül anlatmıyorum. 12 Eylül’de geçen romanlar da var ama galiba buradaki atmosfer farklılığı karakterlerle ilgili. Eğer ana karakterim oğlu gözaltında kaybedilen Pamuk Anne olsaydı roman bambaşka olurdu ya da gözaltında kaybedilen Ertan’ın kendisi olsa. “Yetişkinlerin, erkeklerin hikâyesinde” bir kız çocuğu neler yaşıyor? Etrafta olup bitenleri ve mahallede değişen her şeyi anlamaya çalışan, yası neşelendirmeye çalışan, ölümü anlamlandırmaya çalışan bir kız çocuğunun hikâyesi bu. Onun hayatında 12 Eylül mahalleden alınan abiler, tam anlamıyla sahip olmadığı özgürlükleri bile değişen ablalar, neden geldiklerini bilmediği askerler, evden sokağa oyun oynamaya çıkamadığı saatler… Çünkü ana karakterim on yaşında.
"Okurken etkilendiğim, izlerken ilham aldığım filmler de romanlarıma yansıyor"
- Son olarak, romanlarında sıklıkla bireysel kayıpların toplumsal yansımalarını işliyorsun. Bu tercihin kişisel deneyimlerinden mi kaynaklanıyor, yoksa daha evrensel bir kaygıyı mı yansıtıyor?
Kişisel deneyimlerim kaçınılmaz bir şekilde kaynaktır. Ama bu kişisel deneyime sadece yaşantı değil, tükettiklerim de dahil. Okurken etkilendiğim, izlerken ilham aldığım filmler de romanlarıma yansıyor. Fakat günün sonunda romanı yazmaya başladığım andan itibaren devrede olan tek şey artistik kararlarım. Konudan bağımsız şunu da eklemek isterim evrensel kaygıyı bilmem ama evrene yetecek kadar kaygılıyım. Onun da payı vardır. Yeri gelmişken kaygıma teşekkür etmek isterim.
Ebru D. Dedeoğlu kimdir?
Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.
Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.
Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla bire bir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı.
Cumhuriyet'te Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı. Oksijen gazetesinde de röportajları devam etmektedir.
Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.
Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.
|