ABD’de her seçim gününde olduğu gibi geçtiğimiz yıl 8 Kasım’daki başkanlık seçimi gününde de, ABD’nin birçok şehir ve eyaletinde çeşitli konularda referandumlar yapıldı. Pennsylvania eyaletindeki referandumun sorusu şuydu:
"Pennsylvania Anayasası, eyalet yüksek mahkemesi üyeleri ile eyalet hakimlerinin, 75 yaşını doldurdukları yılın son iş günü zorunlu emekliye sevk edilmeleri yönünde değiştirilsin mi?"
Pennsylvania eyaletinde, yüksek mahkeme üyeleri ile eyalet hakimleri, halkın seçimiyle bu göreve geldikleri için, referandumun önerdiği bu zorunlu emeklilik yaşına ‘evet’ demek de aklın gereği gibi görünüyordu. Bir partinin adayı olarak seçimle gelen ve politik kimliğini reddetmeyen bir hakim niye ölene kadar kürsüde kalsın ki? Nitekim Pennsylvania ahalisi de yüzde 52 ile ‘EVET’ dedi bu referanduma ve eyalet anayasasının ilgili maddesi değişti.
Ancak bu referandum sorusunun ustalıkla sakladığı bir gerçek vardı. Pennsylvania eyalet anayasasına göre eyalet yüksek mahkemesi üyeleri ile eyalet yargıçları için mevcut bir zorunlu emeklilik yaşı zaten vardı ve bu yaş 70’ti. Yani referandum aslında, yargıçlara, referandum sorusunun akla getirdiği şekilde zorunlu erken emeklilik getirmek bir yana, görev sürelerini 5 yıl daha uzatıyordu.
Referandumun bu şekilde sunumu, bir anlatım bozukluğunun ürünü değildi. Soruyu hazırlayan Cumhuriyetçi Parti çoğunluğuna sahip eyalet kongresinin ustaca bir taktiğiydi. Pennsylvania Eyalet Yüksek Mahkemesinin 7 üyesinin 5’i Demokrattı ve 2’si Cumhuriyetçiydi. Eğer 70 yaş, zorunlu emeklilik yaşı kalmaya devam ederse, Cumhuriyetçi iki üyeden biri ve aynı zamanda mahkeme başkanı olan Thomas Saylor, 2016 sonunda emekliye ayrılmak zorunda kalacaktı. Cumhuriyetçiler mahkemedeki başkanlık koltuğunu mutlaka korumak istiyorlardı. Bunun için de eyalet anayasasını değiştirmeleri gerekiyordu. Ama bu değişikliği de, halka gerçek amacın ne olduğunu ve ‘evet’ demeleri halinde gerçekte ne olacağını açıkça anlatarak yapmaları mümkün değildi.
Peki referandumun sunuluş şeklinin sonucu etkilediğini nereden biliyoruz? Çünkü, Pennsylvania Kongresi, referandumu aslında 2016 Nisan ayında eyalette önseçim için sandık kurulan gün yapmak istemişti. Ve Nisan ayındaki referandum için hazırlanan ilk oy pusulasında referandum sorusu şu şekildeydi:
"Pennsylvania Anayasası, eyalet yüksek mahkemesi üyeleri ile eyalet yargıçlarının emeklilik yaş sınırı, mevcut 70 yaş yerine 75 yaşını doldurdukları yılın son iş gününe kadar uzatılacak şekilde değiştirilsin mi?"
Yani o gün referandumun sunumu, anayasa değişikliğinin aslında ne anlama geldiğini dürüstçe anlatıyordu. Ancak ilk anketlerde ve eyalet kamuoyunda bu değişikliğe desteğin çok düşük olduğu görülünce Cumhuriyetçi Parti çoğunluklu eyalet kongresi önseçime 15 gün kala, son dakika müdahalesi ile referandumu Kasım ayına erteledi ve referandumun sunumunu da yazının girişindeki şekilde değiştirdi. Referandumu son anda ertelemekte haklı çıkmıştılar. Zira, Nisan ayındaki önseçim için hazırlanan soru, eyaletin, oy pusulasının erkenden basıldığı bazı idari bölgelerindeki (county) oy pusulalarında ilk haliyle kalmıştı. Ve o bölgelerde oy pusulaında bu soruyu da gördüğü için kazayla oy kullanan 2,5 milyon seçmenin çok büyük çoğunluğu ‘hayır’ demişti. Soru değiştirilip, mevcut emeklilik yaş sınırının 70 olduğundan hiç bahsetmeyen hale getirildikten sonra 8 Kasım günü yapılan gerçek referandumda ise halkın yüzde 52’si bu kez ‘evet’ oyu kullandı. Yani, illüzyon işe yaramıştı.
İllüzyon demem boşuna değil. ABD'nin en ünlü illüzyonistlerinden Penn Jillette, ‘sihirbazlığın’ bazı temel özelliklerinden bahsettiği bir yazısında, sihirbazlıkla politikanın her geçen gün daha da benzeşmesinin kendisini nasıl ürküttüğünü de aktarıyor. Jilette, yaptığı işi yani ‘sihirbazlığı’, "seyircinin kuşku veya inanmama duygusunun, gayri ihtiyari askıya alınması" diye tanımlıyor. Bir Şekspir oyunu izlerken sahnedeki aktör Kral olduğunu söylediğinde inanıyor gibi yapıyoruz. Tiyatroda, sinemada, gördüğümüz şeyin gerçek olmadığı konusunda kuşkumuzu gönüllü şekilde askıya alırız. İllüzyon izlerken ise, inanmama duygumuzun, kuşkumuzun askıya alındığının çoğu zaman farkında bile olmuyoruz.
İllüzyonist sahneye çıkar ve bize bir sandık gösterir, ‘bu sandık boştur’ der. Her ne kadar içimizden bir ses sandığın boş olup olmadığını, gidip gözlerimizle yakından bir kez daha görmemizi telkin etse de, bu işin bazı kuralları olduğunu yoksa gösterinin süremeyeceğini de biliriz. Dolayısıyla sandığa sadece oturduğumuz yerden, ona gösterilen açıdan bakmaya devam ederiz. Hükümetlerin illüzyonu da böyledir. Resmi açıklamaya inanacaksın. Yerinden kalkıp gidip yerinde sandığı kurcalama potansiyeline sahip olduğu için de hiçbir yönetim gazeteciliği sevmez. Hem elini boş olduğu iddia edilen şapkaya, sandığa vs sokarsan oralarda bir yerde 45 dereceli bir aynanın arkasına gizlenmiş, sıkıştırıldığı için de öfkeli bir hayvan elini de ısırabilir.
Jillette bize bir örnek daha veriyor: Oyun kağıdı destesi hilesi. İllüzyonistler desteyi elimize verirler ve iyice karıştır derler. Biz kontrolün elimizde olduğu düşüncesiyle istediğimiz gibi desteyi kararken, sihirbaz hiç oralı değilmiş gibi rahatlık sergiler. Bu, ‘kontrol bende değil sende’ tavrını takınması önemlidir. Sonra da ‘desteden istediğin bir kart seç’ der. Yine aldırmazlık tavrı ile bize özgür şekilde seçim yaptığımız duygusu yaşatır. Karta bakarız, ezberleriz ve ona göstermeden iade ederiz. Sihirbaz hala hiç oralı değil gibi davranır. Aslına bakarsanız, desteyi karmamızın, hangi kartı seçtiğimizin hiçbir önemi de yok onun için. Onun için tek önemli olan bizden aldığı kartı nereye koyacağı. O kartı kontrolünde tutma konusunda her sihirbazın ayrı bir yoğurt yiyişi vardır. Kartı güya bizden aldıktan sonra desteye katar gibi gözükürler ama bizi konuşma bombardımanına tutup dikkatimizi dağıttıkları bir anda kartımızı destenin üstüne geçirip kontrollerine alırlar. Sonra da göstermelik birkaç kez desteyi kesip kararlar. Ama kart hep üstte veya kontrollerindedir. Sihirbaz Jillette, burada bizim kartı verdikten sonra desteye hiç müdahil olmamamıza dikkatimizi çekiyor. Yani, biz kartımızı seçtikten sonra kenara çekilmek yerine bir kez daha desteyi elimize alıp karsak, bay sihirbaz kartın kontrolünü kaybedecek ve gerçek ortaya çıkacak. Ama bir şekilde yapmayız bunu. Sihirbazın yeteneğidir bu; Bütün süreç boyunca bu senin iraden, kontrol sende duygusu yaşatır ama bizim desteye bir daha dokundurtmamayı, böyle bir şüphe duymamamızı da sağlar.
"Bütün politik sistemimiz, işte bu, kuşkumuzun, biz farkında olmadan askıya alınması üzerine kuruludur. Yüreğimizin derinliklerinde bir yerde liderlerimizin, gerçek bir sihirbaz olmadığını sadece illüzyon yaptığını biliriz ama söyledikleri gibi gerçek bir sihirbaz olmalarını da çok arzu ederiz. Gösterinin bize dayatılan kuralını sadece bir an çiğneme cesareti göstersek her birinin çıplak gerçeğini ortaya çıkarırız" diyor Jilette.
Yani bir illüzyonistin en büyük yardımcısı, güzel giyimli veya güzel giyimsiz asistanı değil. Tavşan hiç değil. Şapka kesinlikle değil. Bir illüzyonistin sahnedeki en büyük yardımcısı beynimizdir. Dikkatimizi, bakışımızı sahnede bir çerçevenin içine yoğunlaştırıp, çerçevenin dışında istediklerini el çabukluğuyla art arda yapar. Ve hile bizim gözümüzün önünde gerçekleşmesine rağmen, bütün dikkatimiz çerçevenin içine yoğunlaştığı için, baktığımız halde gerçeği görmeyiz. Anadoluda bu işi yapanlara 'gözbağcı' denir ki bence illüzyonistin gerçek Türkçe çevirisi de budur.
İşte bu nedenle llüzyonistin yaptığı işe, insanların dikkatini yönetme sanatı da diyebiliriz. Halkın dikkatini yönetme, illüzyonist ile politikacının en ortak noktasıdır. Bunu başaran politikacı sandıktan, illüzyonist de şapkadan istediği tavşanı çıkarabilir.
Jillett'in de dediği gibi bütün modern politika bir tür illüzyon gösterisine dönüşmüş durumda. Çok kompleks bir konuyu 'evet - hayır' basitliğine indirgemesiyle referandumlar da içinden tavşan çıkarma konusunda çok elverişli şapkalar. Pennsylvania referandumunda olduğu gibi hemen her referandumun bir gerçek sorusu bir de halka sunulan sorusu vardır. Brexit diye anılan referandumun gerçek sorusu İngiltere'nin Avrupa Birliğinden ayrılmasıydı. Ancak sokağa yansıyan ve herkesin haftalarca çılgınlar gibi tartıştığı soru, Müslümanların İngiltere'ye gelmesine engel olalım mı olmayalım mı şeklindeydi. Bunun, AB'de olmak veya olmamakla doğrudan bir ilgisi yoktu. AB ülkeleri arasındaki serbest dolaşım hakının devamından yana olduğu halde, referandumda Brexit lehinde kampanya yapan çok sayıda isim olması bu kafa karışıklığındandı. Yaratacağı politik ve ekonomik koşullar nedeniyle, orta ve uzun vadede hayatlarına ülkelerine çok daha muazzam etkileri olacak AB'den ayrılma konusu referandumda, 'Müslümanların gelip gelmemesinin' gölgesinde kaldı.
Türkiye’deki 16 Nisan referandumun bence gerçek sorusu da son haftaya girilmişken hala gündeme gelmiş değil. Referandumda halka sunulan ‘çerçeve'ye baktığımızda, ‘Evet’ oyunun yönetiliş şeklimizde ‘değişim’ getirmeye çalıştığı, ‘Hayır’ oyunun ise ‘statüko’yu korumaya çalıştığı fikrine kapılıyoruz. Oysa gerçekte olacak olan bunun tam tersi. Türkiye’ye çok uzaktan bakmamın neden olabileceği yanılma olasılığımı da mahfuz tutarak gördüğüm şu ki, ‘Evet’ oyu, Türkiye’nin bugünkü ‘fiili’ yönetilme şeklini, bir iki detay engeli kaldırması dışında anayasal hale getirmekten başka birşey değil. Türkiye'nin bin kusurlu parlamenter sistemi zaten 2015'teki 'fiili durum' ilanından beri yok hükmünde. Ve son iki yıldır, zaten, Anayasa değişikliği teklifinin öngördüğü yönetim sistemini fiilen yaşıyoruz. Yani ‘Evet’ dersek ülkede bir şeyi değiştirmeyeceğiz, ülke yönetiminde son iki yıldaki fiili statükonun, anayasal statüko haline gelmesine ‘EVET’ demiş olacağız, hepsi bu.
‘HAYIR’ oyu ise Türkiye’nin mevcut yönetim şeklinin anayasal nitelik kazanarak kalıcı hale gelmesine onay vermemektir. Her ne kadar ‘hayır’ diyen herkesin gerekçesi farklı olsa da tamamının ortak noktasının, ülke yönetimindeki fiili statükoda bir değişim arayışı olduğu çok açık.
Sonuçta ülke için hangisi iyi hangisi kötü olur ayrı bir tartışma konusu. Yazının konusu o değil. Ama, Evet’in 'değişim', Hayır’ın ise ‘statüko savunuculuğu’ olarak sunulmasındaki ustalığa hayranlığımı dile getirmeye çalışıyorum. Ülke nüfusunun çok büyük bölümünün ülkenin mevcut halinden şikayetçi olduğunu düşünürsek, bence çok başarılı bir sunum... Seyircinin çok önemli bir kesiminde kuşku duygusunu, onlar farkına bile varmadan askıya alıyor.
Peki, eğer gerçek soru, ‘parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi?’ değilse, 16 Nisan referandumun gerçek sorusu ne? Bence anayasa değişikliği teklifinin içeriğini halka dürüstçe açıklayan ve oy pusulasında da yazılması gereken gerçek soru şu:
"Türkiye’nin mevcut fiili yönetim şeklinden memnun musunuz? Bu yönetim şekli anayasal statü kazanarak kalıcı hale gelsin mi?"
@CemalTdemir