13 Haziran 2012

Laiklik neden önemlidir?

Cumhuriyet’in, kuruluşundan beri çarpık bir laiklik anlayışı olageldi. Zaman içinde bu çarpıklık hâli farklı görünümler ve içerikler kazandı

Cumhuriyet’in, kuruluşundan beri çarpık bir laiklik anlayışı olageldi. Zaman içinde bu çarpıklık hâli farklı görünümler ve içerikler kazandı. Genel eğilim çarpıklığın derinleşmesi yönünde oldu. Şimdi ise, Türkiye’nin kurulduğundan beri fiilen bir Sünni devleti olmasından dolayı -1928’de Anayasa’dan “Devletin dini İslamdır” ibaresinin kaldırılması bu fiili durumu değiştirmemiştir- doğuştan kör topal olan laiklik anlayışı, ölüm döşeğine yatmış durumda.

Başkanlık sistemine geçilip geçilmeyeceğine, 2015’te oluşacak meclis aritmetiğine ve yeni anayasanın akıbetine bağlı olarak; AKP’nin 4. iktidar döneminde laikliğin son kalıntılarının da toza dönüşüp rüzgâra karışabileceğini düşünüyorum. Bu, kayda değer bir olasılıktır. 

Hemen hatırlamak gerek, bir siyasal sistemin belli bir oranda seküler (din-dışı) olması, insanların inançlarını ve inançsızlıklarını özgürce yaşayabilmesi, o rejimin demokratik sayılması için önkoşuldur. Ama bir ülke laik olmadığı halde demokratik olabilir. İngiltere’de Kraliçe Anglikan Kilisesi’nin başıdır, Yunanistan’ın resmi dini Ortodoksluktur, Almanya’nın anayasası ve yasalarında dine atıf yapan maddeler bulunmaktadır.

Halkı bize benzediği için Yunanistan’ı Türkiye ile karşılaştırabiliriz. Yunanistan’ın bir din devleti olmasının yanı sıra, Yunan halkıda Türkiye halkından kesinlikle daha az dindar değildir. Ama Yunanistan’ın Türkiye’den daha demokratik olduğuna şahadet edebilirim.

Askeri rejim sonrası cunta üyelerini ömür boyu hapse atmakla yetinmeyen Yunanistan, darbe dönemine ait kurum ve kuralları da ivedilikle tarihin çöplüğüne göndermişti. Bizde ise 12 Eylül’ün getirdiği kurum ve kurallar pekişerek yaşadı, yaşıyor. Birer ayağı çukurda olan iki eski darbeci generali yargılamaktan başka, sahici bir hesaplaşma namına hiçbir şey ama hiçbir şey yapılmıyor, 30 küsur yıl sonra bile.    

Laiklik beraberinde illa ki demokrasiyi getirmiyor. 1940’ların ortasına kadarki Türkiye Cumhuriyeti de bunun kanıtıdır. Ancak başta da belirttik, bir siyasal rejim ister Fransa tipi keskin laik olsun (yani din, devletin kurum, kural ve faaliyetlerinin tamamen dışında tutulsun), ister İngiltere gibi seküler olsun; dinin belli oranda devletten ayrılması ve insanların inançlarını ve inançsızlıklarını diledikleri gibi yaşayıp ifade etmeleri demokrasiden söz edebilmemiz için şarttır. Aksi takdirde o rejim faşizan, otoriter, yarı demokratik, ileri demokratik vs. olabilir, ama demokratik olamaz.   

İşte laiklik bunun için önemlidir, hem de çok önemlidir (laiklik dememe takılmayın, Yunanistan resmen laik değil ama yeteri kadar seküler bir ülke, bu açıdan onu da bir tür laik addedebiliriz.)

 

Dün kör topaldı, bugün ölüm döşeğinde

 

Türkiye’de, tarihsel açıklaması başka bir yazının konusu olabilecek hastalıklı laikliğin AKP’nin “ustalık dönemi”nde ölüm döşeğine düşmesi gerçekten hızlı oldu. Kürtajın aslen dini gerekçelerle yasaklanmak istemesi, Diyanet’in buna fetvayla olur vermesi, tartışmanın sürekli “dinen caiz midir?”ekseninde yürütülmeye çalışılması bunun son örneği.

Son birkaç ayda olup biten diğer şeyleri kısaca hatırlayalım; laik bir devletin başbakanının asla söylememesi gereken bir şeyi söyleyip (kamunun kaynaklarıyla) dindargençlik yetiştirme projesinden bahsetmesi, 4+4+4 ile eğitimin kısmen dinselleştirilmeye çalışılması, pek çok lisenin imam hatip lisesine çevrilecek olması, Başbakan’ın –sözüm ona dili sürçerek– tek dinden bahsetmesi, Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin birkaç gün önce aldığı sevişme dediğin efendice olur kararı… 

Aslında bir diğer bakış açısına göre olan biteni “Türk tipi” laikliğin ölüm döşeğine düşmesi olarak değil, onun sürekliliği olarak okumak da mümkün. Şeyhülislamlık müessesesinin Cumhuriyet’te Diyanet olarak yeniden yapılanması, devletin dini kontrol altına alarak kullanması anlamına geliyordu. AKP iktidarıyla bu, aşama kaydederek, devam ediyor.

Devlet eliyle toplumun dinselleştirilmesi projesinde Diyanet büyük öneme sahip. Bütçesi Dışişleri Bakanlığı bütçesinin üç katı. Başarısız olan Alevi dedelerini maaşa bağlama projesini hatırlatır biçimde, Kürt illerindeki 1000 küsur melenin (mollanın) Diyanet kadrosuna alınması kararlaştırıldı. Hükümet 5 ay önce Diyanet’e 9 bin sözleşmeli personel alınacağını duyurdu. Sömestr tatilinde binlerce öğretmen, öğrenci ve veli Umre’ye götürüldü. Ev ve işyeri ziyaretleri yapacak olan “aile imamı” projesi hayata geçirildi. Samsun’da il müftüsü 20 kişilik bir ekiple meyhane, kahvehane, spor merkezi gibi yerlerde din eğitimi verileceğini açıkladı. 

Örnekler gani gani. Son olarak Başbakan Yardımcısı Bozdağ, dinin vicdana hapsedilemeyeceğini, toplumsal yaşamın her alanını düzenlemesinin doğal olduğunu söyledi. Aslına bakarsanız açıksözlülüğünden ötürü kendisine teşekkür bile edilebilir.

 

Avrupa’da durum nasıl?

 

Avrupa’ya baktığımızda sol siyasetlerin geçmişten günümüze laikliğin savunucusu olduğunu görüyoruz. Fransa’da sol tarihsel olarak eşitlikçi bir cumhuriyetçiliğin ve laikliğin savunucusu olageldi. Buna karşılık sağ aristokratik değerlerin ve Katolikliğin savunucusu oldu. İspanya’da Franco sonrası geçiş döneminde yeni rejimin nitelikleri üzerine sağ ve sol partiler arasında; Kilise-Devlet ilişkisi, laik eğitim, boşanma ve kürtaj konularında anlaşmazlık çıktı (ancak anlaşmazlıklar sonradan çözüldü).

Almanya’da sosyal demokrat SPD içinde oluşturulan bir laiklik çalışma grubu, okullardaki din derslerinin ve kilise vergisinin kaldırılması, Anayasa ve yasalardan dine atıf yapan maddelerin ayıklanması talebiyle ortaya çıktı. Yeşiller ise bir yandan çok-kültürlülüğü savunurken bir yandan da laikliğe önem veriyor. Örneğin 2008’de Bavyera’daki okullardan haç ve diğer dini sembollerin kaldırılması için kampanya başlatmışlardı.

Hatta Almanya’da sadece sol değil, liberal FDP’nin Genel Sekreteri de din ve devletin kesin sınırlarla ayrılmasını istedi, siyasette git gide dine daha fazla referans yapıldığını ancak asıl referansın Cumhuriyet değerleri olması gerektiğini söyledi iki yıl önce.(Almanya siyasetindeki laiklik tartışmalarına dair Selami İnce’nin 24 Ekim 2010 tarihli BirGün yazısını şiddetle tavsiye ederim, tüm bu bilgileri de oradan aldım). 

Laiklik yanlısı olmak solda olmayı gerektirmez, ancak sol laiklik yanlısı olmak zorundadır. Türkiye’de laiklik Fransa’daki gibi burjuvazinin ve bilhassa işçi sınıfının devletle/kiliseyle çatışmasına benzer bir şekilde oluşmadı, onun yerine tepeden indi. Ve bugüne kadar pek çok anti-demokratik icraata da gerekçe teşkil etti (parti kapatmalar, türbanlı kadın öğrencilerin üniversiteye sokulmak istenmemesi vs.).

Türkiye’de “tabandan” laiklik mücadelesi verme geleneği pek yok. Toplumun devlet eliyle dinselleştirilmek istenmesi ise başta kadınlar olmak üzere, sadece solda duranlar değil, bütün demokrat yurttaşlar için bir mücadele zorunluluğunu beraberinde getiriyor. Toplum olarak tabandan laiklik mücadelesi vermeye pek alışık değiliz. Dolayısıyla devletin laiklikten vazgeçmesi halkımız için bir olgunlaşma, bir rüşt ispatı olanağını da beraberinde getiriyor. Bakalım bu sınavı geçebilecek miyiz? 

Yazarın Diğer Yazıları

T24’ün Taraflaşması: Buna gerek yoktu

Bu yazıyla birlikte T24’ten kopuyorum. Veda yazımdır...

CHP ve Sol

60’ların ortalarına doğru TİP’in yükselişinin CHP’yi sola çektiği genel geçer bir bilgidir. Doğru da bir bilgidir. Ancak bunun nasıl cereyan ettiğine dair doyurucu içeriğe sahip bir açıklamayı pek az insan yapabilir.

Tekkeyi bekleyen çorbayı içer

2010 referandumuna kadar Türkiye’nin hâkim entelijansiyası liberaller ve sol liberallerdi. AKP’nin organik aydınları, yani İslamcılar ve İslamcı kökenliler sivil toplumda, iktidarın hegemonyasına...

"
"