18 Temmuz 2012

Evet, ittifak

CHP ve BDP’nin önümüzdeki yerel ve genel seçimlerde ittifak yapmalarının gerektiğini savunduğum yazı olumlu-olumsuz pek çok tepki aldı...

CHP ve BDP’nin önümüzdeki yerel ve genel seçimlerde ittifak yapmalarının gerektiğini savunduğum yazı olumlu-olumsuz pek çok tepki aldı. Olumlu tepkiler görebildiğim kadarıyla daha fazlaydı ama kayda değer miktarda eleştiri de geldi. Ve bu eleştirilerin de, hepsi değilse bile, önemli bir kısmı dikkate alınmayı hak ediyor.

Türk ve Kürt ulusalcılarından gelen olumsuz tepkiler, en az şaşırtıcı olanlardı. CHP seçmenlerinin bir araya geldiği çeşitli internet forumlarında ulusalcı yanı ağır basanlarla sosyal demokrat, özgürlükçü ve eşitlikçi yanı ağır basanların o yazıda savunulan fikir üzerine kıyasıya tartıştığını görmek bendenizi umutlandırdı.

Şaşırtıcı olmayan eleştirilerin bir kısmı da liberal ve sol-liberal görüşteki insanlardan geldi. Türkiye’nin bugününü ve yarınını isabetli tahlil edemeyenlerden, Kürt sorunu dışındaki bütün “hot topic”lerde –yakıcı meselelerde– objektif olarak Devletin Sol İçindeki Partnerleri konumunda bulunanlara kadar (işin sübjektif kısmını bilemiyorum, yani bu insanların başını çekenler nasıl bir sürece katkı verdiklerinin bilincinde midirler gerçekten bir fikrim yok), genişçe bir skalayı oluşturuyor sol-liberaller.

Sol-liberal paradigmanın farkında olarak ya da olmayarak etkisi altında bulunanlarda, her kilide sokulan maymuncuk misali sık başvurulan, kendinden menkul bir “ulusalcılık” eleştirisi, daha doğrusu takıntısı –ve buna bağlı olarak da CHP takıntısı– gözlemleniyor. Bakış açılarındaki marazi durum, söyledikleri kimi şeyler olgusal açıdan doğru bile olsa, bu kesimin eleştirilerinin ciddiye alınmasını maalesef olanaksızlaştırıyor.

Herhalde biraz da meşrebimden dolayı en çok kaale aldığım eleştiriler ise, Kürt ve Türk sosyalistlerinden gelenler. Dağhan Irak’ın (bkz. http://baskahaber.blogspot.com/2012/07/chp-bdp-ittifak-uzerine.html) ve Taylan Özgür Yıldız’ın ( http://kontrasalvo.blogspot.com/2012/07/turkiye-solunun-karasevdas-chp.html#more ) değerlendirmelerini bu yazıya taşıyacağım.

 

Tarihsel bagaj ne kadar ağır?

 

Ancak bu değerlendirmelere geçmeden önce değinmek istediğim bir şey var. Daha ziyade Kürt tarafınca seslendirilen, CHP ile BDP’nin günümüzdeki olası ittifakına engel olarak gösterilen tarihsel bir gerekçe mevcut.

CHP’nin devletin kurucu partisi olduğu, Türk ulusu yaratma projesinin mimarı olduğu ve özellikle 1930’lu yıllarda (ve öncesinde de) Kürtlere yönelik asimilasyon ve katliamların müsebbibi olduğu hatırlatılıyor.

Bu söylenenlerin hepsi doğru. Ancak bunları hatırlatıp sonra bir anda 80 yıl sonrasına atlayarak bugüne dair söz söyleyenler, farkında olmadan, Dersim tartışmalarında Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu paradigmayı benimsemiş oluyorlar (hiç öyle bir niyetleri de olmadığı halde). Atatürk’ün ve CHP’sinin başta olduğu bir dönemde gerçekleştirilenDersim katliamı geçen yıl tartışılırken, yazar Sema Kaygusuz Başbakan’ın tavrına dair önemli bir saptamada bulunmuştu: “Suçu CHP’nin üzerine atarak devleti aklıyor, kurnazca devletçilik yapıyor. Özür böyle dilenmez”. (mealen) 

CHP o zaman devletti ve devlet de CHP’ydi, tıpkı bir zamanlar Said-i Nursi ve Mehmet Akif de dahil olmak üzere hemen herkesin İttihatçı olması gibi. Dersim katliamında Başbakan olan Celal Bayar, sonradan DP’yi kurdu –tarihsel mirası günümüzde AKP tarafından sahiplenilen DP’yi. Bu partiyi kuranlar başta olmak üzere, daha sonra farklı siyasetlerde yer alan, CHP’yle kıyasıya mücadele eden pek çok kişi 1940’ların ortalarına kadar CHP’liydi.

Aradan geçen onca yılda hayat değişti, toplum evrildi, Türkiye durmaksızın dönüşüm geçirdi. CHP de bundan nasibini aldı. CHP’nin örgütsel, siyasi, ve nihayet ideolojik dönüşümlerini, bazen ileriye bazen geriye gidişlerini, yalpalamalarını anlatmanın yeri burası değil. Gün geldi bu parti İsmet İnönü’ye bile “buraya kadar” dedi. Bunlardan bahsetmemin sebebi şu; eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih boyunca Kürtlere ettiklerinin faturasını kesecek güncel muhataplar arıyorsak; AKP’siyle, CHP’siyle, MHP’siyle bu fatura günümüzün düzen partilerine eşit oranlarda kesilmelidir.

 

'Bir ortak geçmişimiz var, bir de hep açık yaralar'

 

Hatta belki CHP’ye daha küçük bir pay bile kesilebilir. Bu parti ve ardılları 1950’den beri sadece 11 yıl iktidarda yer almıştır (tamamı da koalisyonla). Ardıllarından SHP, 80’lerin sonu ve 90’ların başında Kürt sorununda, demokrasi ve insan hakları konularında ANAP ve DYP’ye göre çok daha ilerici bir konumda bulunmuştur. Ecevit’in 1977’de aldığı yüzde 42 oyun yüzde 6’sının Kürt oyu olduğu söylenir. O seçimde CHP’den, 10 yıl sonra da SHP’den seçilen Ahmet Türk’ün, keza uzun bir süre CHP/SHP’de bulunmuş Kürt siyasetinden diğer pek çok insanın o zamanlarşuursuz oldukları için orada olduklarını düşünen yoktur herhalde. 

AKP iktidara gelince ulusalcılık batağına saplanan CHP’nin tabanının böylesi bir ittifaka “alıştırılmasının” zaman alacağının farkındayız. Aynı zahmetli sürecin BDP seçmeni için de yürütülmesi gerekecektir. Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunu konusundaki aşırı çekingen ve temkinli halinin bir hayal kırıklığı yarattığı da vakidir. 12 Haziran seçimlerine kadar bu tutumu sürdürüp sonrasında biraz daha cesurlaşacağını öngördüğüm Kılıçdaroğlu, bunu yapmayarak bendenizi de yanılttı.

Yanına terör, Güneydoğu gibi kelimeleri ekleyerek de olsa en nihayetinde Kürt sorununun adını koyabilen CHP lideri (bkz. dünkü konuşması), “yetki verin, bu coğrafyayı anaların ağlamayacağı bir barış cennetine dönüştürelim” diyerek (aynı konuşma), son derece temkinli bir şekilde de olsa kendisine bir kredi açılmasını hak etmektedir. Hele ki “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” diyen bir Başbakan’ın yönettiği ve İdris Naim Şahin gibi bir İçişleri Bakanı’nı içeren bu hükümet baştayken.

Şimdi gelelim Irak ve Yıldız’ın değerlendirmelerine. Yıldız özetle şunları belirtiyor: “BDP’nin demokratik özerklik ve anadilde eğitim talepleri var, CHP bunlara hiç yanaşmıyor. CHP’nin ana seçmen kitlesi kıyı kentlerinde yaşayan orta-üst sınıf mensubu laik Türklerdir, BDP seçmeni ise CHP’yle yan yana düşüyor olmaktan çekinir, referandum sürecinde görüldüğü gibi”. (Başka eleştirileri de var).

 

Her konuda tabii ki anlaşılmaz

 

BDP ile CHP arasında çok temel ayrımlar var ve kısa vadede bu ayrımların ortadan kalkması mümkün değil. Demokratik özerklik ve anadilde eğitim gerçekten de böyle konular. Ancak iki partinin ortaklaşabileceği konuların sayısı daha fazladır. İfade ve örgütlenme özgürlüğünün genişlemesi, üniversite reformu, seçim sistemi reformu, yargı reformu akla gelen başlıklar.

Hayal gücümüzü çalıştıralım. Diyelim ki gelecek seçime kadar iki parti arasında bir takım temaslar gerçekleştirildi. Seçim yaklaşınca kurulacak ittifakın 5 ila 10 maddelik bir protokolü açıklanacaktır. O protokolde şöyle denemez mi:

“Ey kamuoyu, biz anti-demokratik Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu’na karşı, bir seçim ittifakına gidiyoruz. Şu, şu konularda aramızda ciddi görüş farklılığı vardır. Ancak bu, bu konularda görüş birliği içindeyiz. Seçimden sonra, meclisteki yasama faaliyetleri süresince demokratikleşme alanında ortak hareket edeceğiz. Ortaklaşmadığımız şu, şu konularda ise ayrı çizgilerimizi sürdüreceğiz”. 

CHP’ye yönelik, AKP’nin dile getirdiği “sahil partisi” tanımlamasını, AKP’ye çok uzak kesimlerin bile yer yer benimsediği görülüyor. Ben “medyan” CHP seçmeninin 29 Ekim’de elinde bayrakla Bağdat Caddesi’ne çıkan emekli amca veya sarışın genç kız olduğuna kani değilim. 15 milyonluk devasa İstanbul’da CHP’nin oyu yüzde 30’un epey üzerindedir. CHP Ankara’nın doğusunda Erzincan, Adıyaman, Trabzon, Ardahan, Malatya, Dersim, Antep, Konya, Niğde, Maraş ve daha pek çok ilden milletvekili çıkarmıştır. 

Yukarıda adı geçen ve geçmeyen İç-Doğu ve Doğu illerinin çoğunda BDP’li adaylara yüzde 5’ler civarında oy çıkarttıracak kadar fazla, ancak onları milletvekili seçtiremeyecek kadar az Kürt yurttaş yaşıyor. Bir önceki yazıda savunduğum “güç birliğinin faydaları” faslına, buralardaki CHP ve BDP oylarının birleşmesinin her iki partiye de yarayacağı hususunu da ekleyin.

 

İki parti de seçmenini tanımalı, yoklamalı

 

Dağhan Irak’ın değerli yazısında ise en önemli nokta şu: “Her iki partinin seçmenine de ‘oy vereceğiniz 2. parti hangisidir?’ ve ‘hangi partiye asla oy vermezsiniz?’ soruları sorulmalı. Sandıkta x ve y kadar oy almış iki parti ittifak yaparsa, alacakları toplam oy x+y olmayabilir. Kimi durumlarda bundan daha bile fazlasını alırlar, kimi durumlarda ise daha azını alırlar”.

Dağhan bunu çok çarpıcı bir biçimde ifade ediyor. 2+2 her zaman 4 etmez, eğer her iki partinin seçmeni de diğer partiye çok soğuksa, 2+2 toplamda 1.5 bile etmeyebilir diyor. Haklı, hem de çok haklı. 
Ben her şeye rağmen, elimde o yönde veya bu yönde ampirik bir veri olmasa da, biraz da sezgisel olarak diyelim; aceleye getirilmemiş, parti örgütlerinde ve orta ve üst düzey yönetici kadrolarca layıkıyla tartışılmış, yakınlaşma (en azından diyalog) sürecinde seçmen kitlelerine yönelik PR çalışmalarıyla desteklenmiş, yaklaşık iki yıla yayılmış bir projenin; hele bir de silahların sustuğu, çözüm umutlarının yeniden yeşerdiği bir konjonktüre denk gelirse; başarılı olacağına inanıyorum.
Bu yüzden, evet ittifak diyorum.

Bu ittifaka yerel seçimde ve/veya genel seçimde gidilebilir. Genel seçimde olursa BDP’yi bir önceki yazıda anlattığım “yurtdışı oyları” handikabından koruyacak, daha fazla ilden vekil kazanmasını sağlayacak, bazı illerdeki vekil sayısını ise arttıracak bir proje. CHP’nin ise hem Kürt illerinde hem de batıdaki Kürt nüfuslu illerde daha fazla sandalye kazanmasını sağlayacak, her halükarda AKP’ye kan kaybettirecek bir proje.

Fark, böyle yaratılır

Öngörüm şu ki; ittifak CHP oylarını oransal olarak zıplatmasa da, bu partinin MHP’ye kaybedeceği kadar sandalyeyi BDP yardımıyla kazanmasını sağlayacaktır.

Her şeyi bir kenara bırakalım. Kılıçdaroğlu ortada 30-35 yıldır bir cenaze olduğunu, kimsenin bunu kaldırmaya cesaret edemediğini, çözümün adresinin meclis olduğunu, herkesin taşın altına elini koyması gerektiğini söylüyor.

Diyelim ki BDP’yle ittifak yaptınız, oyunuz yüzde 26’da kaldı, 135 milletvekili yerine de 130 tane kazandınız (kötümser senaryo). Karşılığında ise 35 yıllık sorunun legal ve parlamenter muhatabı, sizin yardımınızla anti-demokratik seçim mevzuatını, onun görünen ve görünmeyen barajlarını yıktı geçti, meclise 60 kişi soktu. 

AKP ilk defa bir seçim gecesini buruk geçirdi. 

Değmez mi?

Sosyal demokrat bir parti böyle bir şeye cesaret edemez mi?

Yazarın Diğer Yazıları

T24’ün Taraflaşması: Buna gerek yoktu

Bu yazıyla birlikte T24’ten kopuyorum. Veda yazımdır...

CHP ve Sol

60’ların ortalarına doğru TİP’in yükselişinin CHP’yi sola çektiği genel geçer bir bilgidir. Doğru da bir bilgidir. Ancak bunun nasıl cereyan ettiğine dair doyurucu içeriğe sahip bir açıklamayı pek az insan yapabilir.

Tekkeyi bekleyen çorbayı içer

2010 referandumuna kadar Türkiye’nin hâkim entelijansiyası liberaller ve sol liberallerdi. AKP’nin organik aydınları, yani İslamcılar ve İslamcı kökenliler sivil toplumda, iktidarın hegemonyasına...

"
"