CHP sıkıcı bir parti. Haliyle CHP üzerine yazmak da sıkıcı. Gelgelelim dayandığı toplumsal taban(lar) itibariyle, siyasal gözlemci olma iddiasındaki insanlar için bigâne kalınması olanaksız bir parti. Bu özellikle dünyaya soldan bakanlar için böyle. CHP siyasetinin ana doğrultusu sol olduğu için mi? Tabii ki değil.
CHP’ye oy veren laik burjuvalar ve AKP’ye oy veren İslami burjuvaları bir kenara bırakırsak (ki bu insanların nüfustaki payı devede kulaktır), CHP’nin eğitimli, kentli orta sınıflardan, gençlerden, üniversite öğrencilerinden, aydınlardan aldığı oy oranının, yurt genelindeki toplam oy oranından çok daha fazla olduğu görülmektedir.
CHP’nin, mevzubahis tabanından dolayı sol için ifade ettiği anlam iki boyutlu. Birincisi, parti liderliğinin izlediği çizginin şovenistleşmesi bu kitleyi de şovenistleştiriyor (2000’ler boyunca olan tam da buydu). Ve elbette bunun tersi de geçerli. Tutarlı, kararlı ve mümkünse ikna edici bir (sosyal) demokratlaşma temayülü gösterecek güçlü bir liderlik, belki kısa vadede yüzde birkaç düzeyinde bir oy kaybıyla karşılaşacaktır ama nihayetinde tabanını da dönüştürecektir.
CHP’nin sosyalist sol için ifade ettiği anlamın ikinci boyutunu ise, CHP tabanının (en azından bir kısmının) aynı zamanda sosyalist sol için de potansiyel taban olması oluşturuyor. Sosyalist, devrimci hareketler işçi sınıfını örgütleyip harekete geçirme amacını taşırlar ancak hem günümüzde hizmet sektörünün ve beyaz yakalı büro işçiliğinin genişlemesi, hem de sol siyaseti sıçratacak ilk atlama tahtasının kentli aydın kesimler ve öğrenciler olması (TİP’i hatırlayınız), sosyalist solun gözlerini CHP tabanına dikmesini zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan sosyalistler CHP’nin rakibidir.
Uzun lafın kısası sosyalist sol ile CHP arasındaki ilişki kısmen “işbirliği”ne ancak daha ziyade rekabete dayalıdır, daha doğrusu böyle olmalıdır. “İşbirliği” babında şurası açık ki, Türkiye’de mümkünse sosyal demokrat bir ana muhalefet partisinin olması ve bunun mümkünse AKP karşısında mevzi kazanması, sosyalistler açısından tercih edilir bir şeydir. Rekabet faslına dair söylenmesi gereken şey ise, bu rakipliğin AKP’nin tek-parti devletinin değirmenine su taşır mahiyette olmaması gerekliliğidir. Bu hem sosyalist sol için Mersin’e gitmek yerine tersine gitmek anlamına gelir, hem de faydasızdır: 2007’den beri iktidarın değirmenine su taşıyıp duran liberal sol grupçukların üye sayısının 100-200’ü aştığını duydunuz mu?
Peki CHP şu anda, sosyalist solun, güçlenmesini arzu edeceği bir halde mi? İyimserliğin âlemi yok, bu sorunun yanıtı net bir hayır. CHP şu anda kakofoninin zirvesine varmış, 134 milletvekilini yan yana dizdiğinizde hipermarket çeşitliliği sergileyen, ilerici ve gerici görüşlerin hemen her varyantının seslendirildiği, yönsüz ve bulanık bir parti. Zayıf bir liderliğin idare ettiği, her görüşün ve her sınıfın temsilcisi olmaya çalışan, ancak ne sağdan isimleri milletvekili yaparak sağ seçmeni kendine çekebilen, ne de demokratik sol olma iddiasına rağmen emekçi sınıfları AKP’den kopartabilen bir parti.
Ne ilginçtir ki bugün herkesin temsilcisi olmaya çalışırken pek az kesimin temsilcisi olabilen ve AKP’ninkine benzer bir seçmen koalisyonu inşa edemeyen CHP 1960’larda da bir yön arayışına girmiş; bu arayıştan baskın çıkan istikametin meyvelerini toplamak yıllar sürmüş, partiden büyük kopmalar meydana gelmiş, ancak bugünküne benzer bir bocalama, beceriksizlik, dolayısıyla da siyasetsizlik hali yaşanmamıştı.
Efsanevi siyasetçi Turan Güneş, CHP’deki yön arayışı henüz kendini önemli bir gündem maddesi olarak dayatmamışken, 1962 gibi erken bir tarihte kaleme aldığı makalede “bugünkü statükonun değil, gelecek Türkiye’nin mücadelesini yapmalıyız” der ve ekler: “(…) Herkesi memnun etmeye çalışmayalım. Hangi sosyal gruplara dayandığımızı saptayalım. Kimi vergilendireceğimizi, kimin haklarını ve nasıl savunacağımızı açıkça söyleyelim. Herkesi zengin edeceğiz demekten vazgeçelim”.
Yukarıdaki alıntı dostum ve meslektaşım, İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Yunus Emre’nin Toplum ve Bilim dergisindeki son makalesinden. Emre’nin araştırması “Turan Güneş ve CHP’nin dönüşümü” başlığını taşıyor. Turan Güneş hakkında bugüne kadar yazılmış en önemli eserlerden biri olan makale, CHP tarihine dair akademik literatüre de benzersiz bir katkı niteliğini taşıyor.
Yunus Emre’nin yazdıklarını okuyunca Güneş’in ne kadar da öngörülü ve “çağdaş” bir siyasetçi ve düşünür olduğu net bir şekilde anlaşılıyor. Türkiye’de siyasetin 1960’lara kadar fazilet, bilgi, memlekete hizmet gibi soyut ve anlamsız temalar çerçevesinde yapıldığını belirten Turan Güneş, 60’larla beraber partilerin belirli toplumsal sınıfların farklı çıkarlarının temsilciliğine soyunarak siyaset yapmalarının gerekliliğini fark etmiş ve kuruluşundan beri bir kadro partisi olan CHP’yi kitle partisine dönüştürmenin zaruretini dile getirmiştir.
Güneş’e göre CHP başta işçiler ve köylüler olmak üzere emekçi sınıflara dayanmalıdır, aksi takdirde varlığı git gide anlamsızlaşacaktır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri halk kitlelerinin CHP’ye soğukluğunun farkında olan Güneş, CHP’nin iktidarını memurlar, yerel eşraf ve aydınlara dayandırdığını, halkçılık iddiasının lafta kaldığını belirtir ve 1961 tarihli bir yazısında şu ifadeleri kullanır: “halk toplulukları, yönetime fiilen katılmak şöyle dursun tam tersine –ve en önemli nokta budur– siyasal hatta genel olarak toplumsal yaşamın dışında kaldıkları izlenimine kapılmışlardır”.
İşte Demokrat Parti’yi 1950’de iktidara getiren de kitlelerin daha müreffeh bir yaşam, daha fazla kaale alınma, siyasal yaşamda daha fazla söz hakkı arzusudur. DP’nin başarısının ardında ne irtica, ne de halkın cahilliği vardır. Halkı cahil görerek demokrasinin yürütülmesinin imkânsız olduğunu savunan Güneş, 27 Mayıs’tan sonra yapılan düzenlemelerle Cumhurbaşkanlığına ve senatörlüğe seçilme şartının üniversite diplomasına bağlanmasını, bu diplomayı genelde yüksek sınıf mensuplarının alabilmesine referansla eleştirir: “Bu nasıl solcu ve ileri bir anayasa olmaktadır ki devlet iktidarını belirli bir sosyal sınıfın daha şanslı olduğu diploma esasına bağlamaktadır?”.
Yrd. Doç. Dr. Yunus Emre’nin makalesinde bir de iddialı bir görüş dile getiriliyor. Emre’ye göre 1970’lerde CHP’ye hâkim olan çizgi Ecevit’in şahsında cisimleşen, lider kültüne dayalı, ulusal kalkınmacı bir popülizmdir. Emre bunu partinin 60’ların ortasında başlayan ve teorisyenliğini Güneş’in yaptığı sosyal demokrat dönüşüm sürecinden bir sapma olarak görüyor ve 70’lerin sonunda Ecevit’le Güneş’in aralarının açılmasını buna bağlıyor.
Turan Güneş’in fevkalade öngörülü bir siyaset ve düşünce adamı olduğunu biliyoruz. Ancak 2013’te CHP’nin hâlâ kitlelerin daha iyi bir yaşam özlemine hitap etme konusunda rakibi olan sağ partinin fersah fersah gerisinde kalacağını bence Güneş bile öngöremezdi.