20 Mayıs 2014

Sistem kapitalizm ise emek ve sömürünün ‘modası’ geçmez

Artık kendi çıkarlarını herhangi bir ulusal çıkarın çok ötesinde gören eskinin ulusal veya çok uluslu şirketleri artık koca koca devletlerden bile güçlü ulus-ötesi ekonomik aktörlere dönüştüler bile.

Önce biber gazıyla, TOMAsıyla, yaralı ve gözaltına alınanlarıyla, fiili sıkıyönetimiyle 1 Mayıs

Hemen sonrasında Soma katliamı

Ortaya çıkan acı ve korkunç tablo gösterdi ki, alındığı iddia edilen güvenlik önlemleri yetersiz ya da yok; yapıldığı söylenen denetimler en iyi ihtimalle dostlar alışverişte görsün şeklinden öteye geçmemiş. İktidar, ‘olur öyle’ diyor. “Bu işin fıtratında var” diyerek yeraltında hayatını kaybeden ve yaralanan yüzlerce işçinin üzerini bir kez daha örtmeye çalışıyor.

Peki, ‘olmaz öyle’ diyecek kim? Devletin ve sermayenin işçi hareketinin demokratik haklarını gasp etmesini engelleyecek; daha da önemlisi insanları bile bile ölüme göndermesine karşı duracak olanlar kim?

İlk akla gelen tabi ki, güçlü bir işçi hareketi. Tarih de gösteriyor ki, haklar kimseye durduk yere verilmemiş. Haklar toplumsal mücadelelerle ile alınmış. 19. yüzyıldan 20. Yüzyılın ortalarına kadar da işçi hareketi mücadelenin başını çekmiş.

Emeğin ve sömürünün modası geçmiş kavramlar olarak kabul edildiği, unutulduğu bu zamanlarda ise, ancak ‘yeni’ bir işçi hareketi bu gidişata dur diyebilir. Örgütlenmesiyle, stratejileriyle, kurduğu ittifaklarıyla ve genişleyen mücadele alanıyla kendisini yenileyen; yereli ve küreseli birleştiren; kapitalist küreselleşmeye karşı mücadele eden diğer hareketlerle bağlar kuran bir işçi hareketi.

 İşte bu yüzden, Soma’daki gibi bir acının tekrar yaşanmaması için,  işçi hareketi ve sendikaların kapitalist küreselleşme karşısındaki imkan ve imkansızlıklarını konuşmanın tam sırası.

Önce kapitalist küreselleşmeden başlarsak…

Dünya 1970’lerden itibaren coğrafi olarak yayılan, kapsadığı alan ve konular açısından derinleşen ve kurulan sınırlar-ötesi ilişkilerin sıklığı bakımından yoğunlaşan bir kapitalist küreselleşme sürecine girdi.

Buna bağlı olarak, ekonomik alanda dünya sınırlarla bölünmemiş koca bir pazara dönüşmekte. Dev şirketler üretim, yönetim, pazarlama ve satış gibi temel faaliyetlerini dünyanın geneline yaymakta. Artık kendi çıkarlarını herhangi bir ulusal çıkarın çok ötesinde gören eskinin ulusal veya çok uluslu şirketleri artık  koca koca devletlerden bile güçlü ulus-ötesi ekonomik aktörlere dönüştüler bile.

Burada belirtilmesi gereken, emperyalizmden farklı olarak, kapitalist küreselleşme ‘dışarıdan’ dayatılan bir proje değil. Yerel, ulusal ve küresel olanın iç içe geçtiği bir süreç. Adını ne koyarsanız koyun -birinci dünya-üçüncü dünya, gelişmiş-gelişmekte olan, Kuzey-Güney, merkez-çevre- tüm ulus-devlet merkezli ayrımların ötesinde, her toplumun ‘kapitalist küreselleşmeci’ aktörleri bulunmakta. Yani uluslararası finans örgütleri ve ulus-ötesi sermaye kadar, ‘yerel’ siyasal, ekonomik ve kültürel aktörlerin bir kısmı da küreselleşmenin sürmesine katkı yapmakta.[i]

‘Küreselleşmeci’ hükümetler, siyasetçiler ve bürokratlar da, deregülasyon, ticaretin serbestleştirilmesi, işgücünü esnekleştirilmesi, özelleştirme gibi uygulamalara imza atarak kapitalist küreselleşmenin faal bileşeni olmaya devam etmekte.

Bu karmaşık sürecin bir özelliği de, her yerde aynı şekil ve yöntemlerle işlememesi. Kapitalist küreselleşmenin genel prensipleri tarihten gelen yerel dinamiklerle birleştiğinde ortaya farklı sonuçlar çıkarmakta. İktidardaki ‘küreselleşmeci’ siyasal aktörler hikmetinden sual olunmayan devlet geleneğini üzerine bir elbise gibi geçirip, liberal demokrasiyi kendi meşrebince uygulamaya kalkışınca ortaya Türkiye’de olduğu gibi kapitalist küreselleşmenin otoriter hâli çıkmakta.  Üzerine bir de adam kayırmacılık, yandaşlık, patronaj ilişkileri ve yolsuzluk da eklendiğinde içinde yaşadığımız durum daha da vahimleşmekte.

‘Yerli’ sermaye tarafından işletilen, üretilen kömürün devlete satıldığı Soma’daki madeninin kapitalist küreselleşmeyle ilgisine gelince…

Bu küresel dünyada avantaj sağlamanın en önemli yolu emeğin ve enerjinin ucuz olmasından geçiyor. Ancak böylelikle maliyetlerini düşürmek için üretim faaliyetlerini göz açıp kapayana kadar bir yerden başka yere kaydıran ulus-ötesi sermayeye cazip olanaklar sunuluyor. İşte o zaman kömürün tonu 140 dolar yerine 23.8 dolara üretiliyor. İşçinin ücretinden, can güvenliğinden kısılarak. Bu esnada, birikimine devam eden ‘yerli’ sermaye de çeşitli yollarla doğrudan veya dolaylı olarak küresel ekonominin bir parçası oluyor.

Sendikalar ve buna bağlı olarak işçi hareketi ise, dünya genelinde kapitalist küreselleşmeye karşı bugüne kadar pek parlak bir sınav veremedi.

Kuşkusuz bunda ekonomideki yapısal değişikliklerin ve dünya işgücündeki dönüşümün büyük payı var. Sanayi üretiminin, emeğin bol ve ucuz olduğu –özellikle Çin gibi- bölgelere kaymasıyla Avrupa ve Amerika’daki güçlü sendikalar 1970’lerden itibaren hızla üye kaybetmeye başladı. Öte yandan, işçilerin örgütlenmesine karşı sermayenin üretimi dünyanın başka yerlerine kaydırma tehdidi sendikalaşma oranlarının düşmesini hızlandırdı. Sanayi işçisinin temsilini üstlenmiş geleneksel sendikalar, dünya geneline yayılan iş kapma yarışında sermayeye karşı daha fazla tavizler vermeye zorlandı. Çünkü ucuz emeğin peşinde koşturan sermaye kapitalist küreselleşmeyle beraber neredeyse sınırsız bir hareket kabiliyeti edinirken, emeğin dolaşımı sınırlara takılmaya devam etti.

Üretimin kaydığı Çin, Hindistan, Türkiye, Meksika gibi ülkelerde ise sendikaların gücü göreceli olarak zaten sınırlıydı. Bu durum uygulanan politikalarla gittikçe kötüleşti. Mesela Türkiye’de sendikaların itibarsızlaştırılması, çalışma hayatı ile ilgili mevzuatların eksik veya sınırlı olması, var olan sosyal güvence kanunlarının yeterince uygulamaması ve yüksek işsizlik oranları sonucunda sendikalar iyice güç kaybetti.[ii]

Öte yandan, kadın, çocuk ve göçmenlerin yarı-zamanlı, parça başına çalıştırıldığı enformel (kayıtdışı) sektör büyüdü. Böylelikle sendikasız, sigortasız, hiçbir güvencesi olmayan ve düşük ücretli  ‘tipik-olmayan’ emeğin işgücündeki payı hızla artmaya başladı. Üstüne üstlük yayılan taşeronlaşmayla beraber formel (kayıt-içi) ve enformel (kayıt-dışı) ekonomi arasındaki ayrım iyice muğlaklaşmaya başladı.

Dünya işgücünün şu anki durumunu Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (International Trade Unions Conferedation, ITUC) verdiği yaklaşık rakamlarla ifade edersek[iii]:

  • Dünya işgücü 2.9 milyar kişiden oluşmakta.
  • Bu işgücünün 1.2 milyarı enformel olarak çalışmakta.
  • Küresel ekonominin yüzde 40’ını enformel sektör oluşturuyor.
  • Dünya genelinde sadece 200 milyon çalışan bağımsız, demokratik sendikalara üye.
  • Dünya genelinde işçilerin yaklaşık yüzde 50’si olumsuz şartlarda çalıştırılıyor. 
  • Dünya genelinde tahmini olarak 230 milyon göçmen bulunuyor. Yüzde 90’ı iş bulma ümidiyle göç ediyor. Göçmen işçiler arasında sendikalaşma oranı yüzde 1’den az.

Tüm bunlara siyasal alanda sol partilerin krize girmesiyle beraber işçi hareketinin doğal siyasi müttefiklerini kaybetmesini de eklediğimizde, sendikaların ve işçi hareketinin işinin oldukça zor olduğunu söylemek lazım.

Ancak, küreselleşme imkansızlıklar kadar birçok imkan da sunan bir süreç. ‘Yeni’ bir işçi hareketinin olasılığını konuşmak da sonraki yazının konusu olsun.

 

 

[i] Sklair, Leslie (2002) Globalization: Capitalism and Its Alternatives, Oxford: Oxford University Press.

[ii] Adaman, F., A. Buğra ve A. İnsel (2009) “Social Context of Labour Union Strategy: The Case of Turkey”, Labour Studies Journal, 34(2): 168-188

[iii] http://congress2014.ituc-csi.org/IMG/pdf/ituc-3co-e-6_a_-uniongrowth-en-210x297-01.pdf

Yazarın Diğer Yazıları

Brezilya Amazonların geleceğini oyluyor; ekoloji ve çevre adaleti notları...

Brezilya'da Bolsonaro değil de Lula seçilirse Brezilya Amazonu'ndaki ormansızlaşmanın yüzde 89 oranında daha az gerçekleşeceği öngörülüyor. Bu tahminler sadece her iki liderin başkanlığı süresince uyguladığı politikaların ve bunların sonuçlarının muhasebesine dayanmıyor. Lula, aynı zamanda ileriye dönük Brezilya Amazonu'nu korumaya yönelik vaatlerde bulunuyor

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - II

Corbyn ve Sanders’in kurumsal siyasetin labirentli yollarından geçip, başarıya ulaşıp ulaşmayacaklarını kestirmek güç

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - I

Corbyn zenginlerin daha çok vergilendirmesi gerektiğini söylüyor

"
"