Bugün Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) kararını açıklayacak ve 2020 Olimpiyat Oyunları’nın dünyanın hangi şehrinde düzenleneceğini öğreneceğiz. Belki de siz bu satırları okurken oylamanın sonucundan haberdar oldunuz bile.
Olsun okumaya devam edin. Çünkü kazanan şehrin İstanbul, Madrid veya Tokyo’nun olması fark etmez. Eğer dünyanın en büyük spor organizasyonun sembolik ve maddi etkilerinden bahsedeceksek, dar bir ulusal çerçeveye takılı kalmamak lazım.
***
Bugüne kadar olimpiyatların sayısız faydasını duymuşsunuzdur.
İrade, azim ve çaba kadar dayanışma, barış, kardeşlik ve eşitlik fikir ve değerlerini birleştiren olimpiyat ruhunun tekrar yaşatılması zaten başlı başına bir kazanım.
Buna bir de badmintondan eskrime popüler olan, olmayan spor branşlarının görünürlüğünün artmasını; tesisleşmeyle de beraber sporun geneline yayılmasını da ekleyin.
Eh, kazanılacağı ileri sürülen maddi getiriler de azımsanmayacak gibi.
Olimpiyat altyapısının hazırlığı –ki sadece spor tesislerinin hazırlanmasının çok ötesinde koca bir şehrin altyapısının elden geçmesi anlamına gelir- ekonomiye ivme kazandıran başlı başına bir unsur. Nereden baksanız yaklaşık 7 yıl sürecek bu hazırlık süreci istihdam artışı ve yeni yatırım alanlarının açılması demek.
Üstelik ev sahibi kentin ancak milyonlarca dolarlık reklam kampanyalarıyla yapılabilecek tanıtımını da göz ardı etmeyin.
Kazandıracakları alt alta sıralandığında, olimpiyatlar bulunmaz bir fırsat.
En azından bize öyle olduğu anlatılıyor.
***
Şimdi gelelim ayın karanlık yüzüne.
İş, bu vaatlerin ne kadar gerçekleştiğinde düğümleniyor. Bir de olimpiyatların ekolojik sisteme doğrudan ve dolaylı etkilerinde.
Birincisinden başlarsak…
Öngörülen ekonomik kâr her zaman çantada keklik değil. Şöyle ki:
Montreal’de 1976 yılında düzenlenen olimpiyat oyunları için harcanan paranın geri ödemesi tam 30 yıl sürdü.
2000 yılında Sydney’de yapılan olimpiyat oyunlarının Avustralya’ya çıkan faturası net 2 milyar dolarlık zarar oldu.
2004 Atina Olimpiyat Oyunları’nda Yunanistan ekonomisi büyük yara aldı. Başlangıçta 6 milyar dolar olarak hesaplanan maliyetin 15 milyar dolar civarına çıkması Yunanistan’daki borç krizini tetikleyen nedenlerden biri oldu.
Britanya ise Londra’da düzenlenen son olimpiyat oyunlarından umduğu ekonomik girdiyi bulamadı ve sadece harcadığı kadarını geri kazandı. Bazılarına göre ise, resmi olarak açıklanan maliyetler ile gerçekte harcanan miktar hiçbir zaman tutmadığı için, Britanya aslında oldukça zarar etti.
Hazırlıkları süren Rio 2016’nın Brezilya bütçesine getirdiği yükü karşılamak için yapılan zamlar, Brezilya’nın ‘Gezi olaylarının’ ortaya çıkış nedenlerinden biriydi.
Zaten, Oxford Üniversitesi araştırmacıları tarafından yapılan bir araştırmaya göre evdeki hesap hiç bir zaman çarşıya uymamakta. Son 50 yılın kış ve yaz olimpiyatlarına bakıldığında, olimpiyat düzenlenme maliyeti başta hesaplanan rakamın ortalamada yüzde 179 katına çıkıyor.
Diğer yandan, olimpiyatlar ev sahibi şehirdeki istihdama sadece kısa vadeli –hazırlık aşamasında ve oyunlar sırasında- bir katkı sağlıyor.
Sporun yaygınlaşması ve sportif başarıların artması konusunda da hedefler otomatik sonuçlar beklenmemeli. Her ne kadar tesisleşme önemli olsa da, sporcu yetiştirme amaçlı kapsamlı ve uzun vadeli programlar olmadan yeterli değil. Misal, Yunanistan Atina’daki oyunlarda 16 madalya ile 15. sırada yer aldı. Ancak olimpiyatlardan geriye kalan o kadar tesise rağmen, aynı Yunanistan Londra’da sadece 2 madalyada kalıp 75. sıraya geriledi.
***
Şimdi bunları bir kenara koyup, ikinci büyük sorun kümesine gelelim. İşin ekolojik boyutuna.
2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nın televizyon yayınları sayesinde 220 ülkeden 3,6 milyar insan tarafından takip edildiği tahmin ediliyor. Yani olimpiyatlar dünyanın en büyük küresel şovu. Durum böyle olunca, tüketime ve ekonomik büyümeye dayalı kapitalist küreselleşmenin baş aktörleri olan ulus-ötesi şirketler için de boy aynası hâline geliyor.
Resmi internet sayfasında olimpiyatları “dünyanın en büyük uluslararası pazarlama platformlarından biri” olarak tarif eden IOC’ye göre, olimpiyatlarda elde edilen gelirlerin yüzde 40’ı sponsor olan şirketlerden geliyor. Ayrıca verdikleri teknik destek ve sağladıkları ürünler sonucunda, dev firmaların gölgesi olimpiyat ruhunun üzerine biraz daha düşüyor.
Üstelik, 2012 Londra’ya sponsor olan küresel şirketlerin arasında çevrenin canına ot tıkayan petrol şirketi BP ve maden şirketi Rio Tinto da bulunmakta.
Özetle, olimpiyatlar kaynakları hiç bitmeyecekmiş gibi kullanıp, iklim değişikliğine ve diğer ekolojik krizlere neden olanların emrine amade bir vitrin durumuna gelmiş hâlde.
Dolaylı olumsuz etkilerinin yanı sıra, olimpiyatların ekolojiye doğrudan olumsuz etkileri de mevcut.
Her bir olimpiyat için binlerce sporcunun kalacağı devasa olimpiyat köyleri inşa ediliyor; yollar açılıyor; yeşil alanlar yok ediliyor. Kentler neredeyse baştan yaratılıyor; steril, soylulaştırılmış mekanlara dönüştürülüyor.
Böylelikle, olimpiyatları dünyanın enerji ve kaynaklarının aşırı tüketimine neden olan –dolayısıyla iklim değişikliğini körükleyen- mega-projelerin bir türlüsü olarak düşünmek gerek.
***
İstanbul’un ise özel bir durumu bulunmakta.
Bahsi geçen dönüşümler sorgusuz sualsiz zaten başlatılmış durumda. İstanbul kazan, TOKİ kepçe; koca kent yıkılıyor, yeniden yapılıyor. Bir dizi çılgın proje İstanbul’un Kuzey Ormanları’nı yok ediyor.
Ve de İstanbul’un olimpiyatlara kadar rahatlıkla hazır olacağının garantisi olarak bu projeler gösteriliyor. Dahası, Türkiye Olimpiyat Komitesi’nin resmi sayfasında olimpiyat oyunları hazırlıklarının 2023 Master Planı ile uyum içinde olduğunun altı çiziliyor. Hani o piyasaya dayalı büyüme ekonomisini ileriye götürmeyi amaçlayan, içinde 3 nükleer enerji santral inşasını barındıran plan.
Bir anlamda, İstanbul’un ekolojiye zarar projelerinin çıpası olimpiyatlara atılıyor.
Öte yanda, olimpiyatların ekolojik etkisini bir nebze olsun azaltmak için alınacak önlemlerin esamisi bile okunmuyor. Oysa Britanya’nın 2012 Londra sonrasındaki en büyük övünç kaynaklarından biri yenilenilebilir enerji kaynaklarının yoğun kullanımı, malzemelerin geri dönüşüm ve tekrar kullanıma sokulması yoluyla bugüne kadar ki en ‘yeşil’ olimpiyatları düzenlemiş olmaları.
***
Diyelim sonuç bugün İstanbul’un lehine oldu. Kanalİstanbul, Üçüncü Köprü, yeni havaalanı gibi projelere ekolojik ve sosyal nedenlerle karşı çıkacakların alacağı duyar gibiyim:
“Bunlaaar, olimpiyatı da istemedi. Önlenemez şekilde yükselen Türkiye’nin…”
….önüne taş koymak değil mesele. İstanbul, Madrid veya Tokyo olsun fark etmez. Amaç, bambaşka bir noktaya, global bir mesele olarak ekolojik dengenin bozulmasında önlenemez yükselişe işaret etmek. Yoksa, kim Usain Boltgilleri rekorlar kırarken seyretmek istemez?
IOC bugün işini bitirip karar verdiğinde, ekolojiyi ve kentlerin yaşanabilirliğini dert edenlerin görevi henüz başlıyor.
Eğer her bir projenin takipçisi olup, sayılan zararları en aza indirebilmek için hesap sorulmaz ise hâlihazırda esir alınmış olimpiyat ruhu –ekolojik denge ile beraber- bir parça daha yok olacak.