03 Ocak 2013

Kaş'lı Flipper'lara Özgürlük…

Çocukluğunu yetmişli yılların sonlarında, seksenli yılların başlarında yaşayanlar hatırlar. Flipper isimli TRT'de gösterilen bir dizi vardı

Çocukluğunu yetmişli yılların sonlarında, seksenli yılların başlarında yaşayanlar hatırlar. Flipper isimli TRT’de gösterilen bir dizi vardı. Hani o yunus-ötesi yeteneklere ve akla sahip Flipper isimli yunusun maceradan maceraya yüzdüğü dizi.

İnsanlarla bir nevi konuşan, onların duygularını ve düşüncelerini anlayan Flipper, iki çocuk ve bir babadan oluşan ailenin ‘evcil’ hayvanıydı. Dizinin başrolündeki çocukları burun darbeleriyle köpek balıklarından korurken; tekinsiz suçluları türlü akıl ve kuyruk oyunlarıyla etkisiz hâle getiriyor ve içinde yaşadığı deniz parkının asıl koruyucusu oluyordu.

Her bölümün sonunda da, Flipper önce neşeli çığlıklarla kafasını sallayıp, sonra da kuyruğunun üzerinde gerisin geriye giderek izleyiciyi selamlıyordu.

Flipper dizisi hemen hemen herkesi mutlu etmekteydi. Ekran başındakilerin keyfi yerindeydi. Çocuklar Flipper yoluyla hayvan sevgisiyle tanışıyorken; tüm aile ekran başında eğlenceli vakit geçiriyordu.

Dizinin yapımcıları mutluydu. Flipper’in şöhreti Amerika sınırlarını aşmıştı ve birçok ülkede yayınlanmaktaydı.

Girişimciler mutluydu.  Flipper’ın artan popülerliğiyle beraber, su parkları ve dev akvaryumlar dünyada hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştı. Yunusların başrolünü aldığı gösteriler milyarlarca dolarlık bir sektöre dönüşmekteydi.

Ancak bu durumdan mutlu olmayan bir canlı vardı ki, o da Flipper’ın kendisiydi. Oysa anatomik yapısından ötürü her daim gülüyor gibi gözüküyordu.

Flipper rolünü dönüşümlü oynayan beş yunus, doğal yaşamlarından çok uzakta, kapalı tutuldukları küçük alanlarda hapis hayatı yaşamakta ve saatler süren işkence gibi eğitimlerden geçmekteydi.

* * *

Flipper rolünü dönüşümlü olarak oynayan beş yunusu yakalayan ve dizi sektörünün emrine vererek ‘yunus sektörünü’ başlatan kişinin adı Ric O’Barry. Eski bir Amerikan piyadesi olan dalgıç O’Barry, Flipper dizisinin çekildiği yıllar boyunca yunuslarının eğitimini de üstlenmişti.

Bu sevimli hayvanları insanlara tanıştırmaktan mutluluk duyan O’Barry her anlamda oldukça iyi bir iş çıkardığından emin bir şekilde hayatına devam etmekteydi.

Ta ki, Kathy isimli yunus kendi elleri arasında intihar edene kadar. Flipper dizisinin bitiminden kısa bir süre sonra, Kathy istemli bir şekilde nefes almayı kesti ve kendini denizin derinliklerine bıraktı. Çok sevdiği yunusunun ölümü O’Barry için bir dönüm noktası oldu. Yunuslar için hayatın toz pembe olmadığını anlayan O’Barry, o gün saf değiştirmeye karar verdi (Independent, 11.10.2009).

Böylelikle, yunuslar üzerinde uzmanlaşmış bir hayvan hakkı savunucusuna dönüşen O’Barry 1970 yılında Yunus Projesi adlı girişimi başlattı. O günden bugüne, dünyanın her tarafında hızla artan su parklarında yaşayan yunusların rehabilite edilerek doğal yaşamlarına döndürülmesi için çaba veriyor. Yunusların yakalanmasını ve hunharca katledilmesini engelleyerek, kendi elleriyle yarattığı milyonlarca dolarlık sektörü ortadan kaldırmayı çalışıyor.

Altına imza attığı en bilinen çalışmalardan biri de 2010 yılında en iyi belgesel dalında Oscar ödülünü kazanan The Cove (Türkçe ismiyle, Koy) isimli belgesel oldu. Yönetmen Louis Psihoyos, Ric O’Barry ve Oceanic Preservation Society isimli örgüt bir araya gelerek, Japon hükümetinin, polisinin, mafyasının ve balıkçılarının tehdit ve saldırılarına rağmen, gizli çekimlerle yunusların uğradığı katliamı belgelediler. Ortaya çıkan belgesel, okyanus kıyısındaki ufak bir balıkçı kasabası olan Taiji’de her sene Ekim ayından itibaren yaşanmaya başlanan ve Mart ayına kadar süren hunhar yunus avının tüm aşamalarını dünyanın gözü önüne sermekteydi.

Yunus avı süreci şöyle işlemekte: Balıkçılar teknelerinin zemine vurarak yaptıkları sesler yoluyla takip ettikleri yunusları sürüler hâlinde Taiji koyuna sürüyor. Yunusların etrafı ağlarla çevriliyor. Yatışmaları için ertesi gün bekleniyor. Gün ağardığındaysa, önce albenisi olan, güçlü ve güzel görünümlü küçük bir grup yunus kenara ayrılıyor. Daha sonra balıkçılar, bazı yunus eğiticilerinin de yardımıyla, suyun yüzeyinde üstü üste bulunan diğer yunusları ellerindeki mızraklar ve çengellerle öldürüyorlar. Sonuç, kıpkızıl bir koyun ortasında yüzlerce ölü yunus.

\

The Cove belgeselinden bir sahne

Bu yunusların öldürülme nedeni Japon mutfağında müstesna bir yeri olduğu iddia edilen yunus etinin karşılanması. Ancak, The Cove belgeselinin de ortaya koyduğu gibi, Japon halkının büyük çoğunluğu yaşanan katliamdan haberdar değil.

Kenara ayrılan yunuslara dönersek; bunlar dünyanın dört bir yanındaki yunus parklarına satılıyorlar. Hem de yüz binlerce dolar karşılığında. Böylelikle, yunus parkları süregelen katliama doğrudan katkıda bulunuyorlar.

Her ne kadar katliamdan sağ kurtulsalar da, parklara gönderilen yunusların sonları hiç de iç açıcı olmuyor. Okyanusta özgürce yaşıyor olsalardı günde 40 ila 100 mil yüzecekken; küçük havuzlarda hareketleri kısıtlanmış bir hâlde yaşıyorlar. Öte yandan, yunusların hareketleri ses dalgalarıyla yönlendirilmekte. Bulundukları havuzların duvarlarına çarpan ses dalgalarının yoğunluğu, ciddi beyin hasarlarına ve yunusların delirmesine yol açıyor. Maruz kaldıkları kimyasal maddeler de eklenince, yunusların ortalama ömrü sırf insanlar kısa bir süreliğine eğlensin diye 25 yıldan 5 yıla iniyor. Birçoğu da yakalandıklarından 90 gün süre hayatlarını kaybetmekte.

Ric O’Barry son zamanlarda faaliyetlerini Save Japan Dolphins (Türkçesi, Japon Yunuslarını Kurtarın) isimli kampanyanın yöneticiliğini yaparak sürdürüyor. İmza kampanyaları, yunus avını ve ticaretini yasaklamayan hükümetleri e-mail bombardımanına tutma eylemlerini organize ediyor; kamuoyunu bilinçlendirme çalışmalarında bulunuyor.

Japonya’nın dışında, Norveç, Alaska, Grönland, Faroe Adaları gibi daha birçok yerde yunuslar ve balinalar avlanılmakta. Bunlara karşı da, Greenpeace ve yine Greenpeace’ten 1981’de ayrılan Paul Watson’un kurduğu Sea Shepherd isimli örgütün faaliyetleri mevcut. NGO’ların eylemlerine The Cove belgeselinin dünyadaki bilinirliği de katıldığında, son zamanlarda ufak da olsa bazı başarılar elde ediliyor. 

* * *

Türkiye’de de Antalya’nın Kaş ilçesinde bir yunus parkı bulunmakta.

Birkaç yıl önce açılan parka getirilen Tom ve Misha isimli yunuslar tepkiler sonucunda doğaya bırakılmıştı. Bir süre kapalı kalan işletme, geçtiğimiz yıl tekrardan açılmak istendi. Ancak, yine tepki çekti ve 28 Mayıs 2012 tarihinde mühürlendi.

Hatta Yunuslara Özgürlük Platformu, ProWal, Kaş’taki sivil toplum kuruluşları, Dolphin Angels ekibi ve konuya duyarlı bireylerin girişimleriyle, Kaş Belediye başkanı Abdullah Gültekin’den yunus parkının açılmayacağına dair bir söz almıştı.

Ancak, işletme geçtiğimiz Kasım ayında ruhsatsız ve izinsiz bir şekilde tekrar açıldı ve yeni getirilen 4 yunus müşterilerin hizmetine sunuldu. Belediye ise, verilen sözlerin aksine,  konuyla ilgili herhangi bir yaptırım henüz uygulamadı.

Bu sırada, Kaş’taki su parkı yazdığı son romanı için yunus ticareti ve yunus parkları konusunda araştırma yapan Buket Uzuner’in dikkatini çekti. Uzuner, yunus parkının kapatılması ve buradaki yunusların rehabilite edilerek özgürlüğüne kavuşturulması için hâlen sürmekte olan bir imza kampanyası başlattı (http://www.change.org/tr/kampanyalar).

Bu satırların yazıldığı sırada, kampanyaya yunusların içinde bulunduğu şartlara duyarlı tam 11 bin 411 kişi imza atmış bulunmakta.

* * *

İyi hoş da, Türkiye’de insan hakları sorunları halledildi de sıra yunuslara mı geldi diyenler olabilir. Ama demeyin.

Bu yunuslar belki de Japonya’da yakalandılar. Zaten, Save Japan Dolphins kampanyasının yürütücülerinin tespitlerine göre, Taiji’de yakalanan yunusların gönderildiği ülkeler arasında Türkiye de bulunmakta.

Bir başka deyişle, Kaş’taki yunus parkı dünya genelinde varolan bir sorunun yerel bir uzantısı. 

Doğadan, çevreden bahsediyorsak, eko-sistem koca bir bütün. Bu dünyaya ait olan her canlının yaşam hakkını savunmak, sadece bir türün varlığını devam ettirmesine neden olmayacak. Ekolojik sistemin devamının sağlayacak. Çünkü ekolojik sistemin içinden bir parça çekip alındığında, zincirleme olarak birçok sorun ve dengesizlik ortaya çıkıyor.

Öte yandan, doğadaki canlıların hepsine herkes kadar özgürce yaşama hakkı tanımak, kısmi olmayan, bütüncül bir temel hak anlayışına işaret ediyor. Bu da, yaşam hakkının araçsal ve çıkarcı olmayan bir etik anlayışının üzerine inşa edilmesi anlamına geliyor.

O yüzden, gelin birkaç dakikanızı ayırıp internet sayfasını ziyaret edin ve imzanızı verin. Yunus gösterilerine bilet almayın, aldırmayın. Yoksa, bu katliama dolaylı da olsa ortak olmuş oluruz.

Yunusları da Kadıköy’den vapura atlayıp, Eminönü’ne geçerken vapura eşlik ettiklerinde seyrederiz.  

Yazarın Diğer Yazıları

Brezilya Amazonların geleceğini oyluyor; ekoloji ve çevre adaleti notları...

Brezilya'da Bolsonaro değil de Lula seçilirse Brezilya Amazonu'ndaki ormansızlaşmanın yüzde 89 oranında daha az gerçekleşeceği öngörülüyor. Bu tahminler sadece her iki liderin başkanlığı süresince uyguladığı politikaların ve bunların sonuçlarının muhasebesine dayanmıyor. Lula, aynı zamanda ileriye dönük Brezilya Amazonu'nu korumaya yönelik vaatlerde bulunuyor

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - II

Corbyn ve Sanders’in kurumsal siyasetin labirentli yollarından geçip, başarıya ulaşıp ulaşmayacaklarını kestirmek güç

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - I

Corbyn zenginlerin daha çok vergilendirmesi gerektiğini söylüyor

"
"