01 Haziran 2014

Gezi’nin bize öğrettiği: Yeniyi yenile!

Gezi süreci yeni bir siyaseti alttan yukarı doğru inşa etme kapısını ardına kadar açmış oldu

Geçtiğimiz senenin 31 Mayıs günü. Akşamüstü vakti. Bu yazının yazıldığı Boğaz kenarındaki semtin ana sokağında genci-yaşlısı, kadını-erkeği oluk oluk akmakta. Herkes bir telaş vapuru yakalayıp, karşıya geçme gayretinde. Yüzlerde hafif bir tedirginlik bulunmakta. Nasıl olmasın? Aynı günün öğleni, sessiz sedasız oturma eylemi yapanlar gaza boğulmuş. Bu yüzden Taksim’e doğru yollananlar kendi başlarına gelecekleri merak etmiyor değil.

Ama dayanışma daha o noktada başlamış durumda. Herkes birbiriyle Taksim’e hangi yoldan varılabileceğinin, gaz saldırısı karşısında neler yapılması gerektiğinin bilgisini paylaşıyor. Çoğu kulaktan dolma, geçerliliği su götürür savunma taktikleri. Ama kimse yolundan dönmüyor. Çünkü yüzlere hakim olan asıl ifade “Yetti artık!” diyor.

Aynı gün, aynı saatlerde İstanbul’un hemen hemen her semtinde benzer sahneler vardı. Kısa bir sürede de Türkiye’nin geneline yayıldı. Gezi Parkı için sokağa çıkanların hiçbiri ne kadar önemli bir işe kalkıştıklarını bilmiyorlardı. Ama hemen ortaya çıktı ki, Gezi Direnişi Türkiye siyasal ve toplumsal hayatında bir dolu yeniliğin kapısını ardına kadar açtı.

 Bu yenilikleri hatırlarsak: [i]

 

Yeni bir demokrasi... Gezi Direnişi kendisini sadece kurumsal siyasetin aktörlerine karşı olmakla sınırlamadı. Bunun da ötesinde, geleneksel siyasete ve kalıplaşmış demokrasi anlayışına getirilen eleştirinin bir ifadesi oldu. Özellikle Türkiye’de uygulandığı hâliyle kararlara katılımın seçimlere indirgendiği, ‘çoğunluğun’ dediğinin olduğu liberal temsili demokrasinin genel tıkanmışlığına ve krizine bir tepki olarak doğdu. Aynen dünyanın birçok yerindeki benzer hareketler gibi Gezi Direnişi de, seçimleri dışlamayan ama yeterli de görmeyen katılımcı bir demokrasinin arayışına girdi. Özellikle forum süreci boyunca kararları hiç bir grubu dışlamadan ortak bir mutabakat üzerinden alarak, geleneksel partilerin temsil gücünü ve niteliğini eleştirerek ve herhangi bir siyasi partinin süreci ele geçirmesine izin vermeyerek katılımcı demokrasiyi tecrübe edip, oluşturmaya çalıştılar.

Yeni bir örgütlenme... Uzun bir zamandan sonra örgütlenme bu topraklarda korkulan bir eylem olmaktan çıktı. Gezi direnişçileri kendi aralarında ‘örgütlendiler’. Ancak eskinin liderli, hiyerarşik, katı, programlı ve bir o kadar da soğuk muhalefet anlayışına teslim olmadan. Yerine yatay, lidersiz ve esnek örgütlenme modelini oluşturma işine giriştiler. Dahası, İstanbul ve Türkiye’nin geneline yayılan forum süreci boyunca aralarında kurdukları bağlarla Türkiye’yi bilgi, tecrübe ve fikir alışverişini sürekli kılan ‘sivil ağlar’ ile ördüler.

Yeni bir kamusal alan… Eleştirmekle kalmayıp, alternatifleri oluşturma işine soyundular. Merkezinde piyasa yerine insanın olduğu bir kamusal hayatın olasılığını Gezi Parkı’nda kurdukları yiyecek-içeceğin bedava olduğu ‘devrim’ marketleriyle, evlerden getirilen kitaplarla kurulan kütüphaneleriyle, tıp çalışanlarının gönüllü hizmet verdikleri revirleriyle, mescitleriyle, bostanlarıyla gösterdiler.

Yeni bir dayanışma...  Bu ortak yaşamın en büyük özelliği de çeşitliliği idi. Kurulan bu büyük dayanışma ağının içinde her kimlik ve talep kendine yer bulabildi. Gezi süreci, protestoların en başından itibaren içerisinde farklı kesim, sınıf ve siyasi görüşten birçok birey ve grubun katılımıyla şekillendi.

Daha önce yan yana durmaları bile düşünülemeyecek Kemalist, Kürt, devrimci grup ve örgütler birbirini boğmadan, dışlamadan aynı alanı paylaşmayı tecrübe etti. Anti-kapitalist Müslümanlar, feministler, çevreciler, LGBTT’ler, taraftar grupları, plazalarda çalışan beyaz yakalılar, özellikle barınma hakları tehdit altında olan kent yoksulları, ‘apolitik’ oldukları söylenen 90’lar gençliği ve diğerleri birbirleriyle temas etti, konuştu, karşısındakini anlamaya çalıştı.

Diğer bir deyişle, çoğulculuk ilkesi ekseni üzerinde yükselen bu dayanışma, farklılıkların törpülenmediği, yok edilmediği bir ortak yaşam kurma çabasının en büyük işareti oldu. 

Yeni bir dil... İktidarın yok sayıcı, ayrıştırıcı ve sert diline karşı Gezi direnişçileri yaratıcılık ve mizahın harmanlandığı, şiddeti dışlayan ve olabildiğince kapsayıcı bir dil kullandı. Meramlarını yeryüzü iftarı, duran adam, anneler zinciri gibi yeni protestolarla anlattılar. Tribünlerdeki sloganlar, bir anda siyasi anlamlar kazandı. Sloganlardaki cinsiyetçi ve ayrımcı ifadelerin temizlenmesinde olduğu gibi,  elbirliğiyle oluşturulan yeni dil,  aynı zamanda birbirini tanıma ve öğrenme sürecinin yolunu açtı.  

Ve yeni bir siyaset ve toplum... Tüm bunların sonucunda, Gezi süreci yeni bir siyaseti alttan yukarı doğru inşa etme kapısını ardına kadar açmış oldu. Bir anlamda siyaseti siyasi kurumlardan ibaret gören sığ tanımından çıkarıp, hayata dair ne varsa her şeyin siyasi olduğunu da gösterdi. Gerçek demokrasilerde yurttaşların iradelerini teslim eden nesneler olmadığını; aksine siyasetin karar alma süreçlerine eşit ve özgür bir şekilde her daim katılan özneler olması gerektiğini hatırlattı.

Bunun da sadece devlet ve toplum arasındaki ilişkileri değiştirerek değil; toplumun içindeki ilişkileri de dönüştürerek elde edilebileceğini öğretti. Farklılıkların tanındığı bir dayanışmanın, birlikteliğin mümkün olduğunu gösterdi.

***

Geçtiğimiz sene içerisinde Gezi Direnişi ile gelen bu yenilikler, sivil toplumun hiç olmadığı kadar canlanmasına neden oldu.

Parklardaki forumlar ve çalışma grupları; İstanbul’un son kalan ormanlarını tehdit eden projelere karşı çıkan Kuzey Ormanları Savunması; Gezi’yle beraber büyüyen Kent Hareketleri; farklı grupların bir araya geldiği 22 Aralık Mitingi ve bu mitingin bileşenleri tarafından kent muhalefetini birleştirmek için oluşturulan İstanbul Kent Savunması adlı hareket ağı ve diğerleri…

Ancak burada hemen bir şerh düşmek gerekir. Gezi Direnişi’nin bir diğer önemi de, getirdiği yenilikler kadar, kendini yenileme potansiyelini taşıması. Daha açık bir ifadeyle, sivil toplumun içinde yer alan çelişkileri ve sorunları da görüp, çözüm getirmeye çalışan; dönüp kendine bakan, değişen şartlara göre kendini tekrardan üretebilen bir hareket olabilmesi.

Bu da Gezi Direnişi’ni geçmişte dondurmadan hatırlanmasıyla mümkün.

Gezi’ye ve sonrasındaki sürece ait aşağıdaki gibi kareleri tekrar tekrar hafızaya kazımakla ama aynı zamanda bize anlattıkları üzerine yeniden düşünmekle mümkün.

Konuşan, tartışan, birlikte hareket eden, farklılığını koruyan, kararları doğrudan katılımla alan, demokrasiyi alttan kuran bir hareketi her daim yeniden üretmekle…

(Fotoğraf: Bora Samman & Tamer Tamar (2014)


[i] Gezi Direnişi’nin yeniliklerini anlatan bu kısmın genişletilmiş hâli, Bora Samman ve Tamer Tamar’ın direnişi ve sonrasındaki süreci görüntüledikleri fotoğraflarından oluşan #direngeziparkı: Spirit of Turkey’s Gezi Uprising isimli kitabın giriş yazısı olarak yayınlanacaktır. Bkz. Samman, Bora & Tamer Tamar (2014) #direngeziparkı: Spirit of Turkey’s Gezi Uprising,  İstanbul: G Yayın Grubu.

Yazarın Diğer Yazıları

Brezilya Amazonların geleceğini oyluyor; ekoloji ve çevre adaleti notları...

Brezilya'da Bolsonaro değil de Lula seçilirse Brezilya Amazonu'ndaki ormansızlaşmanın yüzde 89 oranında daha az gerçekleşeceği öngörülüyor. Bu tahminler sadece her iki liderin başkanlığı süresince uyguladığı politikaların ve bunların sonuçlarının muhasebesine dayanmıyor. Lula, aynı zamanda ileriye dönük Brezilya Amazonu'nu korumaya yönelik vaatlerde bulunuyor

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - II

Corbyn ve Sanders’in kurumsal siyasetin labirentli yollarından geçip, başarıya ulaşıp ulaşmayacaklarını kestirmek güç

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - I

Corbyn zenginlerin daha çok vergilendirmesi gerektiğini söylüyor

"
"