Yeşil Defne’m, Mavi Ege’m;
Bir 21 Aralık günü, yılın en uzun gecesinin sabahında sizleri kollarıma aldığımdan beri, dünya güneşin etrafında 20 tur döndü. Artık birer yetişkin olduğunuz bugün, 20 yılı baş döndürücü bir hızla geriye sarıyor ve size bir mektup bırakmak istiyorum.
Geriye dönüp bebeklik, çocukluk videolarınızı izlediğimde bu 20 yıla birçok mutlu an sığdırdığımızı görüyorum. Evin içi adeta panayır yeri... Mişka’yı da aranıza katarak kurduğunuz oyunlar, sahnelediğiniz skeçler, danslar, okuduğunuz şiirler... Hafta sonları Defne’min tütüsünü sallaya sallaya katıldığı bale dersleri, Ege’min gol atmak için defansa koşmadığı, benim saha kenarında “Koş Egeee” diye bağırdığım futbol antrenmanları... Ailemizin tüm fertleri hayattayken, sevdiklerimizle kutladığımız kalabalık, bol kahkahalı, eğlenceli doğum günü partileri... Karne günleri, okul gösterileri... Kafkas dansı yapmıştınız bir kere... İzlemeye doyamadım o videoyu. Defne’m yüzünde kocaman bir gülümsemeyle minik adımlarıyla ilerlerken, küçük ellerini zarifçe döndürüyor, Ege’m ise kollarını yana açarak kardeşini kavrıyor, zıplayarak havada bir dönüş yapıyor ve dizlerinin üstünde yere çöküyor. Biz babanızla çılgınca alkışlıyoruz.
Hayat inişli çıkışlı bir yol
Yeşil Defne’m, Mavi Ege’m... Artık çoktan biliyorsunuz ki, hayat sadece mutlu anlardan ibaret değil. Sevdiklerimizin kayıpları, hastalıklar, iş kayıpları, ayrılıklar, ülkenin politik hali... Hayatta her şey biz insanlar için olsa da bu anların genellikle videoları olmuyor. Rol yapmayı beceremeyen, duygularını çok saklayamayan bir anne olduğum için hayal kırıklığına uğradığım, kırılgan olduğum anlara da tanık oldunuz büyürken. Önceleri buna üzülürdüm ama şimdi annenize bakarak bu hayatın inişli çıkışlı bir yol olduğunu öğrendiğinizi umuyorum. Başımıza kontrol edemeyeceğimiz şeylerin gelebildiğini, düşmenin, kırılgan olmanın, bazen başarısız olmanın, istemeden hata yapmanın korkulacak bir şey olmadığını, aksine hayatın doğal ve kaçınılmaz bir parçası olduğunu, mühim olan başımıza gelenlerden öğrenerek ve daha da güçlenerek çıkabilmek olduğunu artık biliyorsunuz. Mevlana’nın şahane sözünde olduğu gibi yaralarımız, kalp kırıklarımız ışığın içeri girdiği yerdir canlarım. O ışığa sımsıkı sarılın ve bırakmayın.
Birlikte savrulduk, birlikte köklendik
Hayat bizi oradan oraya sürüklerken, öğrendiğiniz en önemli şeylerden biri dayanıklılık oldu. Vancouver’a göç ettiğimizde henüz 12,5 yaşındaydınız. Annenizin peşinden gelecek, babanızın lafını dinleyecek kadar küçük, yeni bir ülkede, farklı bir dilde yaşama adapte olmakta zorlanabilecek kadar büyüktünüz. Annenizin bu yeni yaşamın ilk yıllarında yolunu kaybettiğini, korktuğunu ama tüm bunları size fark ettirmemeye çalıştığını anlayacak, benim üzerimdeki iş yükünü biraz hafifletmek için ev işlerine yardım edecek, Mişka’nın bakımını üstlenecek kadar olgundunuz. Bu yeni düzene ayak uydurmaya çalışırken elbette zorlandınız, sevdiklerinizi özlediniz ama bir gün bile şikâyet etmediniz, “Dönelim, özledik, zorlanıyoruz” demediniz. Kanada’da eğitim almanın ilk günden beri sizin için daha iyi olacağına inandınız ve yolunuzdan dönmediniz. Ben sanki bir ağaç gövdesiydim, siz de bana bağlı iki taze dal... Rüzgâr esti, fırtına çıktı, birlikte eğildik, savrulduk ama kırılmadık. Aksine memleketimizden kilometrelerce uzaktaki yağmurlu ve gri şehrin dik yamaçlarında köklenerek, tekrar çiçek açtık. Kendimize sıcak bir yuva yarattık, yeni bir çevre, yeni arkadaşlar, dostlar edindik. Kabullenmeyi, adapte olmayı, akıntıya karşı değil de akıntıyla birlikte yüzdükçe hayatın bize güzellikler sunacağını birlikte öğrendik.
Göç karakterinizi şekillendirdi
Yeşil Defne’m, Mavi Ege’m... Kanada’ya göçümüz, kişiliğinizin oluşmasında çok önemli bir rol oynadı. Ege’m harçlığını çıkartmak için komşu evlerin çimlerini biçti. Defne’m arkadaşlarımızın çocuklarına baktı. Okulda bir sürü gönüllü işler yaptınız. Ege’m sabah erken kalkıp okula gidip, tiyatro biletleri sattı. Defne’m okulun Pride Kulübü’nün başkanı olarak, onlarca çocuğun kendini rahat ifade edebilmesini sağladı, öğretmenlerini eğiten sunumlar yaptı. Lisedeki topluma faydalı çalışmaları nedeniyle üniversitenin ilk yılında burs kazandı. Lonsdale Caddesi’nin en yaşlı ağacı kesilmesin diye sabah karanlığında otobüsle yola çıkıp, ağacın önünde arkadaşlarıyla günlerce nöbet tuttu.
Okul sonrası Grouse Dağı’nın kafesinde çalışmaya başladığınızda 15 yaşındaydınız. Erken yaşta sorumluluk alıp, her tür insan tanıyıp, bu her tür insana nezaketle yaklaşıp, hesap kitap yapıp, yerleri süpürerek kafeyi kapattığınız günleri unutamıyorum. Teleferikle aşağı indiğinizde sizi gururla bekler, heyecanla o günkü hikayelerinizi dinlerdim.
En güzel iş, sevdiğiniz iştir
Anne ve babanız olarak sizi hep sevdiğiniz bölümü okumaya, sevdiğiniz alanda uzmanlaşmaya teşvik ettik. Defne’m Sanat Tarihi, Ege’m Medya Tasarım bölümlerini kazandığında etraftan “O bölümleri okuyup, para kazanmak zor; yazılım okuyun, mühendislik okuyun” diyenler oldu. Hiç kulak asmadınız. Tüm okul hayatı boyunca zorlanan Ege’m, istediği bölümü Radiohead’in “OK Computer” albümünün medyada sansürü nasıl ele aldığını, müziğin gençler arasındaki politik rüzgârı nasıl değiştirebileceğini anlattığı makalesiyle kazandı. Üniversiteye girdiği gün, okul hayatındaki zorlanması da son bulmuş oldu. Defne’m ise “Sanat Tarihi okuyup ne olacaksın?” diyenlere inat, okulun ilk yılından beri müze dükkanlarında, çocuklara seramik öğreten atölyelerde çalıştı.
Canlarım, isterim ki hayat boyu başkalarının görüşlerine saygılı olun, onları dinleyin ama aklınıza yatmıyorsa, ne dediklerine kulak asmadan, hedeflerinizin peşinden gidin. Ben ve babanız dahil. Hayat amacınızı bulun ve onu sahiplenin, kimseden gerçek kimliğinizi, kişiliğinizi saklamayın. Başkalarına kendinizi beğendirmek için olmadığınız biri gibi görünmeyin. Şimdi olduğunuz gibi kendinize ve çevrenize karşı hep açık, dürüst, saygılı ve sahici olun.
Hayat sana teşekkür ederim
Filmi en geriye sardığımda, kendimi bir ameliyathanede buluyorum. Birinizi sağıma, birinizi soluma birer melek gibi kondurmuşlar. Siz annenizin güvenli karnından çıkıp da dünyaya gelmiş olmanın şaşkınlığıyla ağlarken, babanızla birlikte hanginize bakacağımızı şaşırıyor ve biz de mutluluktan ağlıyorduk. O an hissettiğim şey, hayatta hiçbir şeyi ve hiç kimseyi böyle koşulsuz sevmediğim ve sevemeyeceğimdi. Herhangi bir başarınız, başarısızlığınız, karakter özelliğiniz, kim olduğunuz, kim olacağınız, ne yaptığınız, ne yapacağınız hiç ama hiçbir şey o gün sizlerin varlığıyla öğrendiğim bu koşulsuz sevgiyi değiştirmedi ve değiştiremez. Fonda Sezen Aksu’dan “Hayat Sana Teşekkür ederim” çalıyordu.
Defne Ağacı gibi çiçek verin, Ege Denizi’nin şifalı sularında yıkanın
Yeşil Defne’m, Mavi Ege’m... Bu dünyaya birlikte gözünüzü açtınız, ilk oyunlarınızı birlikte kurdunuz, ilk adımlarınızı birlikte attınız. Dilerim ki hayat boyu birbirinize sahip çıkın. İyi günde, kötü günde birbirinize destek olun. Hayatın inişli çıkışlı yollarında birlikte yürümeye, oynamaya, keşfetmeye, öğrenmeye devam edin. “Bu başıma niye geldi?” demek yerine başınıza gelen her olaydan ne öğrenebileceğinize bakın ve daima hayatın size sunduğu güzelliklere, mutlu anlara şükredin. Kutsal Defne ağacı gibi bolluğu, bereketi hayatınıza çekin, çiçek verin ve köklenin, Ege Denizi’nin sakin, serin, şifalı sularında yıkanın. Güneş hep üzerinizde parlasın. Hayatınızın yağmurlu ve fırtınalı günlerinin sonunda daima gökyüzünde yeşil ve mavi renkli gökkuşağı çıksın. Ben ve babanız her nerede olursak olalım, sizi daima bekliyor, izliyor, destekliyor, alkışlıyor olacağız canlarım... 20’nci yaşınız kutlu olsun.
Ayşe Acar kimdir?
Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı.
Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu.
Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü.
Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı.
Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı.
2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu.
Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.
|