12 Şubat 2025

Göçmenler Türkiye’deki kolektif mutsuzluğun bir parçası mı?

Sekiz yıldır Vancouver’da yaşayan bir göçmen olarak, Netflix dizilerinden Adsız Aşıklar’da geçen “Türkiye mutsuzlar için şahane bir yer” cümlesinin neler hissettirdiğini yazdım

ayşe acar yazı

Adsız Aşıklar dizisinden bir kare

“Türkiye mutsuzlar için şahane bir yer. Yurt dışında yalnız yalnız mutsuz olacağına, burada kolektif bir mutsuzluğun parçası oluyorsun… O çok iyi geliyor insana...”

Hazal, Adsız Aşıklar, Netflix

Netflix’in yeni yapımlarından Adsız Aşıklar üzerine uzun süredir yazmak istiyordum. Özellikle Almanya’dan Türkiye’ye dönmek zorunda kalan Hazal karakterinin biz göçmenleri çok ilgilendiren yukarıdaki sözü üzerine... Araya Grand Kartal Otel’de çıkan ve hepimizi derinden sarsan, 36’sı çocuk, 78 canımızı kaybettiğimiz otel yangını girdi. Geçtiğimiz 6 Şubat en az 53 bin 337 canımızı kaybettiğimiz Kahramanmaraş Depremleri’nin ikinci yıl dönümüydü. Geçen hafta yangını mı yazsam, depremimi yazsam diye düşünürken, her ikisini de kapsayan Yas üzerine bir yazı yazdım. Çünkü toplumsal yaslarımız bitmiyor.

Aslında tüm bu olanlar dizideki Hazal karakterinin çok ses getiren cümlesine bağlanıyor; Yurt dışında yalnız yalnız mutsuz olacağına, burada kolektif bir mutsuzluğun parçası oluyorsun… O çok iyi geliyor insana...

Bu hafta, sekiz yıldır Vancouver’da yaşayan bir göçmen olarak, madde madde bu cümlenin hissettirdiklerini yazmak istiyorum.

Adsız Aşıklar dizisinden bir kare

Kolektif mutsuzluğun bir parçası olmak için Türkiye’de olmak gerekmiyor

1. Duygular bulaşıcıdır: Türkiye’den kilometrelerce uzaktayım ve ben bu kolektif mutsuzluğun bir parçasıyım. Yalnız yalnız mutsuz olmuyorum. Burada Türk arkadaşlarımla buluşup konuşarak, yakınlarını kaybeden kişilerin sosyal medya postlarını takip ederek, onlara baş sağlığı ve sabır dileyerek, WhatsApp arkadaş gruplarımızda son haberleri paylaşarak, yazarak, yazdıklarımı sizlerle paylaşarak mutsuzluğumu, üzüntümü, hayal kırıklığımı hafifletmeye çalışıyorum. Kolektif mutsuzluğun bir parçası olmak için bizzat Türkiye’de bulunmam gerekmiyor.

2. Yabancılaşma: Ancak Kahramanmaraş Depremleri’nden sonra yolda yürürken, insanların suratlarının devamlı gülmesine, bizim yaşadığımız acının bir parçası olmamalarına şaşırdığımı, işe gidip hiçbir şey olmamış gibi davranmakta zorlandığımı hatırlıyorum. Tabii deprem burada da günlerce haber oldu, yazıldı, çizildi. Türk olduğumu bilen Kanadalı arkadaşlarım, komşularım ailemin durumunu sordu. Buradan ekipler arama kurtarma çalışmalarına gitti. Ama Kanadalılar doğal olarak acıyı bizim gibi içselleştirmedi. Duygular bulaşıcı olsa da, onların mutluluğu bana geçemedi. Buraya taşınalı sekiz yıl olsa da, Kanada’da hayat şartları daha iyi olsa da, bazı okurlar “40 yıl oldu göçeli, bir gün bile arkama bakmadım. Dünyanın en medeni ülkelerinden biri olan Kanada’ya yerleşmişsin, hala neyi özlüyorsun?” dese de, milli felaketler sonrasında yaşadığım ülkeye ve insanına çok yabancılaşıyorum.

Ülkemizden göç ettik, kendimizden değil.

3. Aidiyet duygusu: Tam bu noktada aidiyet duygusu devreye giriyor. Genç yaşta göç edenler için durum farklı olabilir ama benim gibi 40’ından sonra göçenler, hangi ülkeye giderlerse gitsinler, memlekette yaşanan her felaketten sonra mutsuz olacak, Türkiye saatiyle yaşayıp, haberleri takip edecek, yaşadıkları ülkedeki değil ama Türkiye’deki seçim sonuçlarını takip edecek, yaşadıkları yerin adalet sistemini övmek yerine, memleketteki adalet sistemini sövecektir. Çünkü ortak geçmişimiz, kültürümüz, köklerimiz bulunduğumuz yerde değil, doğduğumuz ve büyüdüğümüz yerdedir. Ülkemizden göç ettik, kendimizden değil.

4. Arafta kalma hissi: Bu uzak diyarlarda o veya bu nedenle zorlandığımızdan bahsediyor olmak, Türkiye’deki bazı kişilere üçüncü sınıf dert gibi gelebiliyor. Bir insan bu kadar çok fırsatın olduğu bir ülkede yaşadığı için neden üzülür ki? Sanki bir yolunu bulup da göç ettiysek artık memleketimizi özleme, gündeme üzülme veya şikayet etme hakkımız yok gibi... Yani diyorlar ki “Nankörlük edeceğine şükret! Burada tanıdığın mutsuzluğun parçası olacağına, git orada tanımadığın mutluluğun parçası ol!”. Keşke olsa, dükkan sizin! Bu kişiler bazen bizlere kendimizi arafta kalmış, ne oralı, ne buralı, hatta göçebildiğimiz-onların deyimiyle yurt dışına kapağı atabildiğimiz için suçlu hissettirebiliyor. Ama ben aldırmıyorum. Duyguları bastırmak her türlü hastalığa davetiye çıkartır. Ben duygularımın, duygularımızın normal olduğunu biliyorum. Varsınlar eleştirsinler.

Yalnız hissetmek yerine mutsuzluğun bir parçası olmayı istemek normaldir.

5. Yalnızlık da normaldir ve iyidir: Yeni göçmenseniz evinizi, ailenizi, arkadaşlarınızı, kültürünüzü, kendi dilinizde konuşmayı özlemeniz, yeni ortamınıza alışana kadar yalnız hissetmeniz, ülkenizde çeşitli felaketler olurken yalnız hissetmek yerine, yakından tanıdığınız o mutsuzluğun bir parçası olmayı istemeniz, ülkenizdeki dayanışma ruhunu aramanız normaldir. Göçmenliğimin ilk yılı hayatta en çok zorlandığım, ama en çok şey öğrendiğim, iç gücümü tekrar keşfettiğim yıl oldu. Doğru bildiklerim yanlış, yanlış bildiklerim doğru oldu. İlk bir yıl ters-düz oldum ama sonra bulunduğum ülkeye yavaş yavaş adapte oldum ve tadını çıkartmaya başladım. Siz de zamanla yeni taşındığınız ülkenin havasına, suyuna, insanına, kültürüne alışacak ve tadını çıkartacaksınız. Yeni bir ülkeye taşınmanın sevinci ve memleketinizi geride bırakmanın üzüntüsü birbirini dışlayan duygular değildir. Her ikisini de hissetmek normaldir. Tıpkı buralara alışsak da, memlekette yaşanan felaketlere üzülüyor, yani kolektif mutsuzluğun bir parçası olmaya devam ediyor olmamızın normal olduğu gibi.

6. Kolektif mutsuzluğun parçası olmak insana iyi geliyor mu: Keşke ülkemiz koca bir tımarhaneye dönmüş olmasa da, hiçbirimiz bu kolektif mutsuzluğun bir parçası olmasak... Sadece mutsuzluk da değil konu; ölüm olur kolektif yas, seçim olur kolektif stres... Adı üstünde kolektif olan bir duyguyu zaten yalnız yaşamak mümkün değil. Ben acıların paylaştıkça azalacağına, umudun paylaştıkça artacağına inanlardanım. O yüzden, evet iyi geliyor.

Ayşe Acar kimdir?

Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. 

Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. 

Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. 

Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. 

Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 

2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. 

Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

10 maddede Kanada’nın yeni başbakanı Mark Carney

Justin Trudeau’nun ardından Liberal Parti liderliğine seçilen Mark Carney, geçtiğimiz Cuma günü Kanada’nın 24. başbakanı olarak yemin etti. Bu hafta, Trump’ın tehditlerine meydan okuyan Mark Carney’i tanıyoruz

Kadınlar Günü Yürüyüşü’nden sevdiğim pankartlar ve düşündürdükleri

İstanbul’da gerçekleşen Feminist Gece Yürüyüşü ilgili yazıları okurken, birbirinden yaratıcı, esprili, kinayeli, çarpıcı, düşündürücü pankartlar dikkatimi çekti. Hem güldüm hem hüzünlendim...

Anora; güçlülerin dünyasında bir Sindirella hikâyesi

Bu hafta 97’nci Akademi Ödül Törenleri’nde beş Oscar kazanan Anora’nın Akademi’yi ve izleyenleri neden etkilediğini, 11 maddede yazdım

"
"