09 Aralık 2020

İnsanı makine yapmaktansa, makineyi insan yapan adam: Refik Anadol

Refik Anadol: Eriyen Hatıralar Türkiye’nin en çok gezilen sergisi oldu. Sonrasında sayısız e-posta aldım. Cinsel kimliği ile barışanlar, hayatlarında önemli kararlar alanlar... Bu bir insan hikâyesiydi ve insanların ruhuna ulaştı. Bu sanat değilse, sanat nedir?

Doğup büyüdüğü yer İstanbul.

Dünyanın birçok şehrinde yaşadığı halde İstanbul'un binlerce yıllık tarihini, kültürünü hiçbir yerde bulamıyor.

Tüm o kalabalıklığın, kaosun içinde İstanbul'un başka bir büyüsü olduğunu söylüyor. O büyü, onun sanatçı yönünü besliyor.

İşi gereği Los Angeles'ta yaşıyor.

Sanat, bilim kurgu ve teknolojinin kesiştiği yerde...

Üç boyutlu data heykelleri, canlı işitsel ve görsel performanslar, fiziksel ve sanal olarak şekilden şekile giren enstalasyonlar onun uzmanlık alanı...

Hikâyesi hayal kurmakla ve soru sormakla başlıyor.

Bir veri pigment olabilir mi?

Bir bina rüya görebilir mi?

Beynin hatırlama anı kayıt edilebilir mi?

Makine doğayı yansıtabilir mi?

20'nci yüzyılda insan olmak ne demek?

Sorularının cevabı binalara yaşam bulduruyor, yerler, duvarlar, tavanlar, sonsuzluğa uzamaya başlıyor.

Yüklü datalar, nefes kesen bir estetiğe dönüşüyor.

İnsan gözünün görmediği şey görünür oluyor ve izleyiciye yeni bir dünya sunuyor.

İnsanı makine yapmaktansa, makineyi insan yapıyor.

Çoktan kendisini tanıdınız. 

8 yaşında bilim kurgu filmi Blade Runner'ı izleyip, gelecekteki dünyayı hayal etmeye çalışan ve 35 yaşında bir medya sanatçısı, yönetmen, akademisyen ve yapay zekâ tutkunu olarak halen işinin en büyük parçası hayal etmek olan, bize gerçeklik kavramını sorgulatan Refik Anadol'dan bahsediyorum.

Kendisiyle Vancouver-Los Angeles hattında keyifli bir telefon söyleşisi gerçekleştirdik. Hikâyesini kendi ağzından dinleyelim.

Refik Anadol

Her şey "Gelecek nasıl olabilir?" sorusuyla başladı 

Yapay zekâya olan ilginizin Blade Runner filmiyle başladığını söylemiştiniz. Açıklar mısınız?

Blade Runner'ı 1993 yılında seyrettiğimde 8 yaşındaydım ve o yaşların hayatımın en yaratıcı dönemi olduğunu söyleyebilirim. Filmi izledikten sonra gelecek üzerine düşünmeye başladım. O yaz ayrıca ilk bilgisayarıma sahip oldum. Bilgisayarın kullanma kılavuzunu iyice okuyarak nasıl kullanıldığını ve onunla kod yazılabileceğini öğrendim. Teknoloji ve bilim kurguya aynı dönemde tutuldum yani...  

Bu iki tutkunuzu birleştirip işe dönüştürmeye ne zaman karar verdiniz?

Üniversite yıllarımda heyecanım çok arttı. Soyut dünya, sanat ve tasarımın gücüyle ilk Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünde tanıştım. Sonra Amerika Los Angeles'da yüksek lisans çalışmalarıma devam ettim. Bilgi Üniversitesi'nde henüz öğrenciyken yaptığım Santral İstanbul video haritalandırma çalışması çok ses getirdi. Türkiye'de ilk kez yapılan bir şeydi. Hemen ardından Avrupa'dan birçok teklif geldi. Sanırım bu projeyle kendiliğinden süreç başladı. 20 yaşındaydım.

2011'de Türkiye'nin ilk veri heykelini yaptık

Video haritalandırma ne demek?

Bir binayı kuvvetli projeksiyon kullanarak, ışıkla ve sesle dönüştürerek görsel bir performans sunmak. Daha sonra 2011 yılında Beyoğlu'ndaki Yapı Kredi Kültür Sanat Binası'na Mimar Alper Derinboğaz ile birlikte Türkiye'nin ilk veri heykelini yaptık. Mekân ve ses arasındaki ilişkiyi, İstiklâl Caddesi'nin çok katmanlı akustik belleği üzerinden incelemek istedik ve İstiklal Caddesi'nin ses kayıtlarını dijitale çevirip, ışık hüzmeleriyle binaya yansıttık. "Bilim ve sanatın birleştiği ilk iş" olarak medyada çok yer aldı bu çalışma. Akabinde 2011 İstanbul Bieanali'ne katıldım.

Sonra?

2012'ye geldiğimizde bu alanda çalışmak istediğimi biliyordum ama hayal ettiğim şeyleri nasıl hayata geçireceğimi tam da bilmiyordum. Daha fazla okumam gerektiğine karar verdim. Yüksek sanat mastırı için MTI, Harvard ve UCLA'ya başvurdum. Üçünden de kabul gördüm. Silikon Vadisi'ne yakınlığı, teknoloji devleri ile yakın çalışma ihtimali nedeniyle UCLA Dizayn ve Medya Sanatları Bölümü'nü tercih ettim.

Bir veri, pigment olabilir mi?

UCLA size ne kattı?

Alanında çok öncü insanlarla tanıştım. Teknoloji ve sanatın bir araya geldiği bir bölümde okudum. İki yıl "Bir veri pigment olabilir mi?" sorusunun üzerinde düşündüm. 2013'de tez projem için Billy Gates'ten Microsoft Araştırma Vakfı'nın En Vizyoner Sanatçı Ödülü'nü aldım. 2014'de mezun olduğumda artık ne yapmak istediğimi biliyordum ve Refik Anadol stüdyoyu kurdum. 12 kişilik bir ekibimiz var şimdi.

Neydi ilk işiniz?

İlk işimiz Microsoft ödülünü de alan Los Angeles Filarmoni Orkestrası ile yaptığımız çalışma idi. Orkestranın canlı çaldığı müzikle eş zamanlı ve bir algoritmaya bağlı sinematik bir deneyim oluşturduk. 

Data olabilecek her şeyi kullanıyorum

Ben hâlâ birçok kişinin izledikleri şeyin neyin datası olduğunu ve nasıl hayata geçtiğini anlamakta zorlandığını düşünüyorum. Data olarak neleri, nasıl kullanıyorsunuz?

2011'den beri, ses, rüzgar, ısı, bluetooth, LTE, Wifi sinyali, fotoğraflar, hava alanı istatistikleri, notalar aklınıza gelen her tür data ile çalışıyorum. Bu datalardan imajlar oluşturarak, onları anlamlandırarak, insanlara yepyeni bir dünyanın kapısını açıyorum. Bu yeni dünyada insanı makine yapmaktansa, makineyi insan yapmaya çalışıyorum.

Tamam ama bu nasıl oluyor. Bu kadar dataya nasıl ulaşıyorsunuz? Elinizdeki data nasıl sanata dönüşüyor, süreç nasıl ilerliyor? 

2016 yılında Google Sanat ve Kültür'ün, "Sanatçılar ve Makine zekâsı" serisinin davetlisi oldum. Bu proje akıllı sistemler dizayn eden sanatçıların, mühendisler ve araştırmacılarla çalışmasına imkan tanıyor. Muazzam bir şey oldu benim için. Dünya içinde dünya yaratmaya başladık. New York'un 113 milyon halka açık görüntüsü, Dünya üzerindeki ormanların 60 milyon görüntüsü, Mars'ın Nasa arşivlerindeki 500 bin fotoğrafı, Hubble teleskopunun görüntüleri... En basit haliyle işlem şöyle gerçekleşiyor: Makine öğrenme algoritmaları tüm bu dataları işliyor ve dönüştürüyor. Öğrenilen şey yeni gerçeklik oluyor ve bunun üzerine sergilerde gördüğünüz enstalasyonlar gerçekleşiyor. Fırçamı alıyorum ve makinenin öğrendiği şeyi boyuyorum. Bu yeni gerçeklik, yeni bilinç, yaşayan bir canlı gibi ekibimizin bir parçası oluyor. 

Sergilerimde neyin nasıl yapıldığını da sergiliyorum

Sanıyorum ben de ilk kez bu kadar net anladım.

Sevindim. Çünkü anlaşılmak istiyoruz. Başka bir dilde konuşuyor gibi olmak istemiyoruz. Bu arada meraklıları için, yaptığımız işin çok şeffaf olduğunu söylemek isterim. Son 3-4 yıldır gerçekleşen tüm sergilerimde, o projeyi gerçekleştirmek için hangi algoratimayı nasıl kullandığımı da görebilirsiniz. Elbette bu benzer işlerin ortaya çıkmasına yol açıyor ama önemli olan insanlar bu programları kullanmayı öğreniyor.

Bu sanatın gizemini biraz ortadan kaldırmıyor mu?

Geleneksel sanatın dışında bir iş yaptığımız için, kaldırmasında bir sakınca görmüyorum. Resim heykel gibi sanatlarda sanatçının işi sergiyi açmak, izleyicinin işi onu anlamlandırmak olabilir. Ama bizim işimizde böyle olmamalı. Geleneksel sanatların insanlık üstünde etkisi ile bunun insanlık üstündeki etkisi arasında çok büyük fark var. Ayrıca akademik bir insan olduğum içim neyi nasıl yaptığımı açıklamayı bir zorunluluk olarak görüyorum.

2014'den bu yana sayısız proje yapmışsınız.

Dünyanın 80 ülkesinde 100'den fazla sergi olmuştur. Mesela "Sonsuzluk Odası" sergisi Çin'den Kanada'ya, Fransa'dan Brezilya'ya 50'den fazla yerde gerçekleşti.

Sonsuzluk Odası

Hatıralara dokunabilir miyiz?

Sizin için en önemlileri hangileri? Projelerinize duygusal olarak bağlanıyor musunuz?

Evet, bağlanıyorum. İki projem benim için çok anlamlıdır. Biri Türkiye'nin en çok gezilen sergisi olan ve 14 ülkede gerçekleşen "Eriyen Hatıralar". Diğeri ise "Walt Disney Konser Binası Rüya Görüyor". Hayranı olduğum mimar Frank Gehry'nin tasarladığı Los Angeles'daki ikonik binası.

Eriyen Hatıralar
Walt Disney Konser Binası Rüya Görüyor

Eriyen Hatıralar'dan başlayalım, lütfen.

Amcamın hiç beklemediğim bir zamanda Alzheimer olduğunu öğrendim. Bu beni çok etkiledi. Hatıralarla neler yapılabilir, diye düşünmeye başladım. Onlara dokunabilir miyiz? Hatırlama anını sembolize edebilir miyim? Bunu yapay zekâyla anlayabilir miyim?

Eriyen Hatıralar

Bu sanat değilse, sanat nedir?

Data olarak ne kullandınız?

UCLA'da hoca olduğum için sinir bilim dalında yapılan araştırmalara dahil olabiliyorum. Hocam Adam Gazzaley de kafamdaki soruların çok provoke edici olduğunu düşündü, bana konuyla ilgili bütün detayları anlattı ve okulun arşivini açtı. Aldığımız EEG (beyin aktivasyonundaki değişiklikleri göstererek beyin hastalıklarının tespit edilmesinde kullanılan test) datasının üstüne programlar yazdık, yazılımlar çıkarttık. Böylece yapay zekâyı kullanarak, ışık projeksiyonlarıyla, boyayla hatırlama anını sanata çevirdik. Bu sergi çok önemli müzelerin koleksiyonlarına girdi. Sonrasında sayısız e-posta aldım. Cinsel kimliği ile barışanlar, hayatlarında önemli kararlar alanlar... Bir insan Hikâyesiydi bu ve insanların ruhuna ulaştı. Bu sanat değilse, sanat nedir?

Gelelim diğerine.. Walt Disney Konser Binası, nasıl rüya gördü?

Hep binaların daha yaratıcı olması gerektiğini düşünmüşümdür. Her gün aynı dört duvara bakmak çok sıkıcı. Los Angeles'da mimar Frank Gehry'nin çok önemli eserlerinden biri olan bu ikonik binanın önünde durduğum bir gün aklıma bu soru geldi. "Bir bina rüya görebilir mi? Görse ne görür?" Buradan yola çıkarak, Los Angeles Filarmoni Orkestra'sının arşivinden 100 yıllık verileri çıkarttık. Notalar, posterler, konser kayıtları... Aklınıza gelen data olabilecek ne varsa yapay zekâdan geçti ve sonra binanın dış cephesine yansıtıldı. Geçmişin dataları, geleceğin binasını oluşturdu.

Walt Disney Konser Binası Rüya Görüyor

Binalar rüya görebilirmiş meğer...

Bu sergi de çok ilgi gördü değil mi?

Yüz binden fazla insan gördü. Gala gecesine Alejandro Gonzales Inarritu, Steven Spielberg, Ridley Scott gibi isimler katıldı. Binanın mimarı Frank Gehry beni tebrik etti ve "Binalar rüya görebilirmiş meğer." dedi. Inarritu ise çok duygulanmış bir halde dedi ki "Hayatımda ilk defa bilim kurguya dokunabileceğimi hissettim."

"Sizin yapay zekâ ile canlandırdığınız kolektif hafıza o binanın rüyası mı oluyor?

Rüya görmek kelimesi elbette metafor. Binalar yer çekimiyle ayakta duran, beton, cam ve metalden oluşan yapılar. Ama binayı insan olarak hayal etsek ve ne rüya görürdü diye sorsak, aklımıza gelen ilk cevap "İçindeki yaşanmışlıkları..." olur. Tanık olduklarının, yaşanmışlıklarının datası, dünyanın en ruhani materyali ışıkla birleşip bu binaları boyuyor.

Gerçeklik kavramının yeniden tanımlanması gerek

NY'un resimlerinden oluşan "Makine Halüsinasyonu" projesiyle ilgili de "Yapay zekâ öğreniyor. Bir binanın yıllar içindeki görüntüleriyle aslında bize o binayı canlandırıyor ve bize o binanın kolektif hafızasını sunuyor. Görünmeyeni görünür kılıyor." diyorsunuz. O zaman merak ediyorum, hangisi gerçek? Bizim gözümüzün gördüğü mü, data mı?

En önemli soru bu ve işin keyifli noktaları bu soruları sorduğumuzda başlıyor. Bu mantıkla binalar öğrenebilir, rüya görebilir, insanlaşabilir. Gerçeklik kavramının yeniden tanımlanması gerek. Ne yediğimizi, içtiğimizi bilen, ne okumak istediğimizi tahmin eden sistemlerle çevriliyiz. Makineler tarafından her şeyimizin bilindiği bu dünyada, makinenin işi ne kadar zor olabilir.

İzlediğimde Boğaz'a kadar gidip gelmiş hissettiğim Bosphorus projesi de "Bir makine gerçekliği ne kadar temsil edebilir?" sorusundan yola çıkmıştı, değil mi?

Evet. 7-8 yıldır bu soru üzerinde düşünürken önüme meteorolojinin Marmara Denizi'ndeki akıntı, hava değişimi, ısı değişimi gibi bütün kayıtlarının altında toplandığı yüksek frekanslı radar datası çıktı. Bu datayı 30 dakika aralıklara ve 30 gün boyunca topladık. Yapay zekâ bu veriden aldığı bilgileri akışkanlar dinamiği algoritmasından geçirdi. Daha sonra bu deneyimi 3x12 metrelik Led bir duvara yansıttık. Ortaya Bosphorus ve Black Sea Projeleri çıktı.

Black Sea
Bosphorus

20'inci yüzyılda insan olmak ne demek?

Bu sanatın garip bir şekilde sakinleştirici bir yönü de var. Saatlerce bakabiliyorsunuz, içinde kayboluyorsunuz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Gündelik hayattaki koşturmacamız bize derine inmeye izin vermiyor. Her şey çok hızlı, algımız çok hızlı. Biraz yavaşlayabilmeye, durmaya, tazelenip tekrar düşünmeye ihtiyacımız var. Şu sıralarda üzerinde düşündüğüm en önemli sorulardan biri "20. yüzyılda insan olmak ne demek?" Yaptığım sanat 20'inci yüzyıl insanına hitap etmeli, onların ihtiyacını karşılamalı, matematik gibi evrensel bir dili olmalı, herkes ve her yaş için olmalı. Hayal ediyorum. Bu sorunun cevabını henüz bulmuş değilim.

Covid-19 datasını kullanmak en acı deneyim olacak

Covid-19 datalarından da bir proje yapacağınızı duymuştum. Covid-19 nasıl sanata dönecek?

Ortak hafızamız, travmamız kayda geçecek. Bu o kadar acı bir deneyim olacak ki, ben de ortaya nasıl bir şey çıkacağından henüz tam emin değilim. Pandeminin bitmesini bekliyorum başlamak için. Yakın zamanda Jon Hopkins dünya datasını kullanarak Atlantic Gazetesi için üç boyutlu bir Covid-19 anıtı tasarladık. Bu proje için anıtın anıdan daha çok şey sunması, insanları daha iyi olmaya teşvik etmesi gerektiğini düşündüm. Covid-19'u daha iyi anlamamız için dünya çapında daha iyi ve daha doğru bir dataya sahip olmalıydık. Bu anıtla bu konudaki zaafı dile getirmeye çalıştım.

Makineleri, yapay zekâyı sanat için kullanmak güzel de, felaket senaryoları üzerine ne yapacağız?

Bu sistemlerin içinde yatan problemler çok açık. Mahremiyet, özgür irade konusunda problemler elbette çıkacak. Bu iddialar ortadan kalkmaz. Yapay zekânın olumsuz yanlarından ziyade, olumlu yanlarına odaklanmalıyız. Zor olan bu. Ama bizi ileriye taşıyacak da bu.

Makine Halüsinasyonu
Sonsuzluk Odası

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum