Leyla: Sen korkuyor musun? Sana bir şey soracağım. Neticede bu herifler bizim babamız ya... Bir şekilde kan bağı var aramızda. Onların sperminin yumurtayla buluşmasından meydana geliyoruz. Ona benzediğin tavırların, yönlerin var mı? Bazen hissediyor musun bunu? Ben çok hissediyorum çünkü. Değiştiremiyorum. Değiştirmek için çabalıyorum ama bazen ona benziyorum. İnsan DNA'sını nasıl değiştirebilir, kan grubunu nasıl değiştirebilir?
Reyhan: Parçalamak istiyorsun ve yeniden yaratmak istiyorsun kendini. İğreniyorsun. Onun kanının damarlarında gezdiğini düşünmen, o kadar kendinden tiksindiriyor ki...
Leyla: Tiksindiriyor. İşte sonra kendinden nefret etmeye başlıyorsun. Bunun cevabı ne burada? O değersizlik de belki de buradan doğuyor. Hani o klasik soru var ya, adli tıpa falan gittiğinde, şey diyor, kendini değersiz hissediyor musun? Hissediyorum. Belki de buradan geliyor. İşte bu da sorunun cevabı. Ölümden korkuyor musun? Kendinden tiksinen birisi ölümden nasıl korkar Allah aşkına!
Türkiye’de emsal teşkil eden dava sonuçları
Bir Gün, 365 Saat aileleri tarafından istismara uğramış Reyhan, Leyla ve Asya’nın yaşadıkları travmaları paylaşarak oluşturdukları dayanışma hikâyesini anlatıyor. Kadın sığınma evinde tanışan bu üç genç kadının kurduğu güçlü bağ, kadınlara istismarcı ailelerine karşı mahkemede mücadele etme cesareti verirken, benzer durumdaki diğer genç kadınlara da ilham kaynağı oluyor. Reyhan ve Leyla’nın hukuk mücadelesi Türkiye gibi bir ülkede alışık olmadığımız bir şekilde onların lehine sonuçlanıyor ve failler cinsel istismar davalarında emsal teşkil edecek cezalar alıyor.
Sinema salonlarında terapi seansı gibi soru-cevap seansları
Filmi 2023 Vancouver Türk Filmleri kapsamında, filmin yönetmeni Eylem Kaftan’la birlikte izlemiştik. Film bittikten sonra salonda önce bir sessizlik olmuş, yönetmenle soru-cevap bölümünde, birkaç cesur arkadaşımız, göz yaşları içerisinde kendi hikayelerini anlatmışlardı. Kendi ensest hikayelerini... Adeta bir terapi seansındaymışlarcasına... O sabah uyandıklarında, yıllardır içlerinde tuttukları bu sırrı, yüzlerce insanla dolu bir sinema salonunda anlatmayı planladıklarını hiç sanmıyorum. Fakat film insan üzerinde öyle güçlü bir etki yaratıyor ki... Konuş, paylaş, hafifle... Sen konuşursan, o da konuşur, o konuşursa bu da... Sana bunu yapan en yakının bile olsa, hakkını ara... Bu senin suçun değil, senin utanacak bir şeyin yok. Haykır dünyaya! Onu demir parmaklığa soktun, özgürlüğünü aldın diye üzülme... O senin çocukluğunu, özgürlüğünü çaldı. Sevgili Eylem Kaftan dünyanın birçok ülkesinde gerçekleşen bu soru-cevap seanslarını bir terapist gibi müthiş bir ustalıkla yönetti. Salondaki seyirciler de bir kız kardeş, erkek kardeş dayanışması gösterdi. Bir filmin, böyle bir etki yaratabildiğine şahit olmak, şahane bir şeydi.
İnsan DNA’sını değiştirebilir mi?
Yazının girişi, filmde beni en çok etkileyen diyaloglardan biri. “İnsan DNA’sını değiştirebilir mi?” diye soruyor Leyla Reyhan’a... Babalarının DNA’larını taşıdıkları için, ona benzer bir bakışlarını, gülüşlerini yakaladıkları için kendilerinden tiksiniyorlar. Bir de anneler var. Onlara inanmayan... İnansa da üç maymunu oynayan... “Kızım mahkemeye gidersen, bu adam seni de beni de öldürür” diyen. O tarafın genini taşımak da kolay olmasa gerek. Fakat bu kızlar, o kadar cesurlar ki... Kendi hikayelerini anlatan filmde, kendileri oynayacak kadar... Başlarına gelen felaketten güçlenerek, başka kurbanlara yardım etmeyi misyon edinerek, dimdik çıkacak kadar… Türkiye gibi bir ülkede, gönüllü avukatlarının da desteğiyle o mahkeme salonuna yürüyüp, onlarca kişinin önünde babalarıyla yüzleşip, onları demir parmaklıklar arkasına sokacak kadar... DNA neymiş, kimmiş? Onlar, tertemiz, kocaman kalplerinden ibaretler.
Bir Gün, 365 Saat, Estonya’da Tallin Black Nights Festival'inde yılın en iyi filmlerinden biri olarak öne çıktı, birçok uluslararası festivalden ödülle döndü. Film gösterildiği Amerika, Kanada, İtalya, Portekiz, Estonya, Finlandiya, İsviçre, Almanya, Romanya, Bosna ve Yunanistan gibi ülkelerde izleyicilerden büyük ilgi gördü. Geçtiğimiz günlerde Yunanistan PelDocs Festivali’nde İzleyici Ödülü’nün sahibi oldu.
Sonunda Bir Gün 365 Saat, 25 Aralık’ta Başka Sinema kapsamında İstanbul, Ankara ve İzmir’de de vizyona giriyor. Bu vesileyle filmin yönetmeni Eylem Kaftan’la konuştum.
Asya, Eylem Kaftan, Reyhan ve Leyla Altın Koza Film Festivali'nde...
"Başka oyuncular onların hayatını canlandıramazdı"
- Bu proje senin önüne nasıl gelmişti? Hikayesini anlatır mısın?
Ahbap Derneği yönetim kurulu üyesiyim. Zor durumda olan kadınların yardım için derneğe çok başvurduğunu gördük. Kadına yönelik şiddet Türkiye’nin ana gündemi bence. Ama şiddetin alt başlığı olarak cinsel şiddetin sandığımızdan çok daha yaygın olduğunu ve özellikle genç kadınların ruhlarını paramparça ettiğine şahit olduk. Şiddeti daha da daraltarak aile içi cinsel şiddete baktığımızda, en savunmasız grup olan çocukların çaresizliğini, başlarına geleni anlamlandıramadıklarını ve bu cehennemle uzun yıllar yaşamak zorunda kaldıklarını görünce kalbimiz acıdı. Reyhan’ın hikayesini ilk dinlediğimde, bunun anlatmaya değer bir hikâye olduğunu anladım ve bu filmi yapmaya karar verdim.
- Karakterleri gerçek kişiler canlandırıyor ve şahane oynuyorlar. Bu çok az rastlanır bir durum ve oyunculuk açısından riskli de. Sence neden önemliydi gerçek karakterlerin filmde oynaması?
Aslında ben filmdeki karakterleri oyuncu olarak görmüyorum. Onlar daha çok hayatlarının belli kesitlerini canlandırdılar. Ama o kadar sahici, samimi ve doğaldılar ki, pek çok izleyici onları oyuncu sandı. Dahası bu kadar mahrem ve zor bir konuda kendilerini ortaya koyabilmelerine de izleyici çok şaşırdı. Bu zaten baştan beri bir belgeseldi, asla başka oyuncuların onların hayatlarını canlandırmasını düşünmemiştim. Ancak filmin sinematik kalitesi çok yüksek olduğundan ve kurmaca estetiği kullanıldığından, belgeselde alışık olmadığımız anlar olduğundan filmi kurmaca sananlar da oldu. Ya da ilk yarısına kadar kurmaca zannedip, sonradan belgesel olduğunu anlayanlar çok oldu. Bu anlamda da sürprizli bir film.
“Dava dosyalarını okurken, hep ağladım”
- Biz izlerken zorlandık. Filmi çekerken zorlandığın anlar oldu mu?
Hayatımda yaptığım en zor film oldu Bir Gün, 365 Saat. Beni kaygılandıran, ruhumu acıtan pek çok boyutu vardı bu filmi yapmanın. Ama en çok acaba bu genç insanlara zarar verir miyim, onların travmalarını tetikler miyim diye korktum. Onların dava dosyalarını okurken hep ağladım. Sette, monitörün arkasında çekim yaparken de çok ağladım. Danışmanlarla, terapistlerle süreci yürüttük, her şeyi bin kez düşündük. Burcu Salihoğlu da benimle birlikte kızların ruhsal durumlarıyla çok ilgilendi. Zaten ilerde pişman olma olasılıklarına karşı, kimliklerini değiştirdik, farklı isimler kullandık. Fiziksel görünümlerini de değiştirdik. Sette en zorlandığım sahne Ayşegül’ün küçük çocuklarının başına gelenleri Reyhan, Asya ve Leyla’ya anlattığı sahneydi. O sahne hepimizi dağıttı. İzleyiciyi de izlerken en zorlayan sahnedir. Ama bu en zor, karanlık durumdan filmimizin çözümlerle, iyileşme hikayeleriyle ve umutla tamamlandığını düşünüyorum.
“Uluslararası izleyiciler filmin Türkiye’de nasıl karşılandığını merak etti”
- Bu film birçok uluslararası festivale konuk oldu ve ödüller aldı. Uluslararası festival izleyicilerinin, yabancı basının yorumları ne oldu?
Uluslararası izleyicinin en çok merak ettiği ve her gösterimde sorduğu birkaç soru var. Bunların en başında “Bu film Türkiye’de izlendi mi? Türkiye muhafazakâr bir ülke ve bu konu en büyük tabu. Bu film nasıl karşılandı?” sorusu geliyor. Ben de büyük bir gururla izleyicinin filmi olgunlukla karşıladığını ve derinden karşılığını her kesimde bulduğunu söylüyorum. Konuya objektiflikle yaklaşılması ve adaletin yerine gelmesi izleyiciye konunun tabu olmasına rağmen iyi geliyor.
İkinci olarak farklı ülkelerde izleyici kendi ülkesindeki kadınlara yönelik şiddet vakalarını ve devletin kadınları korumasına dair konuları gündeme getiriyor. Bu açıdan da pek çok ülke, Avrupa ülkeleri bile Türkiye’den maalesef çok farklı durumda değil. Kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı dünyanın her yerinde çok yaygın. Mesela Yunan izleyici Yunanistan’da sığınma evinde bir kadının yer bulabilmesi için aylarca beklemesi gerektiğini, Yunanistan’da kadınların o kadar da iyi korunmadığını ve kadın cinayetlerinin orada da çok yüksek olduğunu gündeme getirdi. 10 milyon nüfuslu Yunanistan’da da her yıl yüzlerce kadın öldürülüyormuş. Orana vurduğumuzda Türkiye’den bile daha yüksek olduğunu söylediklerinde epey şaşırdım.
“Saraybosna gösteriminden sonra bir kadın 20 yıl önce başına gelen olay için polisi aramış”
- Kızlar sonunda davalarını kazanıyorlar. Bu filmden sonra kurbanların daha çok hukuki yollarla haklarını aramalarını bekleyebilir miyiz?
Benim için en büyük ödül genç kadınların filmden sonra yanıma gelip, bu filmin onlarda adalet arayışını tetiklediğini söylemesidir. Saraybosna gösteriminden sonra bir kadın 20 yıl önce başına gelen olay için polisi aramış. Pek çok durumda kadınlar toplumsal baskı ve duygusal karmaşayla harekete geçemiyorlar. Filmin gösterildiği yerlerde kadınların korkudan kurtulup, eyleme geçerek ve adaleti arama arzularını harekete geçirmesinden çok memnunum.
- Film Türkiye'de de vizyona giriyor. Heyecanlı mısın?
Filmin Başka Sinema kapsamında vizyona girmesi beni çok heyecanlandırıyor. Her gösterimde izleyici filmi sahiplendi ve “Bu filmin izlenmesi için ne yapabiliriz?” diye sordu. Şimdi umarım özel gösterimlerde de karşılığını bulur ve daha çok kadına ilham olmaya devam eder.
Kadıköy gösterimleri için biletlere bu linkten, Nişantaşı gösterimleri için biletlere bu linkten ulaşabilirsiniz.
Ayşe Acar kimdir?
Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı.
Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu.
Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü.
Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı.
Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı.
2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu.
Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.
|