Genç yazanlar arasında sözleriyle, metinleriyle parlayan ve geleceğe içten notlar düşmüş bir yazan; Zeynep Merdan ile iki karşıt ortak sözler ve idealler çevresinde edebiyat, felsefe ve hayatı konuştuk. İlk kitabı "Kendilik Cesareti"nden cesaretle kendiliği ve cesareti kavramdan eyleme geçişini konuştuk.
- "Kendilik" ve "cesaret" çoğu zaman birbirinin içinde hapsolup kalan iki ayrı kavram. Çoğu zaman bu iki kavram birbirinin gerisinde de kalmıştır. Bu iki kavramı yan yana getirmek cesaretinden başlayalım lütfen. "Kendilik Cesareti"ni ortaya çıkaran bu kavramlardan hangisi oldu ilkin sizin için?
İronik bir itirafla bu kavramları yan yana getirme cesareti gösteren ilk kişi olmadığımı söyleyerek başlamalıyım o halde. "Kendilik Cesareti" ifadesi bana ait olsa da sayısız benzer kullanımı var. Kendi olma cesareti / Kendin olma cesareti diye psikolojide kullanımları var mesela. Hatta biri Osho'nun(!) kitabında. "Olma cesareti, Yaratma Cesareti, Yazma Cesareti, Hakikat Cesareti" gibi kitaplar da var. Umarım daha da artmaz, klişe raddesine geldi ve geçiyor çünkü.
Kendilik ve cesaret arasında bir seçim yapmak durumunda kalsaydım önceliğim kendilik olurdu. Lisede yazdığım bir denemenin bile paragraf başlarından akrostişle "Kendimiz" yapmıştım mesela. Kendilik herkeste nüvesi olan bir ideal, onu ortaya çıkaran şeyse cesaret. Cesaret de kendilikten sonra gelen ve onu sona, nihayete erdiren o muhteşem itki.
- Ebu Hayyân et-Tevhidi'nin, "En güzel söz, nesri andıran nazım ile nazmı andıran nesir arasında bir imge niteliği taşıyan sözdür" cümlesi metinlerinizi tanımlamada benim de ileri sürebileceğim bir cümle. Denemecilik tarzınızı siz kendiniz nasıl tanımlarsınız? Bu da kendiliğin bir ürünü ya da özelliği midir sizin yazma biçiminizde?
Harika bir keşif… Ve ne güzel bir iltifat. Böyle algılanıyorsa üslup anlamında hedefime yaklaşmışım demektir. Ben adına "Ruhça" dediğim bir yazının peşindeyim. Ruhun, için ve zihnin sesini yazıya getirmek istiyorum. Bazı cümlelerimi mısra gibi düşünüyorum, ama şiir olarak kurmak istemiyorum. Oruç Aruoba'nın, şiiri ve felsefeyi bir araya getiren ritmini bu yüzden çok seviyorum. Fikri en estetik biçimde sunmak, yazma idealim bu.
İnsanlar etkilemek istediklerinde şiirselliği, inandırmak istediklerinde hikâyelendirmeyi, ikna etmek istediklerinde düşünceyi kullanıyorlar. Şiiri müziğe, öyküyü gezintiye, romanı yolculuğa yakıştırıyorum. Denemeyse sohbet etmeye benziyor. Çünkü içler arası, iç sesler arası bir konuşmaya benziyor deneme. Deneme bu yüzden özgün ve özerk olmak durumunda. Kendine ait bir düşünce, üslup ve dünya kurabilen yazarları hazla okuyorum. Felsefi denemelere bayılıyorum. O denemelere edebi bir lezzet katan ve özgün bir düşünce üretebilen her ismi hususi bir dikkatle takip ediyorum. Şu an aklıma düşen başlıcaları; Simone Weil, Cioran, Chul-Han, Oruç Aruoba, Ayn Rand, Irigaray, Kristeva ve Arno Gruen.
- Kitabınıza, metinlerinize bakınca ılımlı, düşün dünyasında birbirinden çok farklı yazanları bile kimi konularda ortak çerçevede buluşturabildiğinizi görüyorum. Fakat birey olarak çok daha radikal ve sert çıkışları ve eleştirileri olan da birisiniz. Bu nokta da cesaret ve kendiliğin birbiriyle çatıştığını düşünebilir miyiz? Burada bir çatışma yaşıyor musunuz kendinizle ilgili olarak?
Nietzsche'nin en sevdiğim sözlerindendi: "Uçurumları sevenin kanatları olmalı." Keşif arzum uçurum kenarlarına götürdü hep ayaklarımı. Tezatlarda raks etmeyi severim. Yazgım da böyle oldu hep. Ruhumu en yakın bulduğum hayvan, kartal. Dışarıdan böyle görünmesine şaşırmıyorum o yüzden.
- Açıkçası biz ayrı dünyaların insanıyız. Bu bir sır değil ve gayette normal. Düşün dünyamız da duruşlarımız da varoluş biçimlerimiz gibi çok farklı. Ben bu farklılığı seviyorum ama. Hele ki neredeyse akran olmamıza rağmen genç bir yazan olarak birikiminiz beni gerçekten etkiliyor ve sevindiriyor. Yani farklı yaklaşımınıza rağmen yazarlığınızdan bir şeyler öğrendiğimi inkâr edersem, kendimi inkâr etmiş olurum. "Kendilik Cesareti içerisinde bunu yaşadığım yazarlar var" diyeceğiniz örnekler var mı? Kimler ve neden?
Çok teşekkür ediyorum. Farklı arkadaşlıklar, medeniyettir. Birçok akıllı insan "zihinsel dengelenme"lerini, saygı zarafetini, aklı selim ölçüsünü; kendinden farklı düşünen, yaşayan ve inanan insanlarla kurduğu arkadaşlık ilişkilerine borçlu. Bu zihinsel görgüye sahip olan herkesle saatlerce konuşabilirim bu yüzden.
İdeolojik, yaşam tarzı olarak benzer olmadığım hatta tezat olduğum onlarca yazarı merakla, zevkle, keşifle, ciddiyetle okuyorum: Julia Kristeva, Albert Camus, Ulus Baker, Birhan Keskin, Oruç Aruoba, Orhan Pamuk gibi... Kendi "iyi/doğru/güzel/yüce olan"ımı sağlama fırsatı veriyor bana benzemeyenler.
- Ben de çok teşekkür ederim. Nezaket yaşatır, samimiyetle. Peki, örneğin, kitapta adı geçen ve yorumladığınız isimlerden Simone Weil bana göre de agnostik ama mistik de ve parçası olduğu, içinde yaşadığı topluma-gruba baktığımda bir anarşist. Fakat siz onu bir azize gibi tarifliyorsunuz. Hakeza Kierkegaard da bana göre dindar değil, ama inançlı (imanlı). Yine Nietzsche din ve tanrı karşıtı biriyken onu da "küskün" diye ifade ediyorsunuz. Bu isimlerin çelişkilerini netleştirdiğinizi söylemek doğru olur mu?
Bazı soruların cevabı net ve mutlak değil çünkü. En basiti bu isimlerin gerçekten nasıl olduğunu "gerçekten" tanımlayamayacak hiçkimse. Tolstoy'u bile Müslüman gibi sunmak bönlüğünden bahsetmiyorum, hayır. Oscar Wilde "tanımlamak, sınırlandırmaktır" diyor. Tanımlamak, indirgemek oluyor maalesef çoğu zaman. Ama her birimiz kendi idrak imkanlarımızla zihnimize düşenleri ifade ederek anlamı çoğaltmalıyız. Böyle çoğalan anlamlar bizi hakikatin o doğru görünen seçeneklerine daha iyi yaklaştıracak çünkü.
- Kitapta, "Tanrı Kierkegaard'la ne kastetmiş olabilir?" başlığı altında Nietzsche'nin Tanrı ile olan çatışmasını da anımsatarak bir şeyin ya da hâlin, söylemin, duruşun tersinden de okunduğunda aynı sonuca varacağına dair -kendimce ben öyle algıladım- ifadeleriniz var. Buradan şunu mu anlamayız, "insan sevdiğiyle uğraşır" yani bu bir çatışma olarak da mı aksiyle vücut bulur yoksa bunu böyle yorumlamak istediğiniz sonucuna mı varacağız? Hangisi?
Modern insan en tutkulu ilişkisini; aşk ve nefret uçlarında Tanrı'yla şiddetli geçimsizlik tezahüründe yaşıyor. Tanrı'ya olan bu antitez üretme telaşından da ateizm değil, anti-teizm çıkıyor çoğu zaman.
Duygusal ihtiyaçtan filizlenen dini seçimler gibi bazı ateizm yorumları da Tanrı'yı terk eden eski sevgiliymiş(!) gibi görmeye benziyor. Tuhaf nispetler, aşağılama hırsı, eğlenerek intikam almak vs. İnanmamak değil de hala acıyan bir yarayı saklamaya çalışmak sanki. Kitaptaki o bağlamda bu ihtimale kapı açmıştım.
- Denemelerinizin felsefi derinliğini ben belirleyemem, ama bana göre de tabii ki felsefi bir derinliği, felsefeyle bir biçim aldığı ortada. Sorgulamak kadar yorumlamak da felsefeyle ilgilidir çünkü. Felsefeye yatkın bir millet olmadığımızı söylerdi merhum Prof. Dr. Teoman Duralı. Fakat "Kendilik Felsefesi" de bir başına bunun aksi değil midir? Biz felsefeye yatkın bir toplum değil miyiz?
Şiir, öykü gibi nesirler de birbirine benziyor artık. Oysa nesir en önce üslûp yazısı olmalı. Klas kitaplar, seçkin referanslar... Yoğun veri, malumat, ama bir savı bile olamayan, bittiğinde zihne tek bir soru bırakmayan yazılar... İyi nesir zihni tahrik eder, güçlü bir soru bırakır oysa. Bugün maalesef birçok yazının bir savı, bir tezi bile yok. Sayfalarca yazılmış bir yazıyı okuyorsunuz, zihninize düşen bir soru bile kalmıyor bittiğinde. İyi üslup çoğu kez parfüm etkisi yapıyor, ama iyi bir nesir daha fazlasını da yapmalı. Böyle yazılara "parfüm yazı" diyorum ve bu açıdan Teoman Duralı'ya katılmamak elde değil. Bu anlamda şiir, öykü, roman gibi türler yerine denemede ısrar ederek riske giriyorum. Ama bu riskin bir değeri olduğunu düşünüyorum.
Bir de özellikle "genç yazar", "deneme birikim yazısı"dır klişeleri var. Cioran en iyi metinlerinden biri olan "Gözyaşı ve Azizler"i yazdığında 25-26'larındaydı. Evet, tecrübe, deneyim, birikim yaşla artıyor çoğu zaman ama özgünlüğün ilk işaretleri o ilk metinlerde var. Ben ilkel metin diyorum onlara. Çünkü yazı süreçlerinin de insanlar gibi büyüme evreleri var: Doğum-çocukluk evresi, ergenlik evresi ve erginlik evresi.
- Kitabınız sadece felsefi açıdan ya da edebi açıdan düşünleri ele alan düşünler değil. Psikanalizler de içeriyor. Bu bir yöntem elbette... Ben bu yöntemle de metinlerinizi oluşturduğunuzu düşünüyorum, yanılıyor muyum?
Multidisipliner çalışmanın ve okumanın etkisi sanırım. Cömert bir tespit, zevkle katılabilirim buna. Evet, böyle anlaşılmasından fazlasıyla mutlu olurum. İnsanın ilkel, kötücül ve karanlık doğası ilgimi çekiyor. Fakat bunu çoğunun yaptığı gibi kendini mutlak özne, başkasını nesne tahakkümüyle yapmak yerine bazen kendimi nesne etmeyi tercih ediyorum. Bu yöntem kaçınılmaz olarak psikanalize itiyor. Irigaray, Kristeva, Arno Gruen gibi birçok kuramcının denemelerini de bu yüzden seviyorum sanırım.
- Kitap dolu dolu bir kitap, pek çok yazarın pek çok konuda -bugünün merkezindeki pek çok sorununa dair çözümlerini de içeren- yaklaşımları ve eserlerin varoluş biçimlerini de içeriyor. Bütün bunlar ve yazan biri olarak sizin varoluş ve yaklaşımlarınızla ilgili ne söylüyor peki "Kendilik Cesareti" okura?
Kendilik Cesareti 6 yılda yazılan 36 denemeden oluşuyor. Tezli bir kitap gibi kurgulamak istedim, kitabın en sonunda 40 soruluk bir mülakat var. Kitabın zihnimde kurgusu, bölümleri hep vardı, ama sırf kaynakça kısmıyla bile 2 ay uğraştım. Hem kaynakça olsun hem de kitabın en sonunda güzel bir kitap listesi gibi dursun istedim. Ayn Rand, Camus, birçok yazar felsefesini kurmacayla okuruna anlatma yolu seçmiş. Ben yolu uzatmak istemedim.
- Kadın yazarlar, kadınlar ve kadınlık üzerine yazmış erkek yazarlar, kadınlık, feminizm üzerinde yoğunlaşmış bir çalışma da bu aynı zamanda. Her fikirden -sadece kadınlar değil erkekler de- yazarın kendine göre bir feminist tanımlaması ya da kendini feminist tanımlama biçimi var. Örneğin, Bell Hooks, "Feminizm Herkes İçindir" derken, kimi feministler buradaki "herkesin" kimler olduğuna odaklanır. Siz feminist misiniz ya da size göre feminizm nedir, ne değildir?
Evet, dominant bir düşünce ve ortamına itirazla başlamak cesaret istiyor bugün. Böyle bir ortamda yeni ve farklı bir şey söylemek linç edilme, itibarsızlaştırılma gibi riskleri göze almayı gerektiriyor çünkü. Hırçın bir feminizm var bugün. Duygusal bir feminizm. Daha ağzınızı açtığınız an bir şeyleri yanlış ifade ettiğiniz için sizi azarlayan bir feminizm. Bu şiddetli feminizm şekli kadınlara daha çok zarar veriyor oysa.
Daha önce de ifade ettiğim gibi popülist ve radikal feminizme itirazım var benim. Çünkü ikisinin de faydasından çok zararı olduğunu düşünüyorum kadına ve kadınlığa. Kadının tarihsel konumu radikal feministlerce rövanşist ele alınıyor ve mesele ontolojik bir değerdeyken cinsiyet kavgasına indirgeniyor. Erkeklerle, erkle yahut herhangi bir türden muktedirle olan savaşa indirgenen intikamcı bir feminist yorumuna itirazım var.
Varlık, insan, kadın sıralamasıyla temellenen bir feminizmin kadının varlığına hak ettiği itibarı getirecek en saygın yöntem olarak görüyorum. Kendiliğinden filizlenen, güçlü bir kendilik feminizmi belki de. Bugün hepsinden önce aklı selim bir feminizme ihtiyaç var. Aklı selim, otantik bir feminizmden yanayım. "Feminist değil, Skotusçuyum" diyen Kristeva gibi kendimi "feminist" kelimesiyle sınırlandırmak istemem ama.
- Sizce bir yazar kendi varoluşuyla ilgili ortaya koyduğu bir kitapla -bu çoğunlukla ilk kitabı olur- sonradan tavır ve söylem olarak çatışmaya başlar ve çelişirse yazın geleceğiyle ilgili ne yapmalı? Olmaz demeyin, olabilir çünkü. Siz örneğin, bir gün yazdıklarınız ve söylemlerinizle çeliştiğinizi fark ederseniz, "Kendilik Cesareti" bağlamında nasıl bir karar alırdınız?
Yıllar önce kendime mahlas diye seçmiştim: Vitam Vero Impendenti. Hakikat uğruna yaşamını riske atan kişi demek. Rousseau'nun "Yalnız Gezerin Düşleri" kitabında geçiyor. Rousseau bu sözün hakkını ne kadar vermiştir ki? Böyle sözlerin altını doldurmak kolay değil. Hayat büyük sözler için büyük bedeller istiyor çoğu zaman. Bazı sözlerimin büyüklüğünün farkındayım, onların altına sığmanın hiç kolay olmadığının da. Belki bu yakışıksız duruma düşmeyi göze almak da yazmanın bedelidir ne dersiniz?
"Asla gözlerini kaçırma Kurt, gerçek olan her şey çok güzeldir." Geçtiği filmi hâlâ izlememiş olsam da bu repliği çok severim. Gerçeğe yenilmekten korkmuyorum. Gerçeğin şiddeti karşısında acı çekmekten de. Yeter ki gerçek görünen, gerçekten "gerçek" olsun. Kendimle çelişmekten korkmuyorum bu yüzden. Çünkü her çelişkim bana kendimi doğrulama imkânı sunuyor. Altını çizdiğimiz bazı şeyler en güçlü değil, en ihtiyacımız olan şeyi gösteriyor çoğu zaman. Kendi vurgularımı da böyle görüyorum. Ben kendi idealimi yazıyorum.
- Kesinle doğru ve yerinde. Gerçekten ne söylediğini bilen bir yazanla sohbet etmenin saadetine erdim şimdi. Daha uzun bir söyleşi olmasını dilerdim, fakat her şey her yere sığmıyor. İnsanın dünyaya sığmaması gibi… Bir gün yan yana gelmek dilerim. Karşıtlar da konuşabilir, beni yanıtladınız, teşekkür ederim.
İyi sorulara muhatap olmak büyük şans. Böyle sorgu-soruları çok seviyorum. Zihnimin ve ruhumun tetiklendiğini hissediyorum. Farklı olan çoğu şey tehdit algısı bırakıyor birçok insana ama ben bu tetiklenme hâlini seviyorum. Sıkı sorularınız için ben teşekkür ediyorum asıl.