Parisliliğin, özgürlüğün, özgünlüğün sembolü Brigitte Bardot, geçen günlerde 70’lerden bu yana yaşadığı kır evinde birkaç dostu ve 32 yıldır evli olduğu Bernard d’Ormale ile sessiz sedasız kutladı 90. yaşını.
Le Monde‘a verdiği nadir söyleşilerden birinde “Benim izolasyonum bir seçimdir ve büyük bir lükstür” demişti. Uzun, tatmin edici bir hayata ve çok daha kötü olabileceğini kabul ettiği yaşlılığını şükran ile karşıladığını ekleyerek.
Günlerini aynada kendine bakıp kırışıklıklarını sayarak geçirmediğini, tersine hala sarı ve çok uzun saçları, değişmeyen bedeni ile övünüyordu söylüyor, “50 yaşındayken giydiğim kıyafetleri kullanıyorum, vücudumu koruduğum için şanslıyım” diyordu.
Saint Tropez kalabalığına hiç bulaşmadan çok severek aldığı Madrague’deki villasında, “hararetli bir aktivizm” ile savunduğu hayvanları ile birlikte denize uzaktan bakarak yaşamayı tercih eden BB, “Yalnızlık her zaman hayalimdi ve şimdi onu kucaklıyorum” derken hiç hoşlanmadığı şöhretten, spot ışıklarından uzak olmayı kastediyor aslında, çünkü öyle zannedildiği gibi yalnız değil, evli, mutlu, çocuklu.
Brigitte Bardot, 1960’larda sinemanın içinde de özel yaşamında da kadın özgürlüğünü, kalıpların yıkılmasını savundu. “Kurallara uymamak etkili ve hatta çekici” diyordu.
Stiliyle de ikondu BB, şapkadan çok bandana ve fiyonk takıyor, klasik topuz yerine saçlarını dağınık, kabarık topluyordu. Günlük yaşamında topuklu pabuçlar yerine düz babetleri, dar sigara pantolonları tercih ediyordu. Herkes klasik mayo giyinirken o bikini ile poz veriyordu.
BB doğuştan Parisli. Dört kez evlendi. İlk evliliğini kendisini keşfeden “Ve kadını” yaratan Roger Vadim ile yaptı. İkincisini 1959 yılında Jacques Charrier ile… Pötikareli gelinliği ile yine alışılmadık bir seçim yapmıştı. Birkaç düşükten ve “hastalık” gibi yaşadığı bir hamilelikten sonra tek oğlu Nicolas’ı dünyaya getirdi. 1966 ‘de zengin iş adamı Gunther Sachs ile evlendi. Sachs karısını kendi yatağında sevgilisi ile yakalayınca hemen boşadı.
Brigitte Bardot, bu boşanmadan 30 yıl sonra dördüncü evliliğini yaptı, 1992’de büyük bir kesimin nefretini göğüsleyerek, hedef alınarak Jean- Marie Le Pen‘in danışmanı Bernard d’Ormale ile evlendi. Oslo’da evlenen çift mutlu bir yaşam sürüyorlar. Gala dergisine “Akşam buluşuyoruz, paralel hayatlar sürüyoruz” diyor. Her yerde el ele, göz gözeler. 2000 yılında Roger Vadim’in cenazesinde de yine objektiflere birlikte yansıdılar.
En yakın arkadaşı Alain Delon’un “Sağcıyım ama hiçbir zaman Le Pen’i desteklemedim” demesinin aksine BB, Le Pen ile yakın arkadaş olmakla kalmadı; açık destek de verdi.
Modaya uymayan moda yaratan BB’nin neyse ki bu sefer peşinden fazla gelen olmadı, kızanı seveninden fazla oldu.
20. yüzyılın kadın hayal gücünü yeniden tasarladılar
İki diva, BB ve Sofia Loren, 20. Yüzyılın kadın hayal gücünü yeniden tasarladılar.
BB’nin en yakın arkadaşlarından biri, kadınların gözdesi Alain Delon oldu. Loren’inki ise erkeklerin bile âşık olduğu (Gary Grant) Marcello Mastroianni idi. Birbirlerini gördüklerinde gözlerindeki melankoli gider, yerini sevinç pırıltıları alırdı.
Roma’da doğan Napoli’de büyüyen Sofia için hayatının vazgeçilmezi annesi ve kız kardeşi oldu. Güzel bir kadın ve yetenekli bir piyanist olan annesi, iki kızını tek başına büyütebilmek için büyük bir mücadele vermiş, her işe koşmuş, sadaka istemek zorunda bile kalmıştı. Kızını güzellik yarışmasına soktuktan sonra kaderleri değişse de birliktekileri değişmemişti. Sofia, film çekimleri sırasında bile onları karavanında tutar, çekim aralarında üçü bir arada yorganın üstünde makarna yerlerdi.
Sinema dünyasında yarattığı rüzgârdan korkan Sofia Loren, sağlam bir liman olarak gördüğü kendisinden 24 yaş büyük, kısa boylu, pek yakışıklı sayılamayacak yönetmen, yapımcı Carlo Ponti ile ilk ve tek evliliğini yaptı. İki oğlunu da zor doğurdu.
Marcello, Sofia arkadaşlığına gelince… Dolce Vita’dan sonra Vatikan’ın tepkisini, halkın öfkesini çeken Marcello Mastroinni’ye sokakta bile tükürülür olmuştu. Bu dönemde Vittorio De Sica ile onu Sofia Loren eşleştirdi ve ikisi arasında ölümüne dek süren derin bir dostluk oluştu.
Sofia, Marcello ‘ya aşırı güveniyor, yaralarını bir tek ona açıyordu. Annesinin ölümünü bile MM’nin yardımı ile aştığını söylemişti bir röportajda.
Savaş sonrası idi, burjuvalar fakir ama mutluydu ve insanların yolunu bulması zordu, ikisi birbirlerine yol gösteriyorlardı. 14 filmde birlikte rol aldılar, ‘Belirli Bir Gün’ gibi unutulmaz filmlere imza attılar.
Sonra bir gün Marcello’nun aşk maceraları hikâyesi de sona erdi. Sofia Cenevre ‘de, O Paris’te yaşıyordu ve bir süredir görüşemiyorlardı. Bu içinde hep yara olarak kaldı Sofia’nın.
“La Ciociara” ile Oscar alan, 1991’de “Yaşam Boyu Başarı Oscar”ı alırken “Grazie America” diyerek İtalyanlığını Holywood’a yem etmeyen Sofia Loren, BB’nin aksine sinemayı bırakmadı. 1994’te Robert Altman’la “Pret -a Porter”ı, 2009 ‘da “Nine müzikali”ni, 2014’te “İnsan Sesi”ni, 2020’de çok ama çok sevdiğim “Önümüzdeki Hayat”ta hem oynadı hem yönetti.
Film, Senegalli genç bir mülteciyi yanına alan bir Holokost kurtulanını anlatıyor.
Fransa’da cumhuriyeti temsil eden kadın olarak büstü yapılan özgürlükçü Brigitte Bardot, saçının motosiklette özgürce uçuşmasından dem vururken ve besbelli ‘ihtiyaç fazlası erkek nüfusu’ndan hiç hoşlanmazken, mazbut Sofia Loren itilip kakılan mülteciyi evine almaya dair bir film yaptı 86 yaşında.