03 Mart 2023

Yaşama korkusu yaşama sevincine dönüşebilir mi?

2015 yapımı, zamanında sevilmiş, hatta Oscar adayı olmuş bir İsveç filminin bu yeni çevrimi iyi ki çekilmiş... O filmden çok daha geniş bir seyirciye uzanacağı kesin...

HAYATA RÖVEŞATA ÇEKEN ADAM

X X X X

(A Man Called Otto)

Yönetmen: Marc Forster
Görüntü: Matthias Koenigswieser
Müzik: Thomas Newman
Oyuncular: Tom Hanks, Mariana Trevino, Rachel Keller, Body Wilson, Truman Hanks, Manuel Garcia-Rulfo, Mack Bayda, Cameron Britton, John Higgins, Tony Bingham

Columbia-Sony filmi, 2023

Ne kadar ilginç... Önce bir evrensel virüs salgını, sonra sayısız sinema platformunun oluşmasıyla küçülen salon sineması alemi... Derken ülkemizi saran ve en azından birkaç haftadır filmlerden söz etmeyi engelleyen deprem felaketi ve onun yarattığı psikoz.

Ama arada fışkıran böyle filmler... Kimi zaman biraz unutur gibi olduğumuz yönetmen ve oyuncuların birden yeniden buluşması.Ve ortaya çıkan başyapıtlar. İşte bu da böyle filmlerden biri. Doğrusu Marc Forster'in yönetmenliğini de, Tom Hanks'in oyunculuğunu da son derece özlemişiz.

Tom'un yarattığı Otto Anderson karakteri, önce perdeye şimdiye dek gelen en kavgacı, asık suratlı, pinti ve sevimsiz kişiliklerden biri. Bir komşusunun dediği gibi tam bir "huysuz bunak". Bir alışverişte üç-beş kuruşu bile tartışan; yalnız yaşadığı evin önünde park etme sorunları yüzünden tüm komşularıyla boğazlaşan; arada gittiği mezarlıkta yakın zamanda yitirdiği anlaşılan karısı, hayatının aşkı Sonya'nın taşı önünde gözyaşı döken... Ve insanlar kadar hayvanlardan da nefret eden... Evin içindeyse tüyler ürpertici intihar girişimlerini inatla sürdüren... Ama başaramadan... Ya tavana asılı ip kopmakta, ya da boğazına alttan yerleştirdiği tüfek ateş almamakta direndiği için...

Ve sonra birden gelip yandaki binaya yerleşen Meksikalı çift. Marisol ve Tommy... İki son derece sevimli çocuk sahibi ve Marisol bir üçüncüsüne gebe... Diğer komşulardan biri tümüyle bunamış gözüken (ama aslında aklı pekala yerinde olan) eski dostu siyahi Reuben ve karısı Anita. Ve tüm bunlara karşın, yine de yapayalnız kalmaya, herkesi aşağılamaya ve ölümü seçmeye kararlı gözüken Otto...

Buradan çok farklı yollara gidebilir bu film... Bunca olumsuzluk, bunca karanlık trajediye, en azından drama yol açmaz mı? Yine Otto adını taşıyan babasından her türlü makineye ve teknolojiye karşı bir ilgiyi miras almış, bu yüzden en büyük merakı araba kullanmak olan Otto, arabasının direksiyonuna geçirdiği beceriksiz Marisol'la eninde-sonunda ölümcül bir kaza yapmadan kurtulacak mı? Bu kederli maceranın iyimser bir finali olabilir mi?

2015 yapımı, zamanında sevilmiş, hatta Oscar adayı olmuş bir İsveç filminin bu yeni çevrimi iyi ki çekilmiş... O filmden çok daha geniş bir seyirciye uzanacağı kesin... Filmin temel bir özelliği, iki ayrı dönemin koşut biçimde anlatılması. Yani Otto ve Sonya'nın vaktiyle yaşadıklarıyla günümüzde olup bitenler. Burada yönetmenin ustalığı açık... Ayrıca Otto'nun gençliğini Tom Hanks'in oğullarından Truman Hanks'in oynaması gerçekliği arttırıyor.

Film bir yanıyla görkemli bir hatırlama öyküsü. Geçmişte yaşanmış bir büyük aşkın, bir tarafın ölümüyle öbür yana yaşattığı o tarifsiz dram... Öte yandan, vaktiyle Sonya'nın öğretmenlik yaptığı okulda bir 'trans'a (cinsiyet değiştirmiş) Malcolm'a yaptığı iyilik... Ayrıca güçlü bir yan motifse Dye&Merica adını taşıyan bir dev şirketin hikayeye dekor olan mekanlarda var olan tüm binaları yıkıp, yeni ve daha büyüklerini inşa etme arzusu. Ve bunun sonunda ünlü bir kadın TV sunucunun desteğiyle önlenmesi. Sanki biraz da günümüz Türkiye'sinde olanlara benzeyen...

Bir çöküş ve sonra yaşama sevincine yeniden kavuşma olarak da nitelendirilebilecek filmde, tüm oyuncular dört dörtlük. Hanks'in yanı sıra özellikle Marisol'de Mariana Trevino'yu çok sevdim. Bir de kedi var ki, evlere şenlik... Ne yazık ki ismini öğrenemedim!..


Not: Bu ayın Milliyet-Sanat'ı üzerinde YASTAYIZ yazılı simsiyah bir kapakla çıkmış ve "Bu sayının tüm satış geliri depremzedelere bağışlanacaktır" cümlesini de kapağa almış. Benim aylık yazımsa Ernest Hemingway'den uyarlanmış, Sam Wood yönetiminde Gary Cooper, Ingrid Bergman, Katina Paxinou, Akim Tamiroff gibi bir kadrosu olan 1943 yapımı Çanlar Kimin İçin Çalıyor? Tek üzüldüğüm, renkleriyle de bilinen bu film için siyah-beyaz resimlerin kullanılması!..

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"