25 Kasım 2022

Yamyam sevgililerin inanılmaz serüveni

Son derece kendine özgü, kimilerini ürkütüp nefret ettirecek; kimileriniyse yeniliği ve cesaretiyle kendine çekebilecek bir film

KEMİKLER VE HER ŞEY

X X ½

(Bones and All)

Yönetmen: Luca Guadagnino
Senaryo: David Kajganich, Camile DeAngelis
Görüntü: Arseni Khachaturan
Müzik: Trent Reznor, Atticus Ross
Oyuncular: Taylor Russell, Timothee Chalamet, Mark Rylance, Andre Holland, Ellie Parker, Madeleine Hall, Kendie Coffey Sean Bridgers, David Gordon Green, Jessica Harper, Chloe Sevigny, Christine Day

MGM filmi, 2022

İşte size son dönemin kendine özgü çarpıcı filmlerinden biri. Belki geçmişten akla gelen Suspiria, Twilight serisi gibi kanlı bıçaklı filmleri de hatırlatıyor. Ama çarpıcılık açısından bence en yakın zamanda izlediğimiz Kestik - Final Cut, Menü, ama en çok İyi Şanslar Leo Grande filmlerini andırıyor denebilir.

Bu öncelikle tam bir yol filmi. Çünkü iki ana kahramanı neredeyse tüm ABD'yi katediyorlar: Maryland'den Virginia'ya, Minnesota'dan İowa'ya, oradan Nebraska'ya... Hem de enfes 'country song'lar eşliğinde...

Ama olay o kadar basit değil. Ve bu klasik bir Amerikan 'taşra uğursuzluğu' hikâyesi de değil. Çok daha derinlere gidiyor: yamyamlığa uzanıyor!.. Evet, yakın arkadaş bir gençler gurubunun arasında Maren de vardır: 18 yaşlarında, siyahiden çok melez bir genç kız. Onu arkadaşları arasında tanırken, birden bir şok sahneyle karşılaşırız: dişlerini arkadaşının boğazına geçirip ısırmaya ve emmeye başlar!.. Bir kıyamet kopar, oradan kaçmak zorunda kalır. Zaten annesi yıllar önce ölmüştür; babasıysa bu yanını bildiği için onu hep eve kilitleyegelmiştir. Böylece Maren yollara düşer.

Onu önce yaşlı ve alabildiğine eksantrik, hatta ürkünç bir adamla görürüz: Sully. Kendisinden hep bir üçüncü kişi olarak söz eden; Maren'e bir 'eater-yiyici' olmanın tüm gizlerini öğreten... Aslında etrafta sanıldığından çoktur onlar... Ve birbirlerinin uzaktan kokusunu alırlar. Ayrıca o can çekişenleri de kokudan tanır ve gidip onları da yalayıp yutar!.. Onu filmin sonlarında, daha da ürkünç bir halde yeniden buluruz.

Asıl önemlisi Maren'in yolda tanıştığı yakışıklı genç Lee'dir. Kiss gurubundan şarkılar söyleyen, yarım bir pantolonla dolaşan, tam bir Z jenerasyonu temsilcisi... O da aynı kökendendir ve şöyle der kıza: "Bizim ortak noktamız beslenmeye açlığımız." Böylece iki aşık bir tür Bonnie ve Clyde hikâyesindeki gibi yasadışı olarak kaçıp dururlar. Yolda imkan buldukça 'beslenerek'; ama fırsat buldukça seksi de unutmadan... Zaten özellikle Lee tam bir seks düşkünüdür; tavladığı eşcinsel bir gençle işi pişiriverir: elbette hemen sonrasında onun da tadına bakarak!..

Görüldüğü gibi, bu son derece kendine özgü, kimilerini ürkütüp nefret ettirecek; kimileriniyse yeniliği ve cesaretiyle kendine çekebilecek bir film. Derinden derine işlediği baba-kız ilişkisi teması da ayrıca ilgiye değer. Ben şahsen iki arada bir derede kaldım. Ama özgünlüğü, müziği ve enfes görüntüleri, sunduğu ABD yolculuğu ve de oyunculuğuyla takdir ettim.

Lee'de her zaman iyi oyuncu olmuş, gençliğini hâlâ koruyan Timothée Chalamet, Maren'de gözleri sürekli bir korkuyu taşıyan Taylor Russell harika. Deneyimli Mark Rylance ise gerçekten görmelere seza...

ABD’de Albinizm üzerine bir film yapan Türk sinemacı

Emir Kumova ABD’de çalışan bir Türk sinemacısı. Yönetmen, yazar ve yapımcı olarak çalışıyor ve belgeseller yapıyor. 2017’den başlayarak Christmas Tree - Noel Ağacı, Dream at Ares, en son War of  Colors- Renkler Savaşı filmlerini çekti.

Sonuncusu ülkede hayli yankı yaptı ve TV programları filmi gösterip ondan söz ettiler. Albinizm denen ve doğuştan aşırı beyaz olan insanları içine alan bu olaya küçümseyerek bakan ve gerekli araştırmaları yapmayan topluma yöneltilmiş bir eleştiri bu. Ben de bu 'uzaklardaki sanatçımız’ı sizlere tanıtmak istedim. Talihi açık olsun.


YARIN: TEHLİKELİ OYUN

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"