27 Temmuz 2024

Uzayın keşfi tarihinde Rusya-ABD rekabetine bakış

Film ABD üzerine sayısız ilginç gözlemler ve şakalar içerir. Öncelikle bu dev ülkedeki dinin gücü ve hâlâ ayaktalığı görülür. O uzay serüveninin fiyasko riski karşısında "Keşke Kubrick'i alsaydık!" diye uzay filmlerine de el atmış bir Stanley Kubrick ya da country ustası şarkıcı Tex Ritter anılır

BENİ AYA UÇUR

X X X 

(Fly Me To The Moon)

Yönetmen: Greg Berlanti 
Senaryo: Dariusz Wolski 
Müzik: Daniel Pemberton
Oyuncular: Scarlett Johansson, Channing Tatum, Woody Harrelson, Jim Rash. Anne Garcia, Ray Romano, Donald Elise Watkins, Noah Robbins

Columbia filmi, 2024

Birçok filmi kaçırdığım yaz tatilimde, son günlerdeki İstanbul ziyaretim sayesinde birkaç tanesini yakaladım. Ve hemen T24'ün bence kutsal (!) sayfalarında okurlarının gözlerine sunmak istedim.

Bir dönemin son derece popüler Fly Me To The Moon şarkısını bilmem kimler hatırlar... İlk kez 1964 yılında ve dönemin ikon sanatçısı Frank Sinatra tarafından müziğe kazandırılan bu şarkı, yıllar sonra bakınız ne değişik bir hikâyenin temel direği oluyor!... Rusya'nın daha 1957 yılında Sputnik adlı bir uzay gemisini aya yollaması ABD'de şok yaratmış ve hemen ardından Apollo adını taşıyan bir dizi geminin uzay maceralarına yol açmıştı. Ülkedeki NASA kuruluşunun bu işler için talep ettiği büyük bütçeler de sorun yaratmıştı.

Bu arada bizler de hikâyenin ne denli gerçek olduğu pek belli olmayan kahramanlarıyla tanışıyoruz. Hamile olup karnı burnunda güzel Kelly Jones, bu sorunu çözer çözmez inanılmaz güzelliği, çılgınlığa varan girişkenliği ve görülmemiş inadıyla, kendisini ABD'nin bu yeni çabasında göreve adıyor. O tam bir "kreatif direktör"dür ve her türlü işi üzerine alabilir. Ardından yakışıklı Cole Davis'i ve de devleti temsil eden Moe Berkus'u tanırız. Bunlar hikâyenin üç temel kişisidir ve uzaydaki Rusya-ABD takışması içinde inanılmaz bir maceranın ana kahramanları olacaklardır.

Bu arada uzaya yollanan Apollo'ların sayısı giderek artar. Özellikle 1968'lerin sonrasında... Öncesinde Kore, Vietnam gibi ırak yerlere de el uzatmış bir Amerika, bu kez daha da uzaklara gitmek zorundadır. Cole Davis, dostları için "hiç uzaya gidememiş en iyi pilottur". Ve sürekli takıştığı, ama sonunda deli gibi aşık olacağı Kelly Jones'a şöyle der: "Ay hakkında senin hakkında bildiğimden çok dahasını biliyorum!" Bu aşkın ortaya çıkması da bu Ay ve Apollo telaşı içinde hayli gecikecektir.

Film yine ABD üzerine sayısız ilginç gözlemler ve şakalar içerir. Öncelikle bu dev ülkedeki dinin gücü ve hâlâ ayaktalığı görülür. O uzay serüveninin fiyasko riski karşısında "Keşke Kubrick'i alsaydık!" diye uzay filmlerine de el atmış bir Stanley Kubrick ya da country ustası şarkıcı Tex Ritter anılır. Ve bir dönemde yine "aya gidiş"in kenti olan Houston... Apollo'ların sayısı onu aşar ve tam on birincisi yola çıkar. Bu artık tarihi bir uçuştur. 10 yıldır 400 bin kişinin üzerinde çalıştığı olay, efsanevi Neil Armstrong ve iki arkadaşının bulunduğu uzay gemisiyle gerçekleşir ve hedefine ulaşır. TV'lerden tüm dünyanın izlediği bir bilimsel zirve olarak... Tahminlere göre, 400 milyon insanın seyretmesiyle... Ve dediğim gibi, aşk da gerçekleşir. Eninde sonunda...

Yönetmen Greg Berlandi özellikle Broken Hearts Club ve Love Simon gibi filmleriyle ilgi çekmiş bir yönetmendir. Bu filmde küçük bir rolü de var. Çapkın, iradeli ve şeytansı Kelly Jones'da Scarlett Johansson çok başarılı. Daha önce de Black Widow, Lost in Translation, Her gibi filmlerde kendisini göstermişti. İnatçı Cole Davis'de Free Guy, Magic Mike gibi baş karakterleri yaratmış olan Channing Tatum; Washington'u temsil eden Moe Berkus'da Hunger Games, Venom, Natural Born Killers gibi rollerde tanınmış Woody Harrelson da çok iyi. Zaten dediğim gibi, bu üçü açıkça filmin en öne çıkan karakterleri. Arka planda senatör Cook'da Colin Just ve kendine özgü gay yönetmende kim olduğunu bulamadığım oyuncu da gayet yerli yerinde... Bir de filmde zaman zaman boy gösteren ve finale bile neredeyse damgasını vuran o kara kediler!... Hayli şaşırtıcı...

Kusurlara gelince... Filme tümüyle egemen olan soluk renkler... Anlatımda bence yer yer aşırı olan naiflik... Ve de biraz aşırı uzun (132 dakika) olması. İşte bu gibi şeyler... Ama tüm bunlar bu değişik filmi görmenizi engellememeli.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

Bir aydın olarak İsrail suçlarına kapsayıcı bakışım

Onca yıl sonra, Yahudilerin ilk ve de son devleti nasıl oluyor da böylesine büyük bir soykırıma bizzat kendisi girişmiş bulunuyor?

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

"
"