16 Ağustos 2019

Ünlü bir TV sunucusu olmanın zevki ve kederi

Gece Kuşu, birçok şeyin karşıtlığını ve önlenemez çatışmasını yeniden düşündürüyor: Kadın-erkek, İngiliz-Amerikan, eski-yeni kuşaklar...

GECE KUŞU       X  X  X   ½

(Late Night)

Yönetmen: Nisha Ganatra
Senaryo: Mindy Kaling
Görüntü:
Matthew Clark
Müzik:
Lesley Barber
Oyuncular:
Emma Thompson, Mindy Kaling, John Lithglow, Hugh Dancy, Reid Scott, Dennis O’Hare, Max Casella, Paul Walter Hauser, İke Barinholtz, Marc Kudisch
ABD filmi

TV ve onun etkileri üzerine görece olarak az, ama öz filmler vardır. En klasik dönemden, TV’nin daha ilk yıllarında Elia Kazan’ın A Face in the Night-Kalabalıkta Bir Yüz’üyle (1957) başlayarak, aralarında en ünlü ustaların filmlerinin de bulunduğu yapımlar akla gelir:

Sidney Lumet’nin Network-Şebeke, Fellini’nin Ginger ve Fred, James Brooks’un Broadcast News- Haberler, Michael Mann’ın The İnsider-Köstebek, Ron Howard’ın Frost/Nixon, Alfonso Cuaron’un Children of Men-Son Umut, Claude Chabrol’un İkiye Bölünen Kız, Ben Affleck’in Gone Baby Gone- Kızımı kurtarın, vs.vs..

Ve daha yakın zamanlarda Aaaron Sorkin’in The Newsroom-Haber Stüdyosu, Dan Gilroy’un Night Crawler- Gece Vurgunu, Martin McDonagh’ın Three Billboards Ebbing Çıkışı gibi.....

Bu kez Hint kökenli, ama 1979 ABD doğumlu oyuncu-yazar-yapımcı Mindy Kaling’in yazdığı ilginç bir metinle karşı karşıyayız. Amerikan usulü ünlü TV sohbet programcılarından ve onların kadın olanlarından biri: Katherine Newbury. İngiliz kökenli, New York’ta 30 yıldır bu işi yapıyor. Düşsel bir Oprah Winfrey/Ellen Degeneres karması. Tam altı Amerikan başkanı görmüş, işini iyi bilip seven, ama galiba her şeyden biraz yorulmuş ve gücünü yitirmeye başlamış bir TV kişiliği.

Başarının tek anahtar sözcük olduğu bir ülkede, bunu sürdürmesi mümkün değil. Böylece yeri sarsılıyor ve o yere nevzuhur, kaba-saba genç bir çocuğun gelmesi konuşuluyor. Biraz da bizdeki yıllanmış şöhretlere meydan okuyan rapçılar olayı gibi!....

Ama her şey öyle kolay değil. İşin içine Hint kökenli bir kadın giriyor: Çalıştığı kimya şirketinden ayrılıp asıl istediği TV’ciliğe girmek isteyen.... Ve filmdeki adıyla Molly Patel, bunu yaparken Katherine’e çok şey hatırlatıyor. Yıllardır kalabalık kadrosuna tek bir kadın bile almamasının tuhaflığını... (Yoksa o gizli bir kadın düşmanı mıdır?). Çağa hiç uyamamış, mizahını yenileyememiş, esprilerini tazeleyememiş olmasının eksikliğini... Ve de çağdaş iletişimi kullanmadaki yetersizliğini: YouTube’dan Facebook’a...

Film bize birçok şeyin karşıtlığını ve önlenemez çatışmasını yeniden düşündürüyor: Kadın-erkek; İngiliz-Amerikan (bir kaşık da Hint sosuyla birlikte!); eski-yeni kuşaklar....Ve de Amerikan usülü şirket yönetimi: Yıllardır birlikte çalıştığı onca erkeği hiç tanımadan (her ne kadar yakışıklı biriyle yatmışsa da!) ve adlarını bile öğrenmeden.. Ve bu yüzden adamlarına oturuşlarına göre numara vererek ve onları bu sayılarla çağırarak....

Film TV olayının günümüzde özellikle Anglo-Sakson ülkelerde, ama aslında tüm dünyada ulaştığı yeri ustalıkla hicvediyor. Mindy Kaling’in senaryosu yer yer aşırı geveze dursa da aslında doyurucu. Ve kökenleri düşünülürse, o dünyayı böylesine kavramış olması büyük başarı. Kaling’in ayrıca Molly Patel rolünü yüklenmesi de iyi olmuş. Ve bu kişiliği eldiven gibi üzerine geçirmiş. 

Yönetmen Nisha Ganatra ise Kanadalı. (Hiçbir yerde yazmıyor, ama kadın sanatçı da aslen Hintli olabilir!... İsminden fiziğine çok şeyin işaret ettiği gibi). Birçok TV filmi yönetmiş; bu ilk sinema filmi. Ve altından kalktığı kesin...

Tüm yan oyuncular da iyi. Ama asıl olay elbette Emma Thompson’da. Bugün tam 60 yaşında (1959 doğumlu) olan oyuncuyu uzun zamandır önemli bir rolde görememiştik. Bu kez tam yerini ve rolünü bulmuş.

Kocasını oynayan John Lithglow’la birlikte dokunaklı bir ikili oluşturmuşlar. Hele işi yüzünden çocuk sahibi bile olamama durumu eşinin hastalığıyla birleşince, ortaya hayli duygusal bir öykü çıkıyor. Ve filme belli bir hüzün katıyor. 

Tipik Amerikan bir hikayesi olsa da, zarif İngiliz mizahının üste çıktığı bir film. Sanıyorum hayli seveni çıkar...


Yarın: KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR-2

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"