08 Eylül 2023

Ulusal ve uluslararası ödüllerle bezeli bir film

Yönetmeni Selcen Ergun'un birkaç kısa filmden sonra ilk uzun filmi bu... Ama doğrusu öylesine bir profesyonellik içeriyor ki... Şöyle demiş festivalde: "Bu film benim bir kadın olarak dünyada kendimi nasıl hissettiğim üzerine"

KAR VE AYI

X X X X

(Snow and the Bear)

Yönetmen: Selcen Ergun
Senaryo: Yeşim Aslan, Selcen Ergun
Görüntü: Florent Herry
Müzik: Erdem Helvacıoğlu
Oyuncular: Merve Dizdar, Saygın Soysal, Derya Pınar Ak, Berkan Bektaş, Asiye Dinçsoy, Onur Gürçay, Mehmet Küçük, Muttalip Müjdeci,

Ümmü Putgil/ Nefes Film yapımı, 2023

Bu bol ödüllü, birçok özellik içeren ve hakkında çok konuşulan/konuşulacak film geniş ve kapsayıcı bir bakış gerektiriyor. Elimden geldiğince atmaya çalışacağım...

Film inanılması zor bir kar dekoru içinde (bu dekor sonuna dek sürecektir), kar lastikleri takmış olsa da yine en basit gerçekçiliğe meydan okuyan ve bana seyirci koltuğumda içimden "Olacak şey değil!" dedirten bir inatla arabasını süren bir genç kadınla tanıştırıyor bizi... Sonradan adının Aslı olduğunu öğreneceğiz, ki aynı biçimde bu görkemli beyaz dekorun da Artvin ve çevresi olduğunu öğreneceğiz.

Burası adı Akçeken olan bir yöredir. Aradım, bu ad tam olarak yok. (Akçakent denen bir köy var, o da Aksaray ilçesine bağlı). Ve Aslı oraya asıl gelmesi gereken doktor tarafından yollanmış bir hemşiredir: o karakışta tek başına gelmesinin gösterdiği gibi, inanılması zor bir cesareti, gerçek bir yüreği olan...

Orada kadınlar da görecektir. Özellikle gebe bir kadın ve kızını... Ama daha çok erkekler egemendir bu yörede... Çoğu tümüyle uygarlıktan ırak bir yaşam yüzünden kalpleri iyice taşlaşmış kişilerdir. Özellikle rakı sofrasından kalkmayan, kadının haince peşine düşen biri. Haşin ve zalim Hasan...

Ve de aslında iyi yürekli gözüken, kendine özgü sakalıyla çağdaş bir peygamberi andıran Samet. Ki Samet, Aslı'ya tam anlamıyla tutulacaktır. Kadının inatla kendisini itmesine karşın, elinden gelen her şeyi yaparak...

Aslı sık sık telefonla konuşur. Ailesiyle; özellikle de babasıyla... O baba sanki uzaktan onu yönetmeye çalışıyor gibidir. Ama bu ırak dağ başında olacak şey midir bu? Elbette iyi yürekli başkaları da olacaktır. O temiz yüzlü jandarma eri. Veya Akçeken Sağlık Ocağı, Akçeken Karakolu gibi kamu yapılarının içinde veya çevresinde karşılaştığı erkekler...

Ama bu vahşi doğa ve vahşeti ondan esinlenmiş çerçeve içinde, eril bir ahlak kesinlikle bastıracaktır. Aslı istediği kadar çağrıldığı tüm evlere ve komşulara koşsun; hatta yarasa ısırığına uğrayan bir emekçiyi iyileştirmeye çabalasın... Bu temelde yalnız, sıkışmış, rakı veya kağıt oyunu mahkûmu erkeklerle barış ve karşılıklı sevgi-saygı içinde mutlu yaşamak mümkün değildir.

Ve aradaki kadın-erkek, iyi-kötü, cesur-korkak gibi çelişkiler her dakika boy göstermeye devam edecektir.

Sonuç olarak filmin gerçek bir melankoli duygusu içerdiğini de belirteyim.

Ve de civardaki hayvanlar... Arada bol bol gözüken kedi, köpek, koyun, kurt, öküz, tilki gibi yaratıklara ayılar da karışır. Köylünün en çok korktuğu ve filmdeki iki kez gözükmesi bile bizi ürperten o yaratık. Ki bizler de hâlâ ayıları sevmek mi, yoksa nefret edip bir an önce vurmak mı ikileminden tümüyle kurtulmuş muyuzdur?

Ve finaldeki gizemi de yine yöre ayısına bağlayarak çözmeye kalkanlar çıkmayacak mıdır?

Filmin daha önce de sinemamıza el uzatmış olan Florent Herry imzalı görüntüleri (ki o özellikle Reha Erdem için çalışmıştı) ve de Erdem Helvacıoğlu imzalı güzel bir müziği var. Yönetmeni Selcen Ergun'un birkaç kısa filmden sonra ilk uzun filmi bu... Ama doğrusu öylesine bir profesyonellik içeriyor ki... Şöyle demiş festivalde: "Bu film benim bir kadın olarak dünyada kendimi nasıl hissettiğim üzerine." Bu hanımla tanışmaktan gerçekten gurur duyacağım. 

Oyunculukta asıl yük kuşkusuz ki Merve Dizdar'ın üzerinde. Birçok ödülü olan filmde, bu değerli oyuncumuz Antalya'da ve çok daha önemlisi Cannes'da da en iyi oyuncu seçilmişti. Cannes ödülü Nuri Bilge Ceylan'ın Kuru Otlar Üzerine adlı filmi dolayısıyla idi. Ve bize Cannes'da ödül kazandıran ilk kadın oyuncumuz olmuştu. Merak ediyorum; iki film arasında belli ortak temalar yok mu acaba?

Selcen Ergun'dan bu muhteşem başlangıçtan sonra daha birçok iyi film bekliyoruz. Ve bendeniz bu güzel filmi has sinemaseverlere de içtenlikle öğütlüyorum.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan... " sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"