16 Mayıs 2024

Türk sporu üzerine belgesel tadında bir deneme

Jeneriğinde yazılı tüm adların -elbette oyuncuları kastediyorum- gerçek sporcular olduğu nadir ve kıymetli bir film... O sporcuların anneleri-babaları ve tüm aile fertleri de öylesine doğal ki, sanki onlar da oyuncu filan değil...

ECLİPSE

X X X

Yönetim ve senaryo: İpek Kent, Efe Öztezdoğan
Görüntü: Efe Öztezdoğan, Meryem Yavuz
Müzik: Alper Maral, Cenker Kökten
Oyuncular: Nazlı Savranbaşı, İbrahim Çolak, Ahmet Önder, Ferhat Arıcan, Adem Asil, Göksu Üçtaş Şanlı

Rings in Color- Team Paribu yapımı, 2024

İşte önce internette izini kesinlikle bulamadığım, hatta bir Kore filmi sandığım film... Ama görmeye gittiğimde çok farklı bir yapım buldum. Ve birçok açıdan ilginç ve cesur. Tümüyle başarılmış değilse de...

Film temelde spor üzerine. Ve 2020 Olimpiyatlarına hazırlanan Türk ekibinin hikâyesi. Beş erkek, iki de kadın var. Önce Mayıs 2020'de İzmir'de başlıyor her şey... Siyah-beyaz olan film aslında bir belgesele daha yakın. Ama öylesine ustaca çekilmiş bölümleri de var ki... Sonuç olarak belgeselle dramatik anlatımın değişik bir karması sayılabilir.

Hikâye aslında daha öncesine gidiyor ve 2020 Olimpiyatları'na tam bir yıl kala başlıyor. Pandemi günlerinde bir önceki olimpiyatlar yapılamamış ve spor alemi yenisini özlemle bekler olmuştur. Böylece "Tokyo'ya 365 gün"le başlayıp yavaş yavaş ilerliyoruz.

Ve de ağzımız bir karış açık, o inanılmaz derecede adaleli, örnek vücutlu, olmadık biçimde sıçrayıp atlayan, perdeyi gerçek bir stadyum haline getiren erkekleri izliyoruz. Bilmiyorsak soruyoruz: Yahu bunlar oyuncu olabilir mi? Elbette olamaz!... Hepsi gerçek sporcular; o dönemde çekilmiş belgelerle, baş döndürücü marifetleri... Güçleri ve başarıları tartışılmaz atletler...

Sonra İzmir'deki çalışmaya geliyoruz. Ne de olsa tüm o takımın İzmirli olduğu biliniyor. Orada yaşanmış olan İzmir depremine ve tüm bir salonun çöküşüne tanık oluyoruz. Arada sporcu olmanın tüm güçlükleriyle birlikte... Sürekli tıbbi kontrol; bakım, güçlendirme... Göğüslerde Vestel marka giysileriyle... Evet, beş erkek, iki de kadın... Ve yıllar boyu kendilerini bu ideale hazırlamışlar. Nitekim bir TRT mikrofonuna konuşan biri "üç yıldır ailesini görememiş olmaktan" yakınıyor...

Sonunda zaman tükeniyor. Ve birkaç gün kala bir uçakla yola çıkılıyor. Sağ-salim varılıyor da... Ama işte, burada filmin en zayıf yanı var. Tokyo'ya gelişleri de çekilmiş; ama olimpiyatların kendisinden görüntü filan yok!... Yani orada hiç çekim yapılamamış. İlgililer bunun imkansız olduğunu, izin verilmediğini söylüyorlar. Ama hepimizin içinde bir açlık kalıyor; tam olarak doyuramadığı...

Tüm bu hazırlıktan çok iyi sonuçlarla çıkılıyor. Ve dünya çapında ödüller alınıyor. Türk spor tarihinin, bir başka deyişle jimnastik olayının medar-ı iftiharı olan... Bu arada kazananların yer yer bize bakarak konuşmaları filme Brecht'çi bir hava katıyor!... Sonrasında başka başarılar geliyor ve gelecek. Basel 2021; en son Paris 2024... Bu devam eden bir çabadır; özellikle hazırlanmak için katlandıkları inanılmaz bedensel ve ruhsal özverilere tanık olduğumuz o spor insanları için...

Böylece, yineleyelim, filmin temel özelliği ortaya çıkıyor: Jeneriğinde yazılı tüm adların -elbette oyuncuları kastediyorum- gerçek sporcular olduğu nadir ve kıymetli bir film... O sporcuların anneleri-babaları ve tüm aile fertleri de öylesine doğal ki, sanki onlar da oyuncu filan değil... Şaka değil, bu gerçek düşüncem!... Ayrıca filmin hareketli kamerası, finaldeki renklenmesi, genişliği farklı ekran boyutları da dikkat çekiyor. Sonuncusu olasılıkla değişik zamanlarda çekilmiş olmasından geliyor olmalı.

Evet, işte bu da böyle bir film...Yönetmen, yazar ve görüntü ikililerinden birinin kadın olduğuna dikkat!... Hâlâ çözemediğim bir soruysa şu: Bu film niçin Eclipse gibi yabancı bir isim taşıyor? Bunun anlamı ne? Acaba daha bizden bir ad bulunamaz mıydı?


YARIN: YURT

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"