21 Haziran 2019

Terörizm denen belanın etkileyici sinemalaşması  

Kısa filmlerden gelen yönetmen Anthony Maras ilk filminde iyi bir iş çıkarmış

HOTEL MUMBAİ
X  X  X  X
(Hotel Mumbai)

Yönetmen: Anthony Maras
Senaryo: John Collee, A. Maras
Görüntü: Nick Remy Matthew
Müzik: Volker Bertelmann
Oyuncular: Dev Patel, Armie Hammer, Nazarin Boniadi, Tilda-Cobham Harvey, Jason İsaacs, Amandeep Singh, Suhail Nayyar, Dilesh Kumar

Avustralya-ABD-Hindistan ortak yapımı

Terörizm arttıkça bu temaya eğilen filmler de üst üste geliyor. Çağın bu büyük belası sinemada kimi zaman tümüyle siyasal/ ideolojik, kimi zaman daha insancıl açıdan ele alınıyor. İkincisi tercih edilse de, bu tür bütün filmlerin kitleleri bilinçlendirdiği ve belayla savaş için önemli bir araç olduğu söylenebilir. 

İşte on yıl sonra unutur gibi olduğumuz bir olayın filmi. 2008 yılında Hindistan’ın Mumbai (eski Bombay) kentinde, gruplara bölünmüş bir avuç teröristin koca kentte sokak-arası kahvelerinden meydanlara, oradan da 100 küsur yıllık efsanevi ve süper-lüks Taj Mahal Hotel’e tam bir kıyım uygulamaya yöneldiği kanlı olay.

Mumbai’de adam gibi bir polis örgütü olmadığı için, Yeni Delhi’den gelecek güçlerin beklenmesi nedeniyle uzun saatler süren ve sonunda 164 ölüme, yüzlerce de yaralanmaya yol açan korkunç bir kıyım

Fonda elbette din var. En bağnaz, en çağ dışı, en zalim yüzüyle. İçinde Allah, dua, cihad gibi sözcüklerin sık sık geçtiği; teröristlerin hiçbir akıl ve gerçek iman süzgecinden geçmeden, kanlı yol göstericilerin elinde birer ölüm makinasına dönüştüğü bir eylem.

Sokağı bir yana bırakırsak, otelde kabaca 500 kişi var. Bir yanda zengin müşteriler, öte yanda otel çalışanları. Ve iki küçük grup: Bir düzineyi bile bulmayan genç teröristler. Ve de asıl merkezi gücü beklerken müdahale etmeyi deneyen bir avuç cesur polis.

Çalışanlarına “müşteri Tanrı’dır” sloganının neredeyse kutsal bir söz gibi belletildiği o atmosferde, toplumun alt katlarından gelenler dünyanın en zenginlerini savunmak, korumak, hayatlarını kurtarmak için ölmeyi göze alıyorlar. Odalarına telefon edip ilk gelene kapılarını açmalarını istemeye zorlanan ve bu isteğe direnen resepsiyon emekçilerinin birer birer vurulduğu sahnedeki gibi...

Ana kahramanlar arasında Amerikalı David’le evli, bir de bebeği olan güzel Hint kadını Zahra, bebeğinin dadısı Sally, içki ve kadın düşkünü zengin Rus Vasili, otel çalışanlarından ve giderek liderleşen Sih (bir Hindu tarikatı) Arjun da var.  Üstelik ülkenin içinden bile olmayan, taa Pakistan’dan telefonla gelen ‘cihad’ emirlerine dayalı bu büyük operasyonun neferlerinin hepsi gencecik, tertemiz, saf yürekli inanmışlar; tarikatların koşulsuz köleleri. Dinin böylesine insanlık-dışı amaçlara yönelmesinin saçmalığını anlamaktan yoksun olan; idrakleri gelişmemiş; bireyleşememiş bir sürünün mensupları. Böylece din kurumu bir yandan en kanlı cinayetlerin bahanesi oluyor. Son yıllarda tüm dünyada giderek artan bir tempoyla çoğalan...   

Ama aynı din, öte yandan insancıllığın, merhametin, bağışlamanın da aracı oluyor. Bunun en görkemli biçimde ortaya çıktığı sahne şöyle: Bir odada yığılmış rehineleri teker teker vuran, kendisi de ağır yaralı bir terörist, aslında Müslüman olup bunu saklamış bir genç kadının İslam’dan sözler söyleyip kelime-yi şahadet getirmesi karşısında panik yaşıyor. Ve telefonda infazın sesin bekleyen liderine karşı bir çözüm arıyor. Unutulmaz bir sahne...

Benzer biçimde, otel çalışanı Sih Arjun’un, ürkmüşlüğü içinde İslam’ı eleştiren yaşlı bir kadın turiste hiç çıkarmadığı türbanını yavaş yavaş çözerken, türban takmanın anlamını izah etmesi de yine nefis bir bölüm.

Kısa filmlerden gelen yönetmen Anthony Maras ilk filminde iyi bir iş çıkarmış. Filmi sonuç olarak terörizm denen olaya son yıllarda yaklaşan filmler arasında özel bir yer alıyor.

Nick Remy Matthew’ün görüntüleri hem bugün onarılmış olarak yeniden ayakta olan dev yapıyı kullanmada, hem de koca kentin yoksulluğunu vermede çok başarılı. Volker Bertelmann’ın müziği de öyle.

Oyunculardan Arjun’da Dev Patel her zamanki gibi kusursuz. Amerikalı Armie Hammer herzamanki gibi yakışıklı. Kadınlarda Nazarin Boniadi ve Tilda-Cobham Harvey, Rus Vasili’de Jason İsaacs ve de tüm Hintli oyuncular da çok iyi. Bu ertelenmiş film, bence haftanın en iyisi...

SEVGİLİ OKURLAR. SEÇİM GÜNÜ YAKLAŞIYOR. LÜTFEN İSTANBUL’DA OLUP OY VERMEK İÇİN GEREKLİ TÜM ÖNLEMLERİNİZİ ALIN.  VE TÜRK SİYASETİNİ YÖNLENDİRECEK BU OLAYA KATILIN. KİME OY VERECEĞİNİZİ İSE ELBETE ÇOK İYİ BİLİYORSUNUZ.


Yarın: BEYAZ KARGA

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"