20 Kasım 2021

Siyahi ve sportif bir Amerikan rüyası

Will Smith’in son dönemdeki en iyi rolünü bulduğu film, aynı zamanda onun en ‘ciddi’ rollerinden biri, belki de birincisi.

KRAL RICHARD: ŞAMPİYONLAR YÜKSELİYOR     X  X  X

 

(King Richard)/ Yönetmen: Reinaldo Marcus Green/ Görüntü: Robert Elswith/ Müzik: Kris Bowers/ Oyuncular: Will Smith, Aunjanue Ellis, John Bernthal, Demi Singleton, Saniyya Sidney, Tony Goldwyn, Kevin Dunn, Noah Bean, Erica Ringer, Craig Tate/ Warner Bros filmi, 2021

İşte size özellikle iki şeye ilgi duyanlar için çok özel bir film. Biri tenis denen o ‘seçkinlerin sporu’. Öbürü baba ve kız ilişkisi denen hem büyüleyici, hem belalı alan... Kız çocuk sahibi olduğum için bilirim!...

Üstelik filmdeki babamızın bir, iki, üç değil, tam beş kızı var!... Hepsi siyahi (elbette; çünkü ana-baba da öyle!), hepsi şeker, hepsi sporcu. Çünkü özellikle babaları onları öyle yetiştirmiş. Kendisinin tutkusu olan, ama artık zedelediği bacağıyla yapamadığı için bu tutkuyu tüm kızlarına geçirmeyi denemiş. Ve başarmış.

Böylece bu aileyi tanıyoruz. Baba Richard Williams’da olgunlaşmış bir Will Smith; anne Oracene Brandy’de Aunjanue Ellis kızlarını, özellikle de en büyükleri olan Venus ve Serena’yı olabildiğince iyi yetiştirmeye çalışırlar. Anne daha ’makul’ sınırlar içinde kalırken, baba tam bir otoriterdir; öylesine katı ilkeleri, hoşgörüsüzlüğü ve kararlılığı vardır ki, kızlarına zaman zaman işkence benzeri davrandığı bile olur. Arada yorulup dinlenmek isterlerse şöyle der örneğin: “Uykuyla tek elde edebileceğiniz şey rüyadır”.

Yetersiz maddi durumları, onları spora yatırım yapan kurum ve kişilere yöneltir. Ki aralarında kimi iyi niyetlileri de çıkar. Ama onlar bile babanın sert duvarlarına toslamaktan kurtulamazlar.  

Film bir yanıyla ABD’deki ezeli ve ebedi ırkçılığa ve geçmeyen siyahi düşmanlığına değiniyor. Hele bir dönemde California’da başlayan olaylar... Ve babanın deyişiyle kendilerini “bir başka aptal zenci” diye görmekten vazgeçmeyen beyazlar...

Ama aradan üç yıl geçecek ve sonunda kızlar hem bu ortamı, hem de babalarının yenilemez bir inatçılığa ve görkemli bir ukalalığa dönüşen davranışlarını aşıp, gerçek birer şöhret olacaklardır.

Ve evet, aslında tüm bu bunlar gerçektir!... O aile 90’lı yılların başında tüm bu serüveni yaşamışlar, ABD spor tarihine geçmişlerdir. Rekorlar da kırarak; kimi yarışmalarda kazanan ilk siyahiler, ilk kız kardeşler vs. olarak; sayısız ödüle erişerek... Filmin son jeneriklerinde gerçek aile de gözükür ve bize el sallarlar...

Böylece film perdenin ünlü tenis filmleri arasında yerini alır: The Players (1979), Wimbledon (2004), Match Point (2005), 7 Days in Hell (2015), Battle with the Sexes (2017), Borg and Mc Enroe (2017) gibi...

 Will Smith’in son dönemdeki en iyi rolünü bulduğu film, aynı zamanda onun en ‘ciddi’ rollerinden biri, belki de birincisi. Siyah veya beyaz tüm yan oyuncular da iyi. Özellikle anlattığım temalara ilgi duyanlar için...

Eski seri yeniden hayata dönüyor

 

HAYALET AVCILARI: ÖTEKİ DÜNYA    X  X  ½

 

(Ghostbusters: After Life)/ Yönetmen: Jason Reitman/ Senaryo: Gil Kenan, Jason Reitman, Dan Aykroyd/ Görüntü: Eric Steelberg/ Müzik: Rob Simonsen/ Oyuncular: Finn Wolfhard, McKenna Grace, Carrrie Coon, Logan Kim, Celeste O’Connor, Paul Rudd, Annie Potts, Oliver Cooper, Dan Aykroyd, Bill Murray, Sigourney Weaver, Ernie Hudson/ Columbia filmi, 2021

İşte yine geçmişe saygı göstermeye sıvanan ve oradan seçtiği bir nostalji nesnesini yeni kuşaklara tanıtmayı seçen bir film.Yani kendi içinde tam bir yeniliği ve yaratıcılığı olduğunu söylemek mümkün değil.

Evet, film bir serinin 1984’deki ilk filmine uzanıyor. Ve karşımıza Callie adlı dul bir kadınla iki çocuğunu getiriyor; ağabey Trevor ve kızkardeşi Phoebe. Callie yıllar önce evi bırakıp giden babasının acısını hep çekmiştir. Şimdiyse, içinde bulundukları ‘erkeksiz’ ve ekonomik açıdan çok sıkıntılı durumda, babanın ölümüyle ona miras kalan bir eski eve yerleşmek için Oklahoma’daki küçük Summerville kasabasına gelmişlerdir. Orada öylesine tozlu ve ürkünç bir ev bulurlar ki, ne yapacaklarını bilemezler. Phoebe okulda podcast işini ustalıkla kullanan ve adını da Podcast yapmış bir veletle tanışıp dost olur. Trevor ise nostaljik bir barda çalışan Lucky’ye tutulur.

Okulda garip isimli (Grooberson!) bir hocaları vardır; bu çevreye egemen olan ve zaman zaman etrafı bir deprem gibi titreten gizemi keşfetmek için uğraşan... Ama bu belki lanetli kasabada yaşam gitgide zorlaşır. Ortaya Sümerlerden kalma çivi yazılı levhalar, Sümer tanrısı Gozer ya da hiç beklenmedik garip yaratıklar, örneğin ‘metal oburları’ filan çıkmaya başlayınca... Ve iskelete dönmüş bir eski Cadillac yeniden hayata dönünce...

Zamanında gerçek fan’lar edinmiş olan (ki ben onlardan değildim) seri 2016’da yeniden çekilmiş, ama başarı kazanamamıştı. Bu kez işi ilk iki filmi yöneten İvan Reitman’ın oğlu yönetmen Jason Reitman yüklenmiş. İyi de olmuş, çünkü o yepyeni ve çok başarılı oyuncular bulduğu gibi eskilere de etkileyici bir saygı duruşunda bulunmuş. Filmin akıcı bir temposu, kendine özgü bir mizahı ve güçlü bir fantastik yanı var. Annede Carrrie Coon, çocukları Trevor ve Phoebe’de Finn Wolfhard ve McKenna Grace, Podcast’ta Logan Kim gerçekten iyiler. Ayni şey öğretmen Grooberson’da  Paul Rudd için de söylenebilir. Ki kendisinin yakın zamanda ‘en yakışıklı erkek’ seçilmesi hayli magazin tartışması yaratmıştı!...

Ama eskilere saygı da var. Onlardan Annie Potts zaten filmde karşımıza geliyor: Janine  Melnitz rolünde... Ama serinin gerçek starları olan Dan Aykroyd, Bill Murray ve Ernie Hudson sonlara doğru konuk oyuncu olarak çıkıyorlar. Sonrasında Jimmy Fallon’un TV programına bile çıktılar!...

Yine ilk filmlerin oyuncusu Sigourney Weaver’e gelince... Ben çok sevdiğim bu muhteşem kadını film boyunca arayıp bulamadım ve acaba çıktı da ben mi tanımadım diye düşündüm. Ama hayır; ancak son jeneriklerde çıktı. Ve o birkaç dakika hasret gidermeye vesile oldu. Keşke yeniden önemli roller alsa...   

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

Bir sinema tutkulusunun ölümü ve düşündürdükleri

Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu

"
"