05 Eylül 2024

Şeytan ve Lady, bir dehşet ve cinayet dünyasına hükmederken

Değişik, radikal olarak farklı tarzda bir film. Hep yenilik arayanlar için...

SEVGİLİM KAÇ

X X X

(Strange Darling)

Yönetim ve senaryo: JT Molner
Görüntü: Giovanni Ribisi
Müzik: Craig DeLeon
Oyuncular: Willa Fitzgerald, Kyle Glanner, Barbara Hershey, Ed Bagler Jr, Steven Michael Quezada, Madisen Beaty

Miramax (Amerikan) filmi, 2023

İşte son günlerin sayıları çılgın gibi artan (ve kolayca bir düzineyi bulan) haftalık film sunumu içinde arada kaynayan ve kaza eseri görenleri de sanırım hayli şaşırtan bir filmi... Ama Batı ülkelerinde son derece ilgi gördüğü ve hayli övüldüğü de bir gerçek. Bendenize gelince... Tüm iticiliği içinde son derece özgün ve yaratıcı bir yapım olduğunu söyleyebilirim.

Film öncelikle "35 mm film olarak çekilmiştir" uyarısıyla başlar. İlginç bir teknolojik bilgi!... Ve de "Sen katil misin?" sorusuyla. Bu arada iki ana kahramanın gerçek adları bilinmez, ama kadına Lady, erkeğe de Demon- Şeytan adı yakıştırılır. Fondaki zengin müziğin içinde sık sık Love Hurts - Aşk Acıtır adlı bir şarkı kulaklara çalınır. Ve böylece şenlik başlar.

Öncelikle, klasik sinema ve sinemasal anlatım açısından her şey gerçek bir sürprizdir... Çünkü bu tam 6 bölümlük bir gerilimdir. Ek olarak sonunda bir Epilog'la... Ama bölümlerin kronolojik bir sırası yoktur. Nitekim Bölüm 3'le başlar. Sonra Bölüm 5'e gider. Oradan 4'e, sonra 2'ye geri dönülür! Sonunda 6. bölümde, adam gibi sonuç alınır. Sırf bunun bile iyice kafa karıştırıcı olduğu açık değil mi?

Ama kişiler hep aynı kalır. Ve her şey iki ana kahraman çevresinde döner. Smile, Scream gibi korku filmleriyle tanınan Kyle Gallner. Yani The Demon - Şeytan. Ve The Fall of the Usher House adlı Edgar Allan Poe uyarlaması diziyle tanınan The Lady - Willa Fitzgerald. Bu erkek ve bu kadın öylesine doldururlar ki ekranı... Anlatmam kolay değil.

Ama bu ekran sürekli kan renginde olacaktır. Çünkü öldürme; diğer deyimiyle cinayet peşimizi bırakmaz!... İkisi de -ama özellikle dişisi- ellerini kana bulamadan duramaz. Nitekim bir noktadan sonra o "Electric Lady" diye anılacaktır!... Sıçrayıp duran olaylar bir kadınla bir erkeğin arasındaki bu sado-mazoşist ilişkiye şaşırtıcı dönüşümler sağlar. Burada o klasik kediyle fare oyunu değildir görülen... Belki de fare (yani kadın) çok daha güçlü olacaktır. Belki de erkeğin tüm film boyunca pantolonunu hiç çıkarmaması (kişisel olarak beni şaşırtan bir şeydi bu!) dengesizliğin bir dışavurumudur. Kadın en kanlı sahnelerde bile iç çamaşırlarını korur; erkekse gri polis kılığından nedense kurtulamaz!...

Ama film öylesine bir şiddete sahne olur ki... İşe karışan ve kimi zaman yardıma koşan yaşlı-çok yaşlı kişiler de, akan kanlarıyla kurban olmaktan kurtulamazlar. Bir yerde kötücül kişilerden biri şöyle der: "Ben kıyametin de habercisiyim." Zaman zaman Electric Lady'nin gücü öne çıkar. Ve filmin hep ve her yerde ezilen ve kıyılan kadın cinsinin bir intikamı olarak yorumlanmasına yol açabilir. Öte yandan "kadın intikamı" teması da az güçlü çıkmaz... Hele kimi bölümlerde devlet, yasa, hukuk veya sistem, ne derseniz deyin... Tüm bunlara karşı çıkan Lady'mizin gücü gerçekten de şaşırtıcı olacaktır.

Filmin yazar - yönetmeni JT Mollner 2008'den itibaren 8 kısa film yönettikten sonra (ki hemen hepsi korku teması üzerineymiş) 2016'da Haydutlar ve Melekler'le ilk uzun filmini yapmış. Bu ise ikinci filmi oluyor: kuşkusuz en hatırlanacak olanı... Kyle Gallner ve Willa Fitzgerald ise başrollerde muhteşem... Kendi adıma Fitzgerald'ın Lady'sini hiç unutmayacağım. Yaşlı kuşaktan gelen Barbara Hershey (Genevieve teyze), Ed Begley Jr. (Frederic enişte) gibi isimler de çok iyi.

Ayrıca bir dönemin sempatik oyuncusu Giovanni Ribisi'nin bu kez kendini adadığı görüntüler ve Craig DeLeon'ın müziği de dikkate değer. Filmin özgün şarkılarını ise Z. Berge'e borçluyuz. Ki yönetmen Mollner filmin adının bile Berg'in şarkılarından esinlenerek ortaya çıktığını söylemiş.

Ayrıca rivayete göre korku sinemasının ustalarından Stephen King ve Mike Flanagan da filmi severek "Bugüne dek izlediğimiz en zekice gerilim filmlerinden" ortak açıklamasını yapmışlar. Evet, işte depdeğişik, radikal olarak farklı tarzda bir film. Hep yenilik arayanlar için...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Safiyetle şeytanlığın bir tür savaşımı

Film; aynı kültürden, Anglo-Saxon kültüründen gelseler de iki ailenin nasıl alabildiğine zıt olabileceğini gösterir

Çok tartışmalı ama o kadar da özgün bir film

Filmin ana teması bence ana-kız ilişkisi sayılmalı. Öylesine bir bağlılık var ki aralarında... O umutsuz biçimde hasta, çokluk koltuğundan kalkamayan, ‘benim kurbağam’ diye seslendiği kızını iyileştirmek, anne için hayatın tek gayesi olmuş

Bu yılki yaz okumalarımdan seçmeler (3) ve Genco Erkal

Eskiler olsa “İnşallah başlarına Genco kadar taş düşsün!” derlerdi. Ben de öyle mi yapsam? Aklımdan çok daha ağır şeyler söylemek geçse de!.. Ne diyeyim, umarım şu garabet dünyada herkes layığını bulur...

"
"