24 Aralık 2021

Popüler bir dizinin son halkası; en iyisi mi?

Atilla Dorsay "Matrix Resurrections"ı yazdı

MATRİX: RESURRECTİONS

X X X X 

Yönetmen: Lana Wachowski
Senaryo: Lana Wachowski, David Mitchell, Aleksandar Hemon
Görüntü: Daniele Massaccesi, John Toll
Müzik: Johnny Klimek, Tom Tykwer
Oyuncular: Keanu Reeves, Carie-Anne Moss, Jonathan Groff, Jessica Henwick, Neil Patrick Harris, Jada Pinkett Smith, Priyanka Chopra Jonas, Christina Ricci, Lambert Wilson, Andrew Caldwell

Warner Bros yapımı, 2021

-Spoiler içerir.-

Matrix dönüyor. 1999 yılında Wachowski Brothers'ın (o zamanlar öyleydiler) hayal gücünden çıkan hikâye özetle şunu anlatıyordu: Bir bilgisayar hacker'ı yaşadığı dünyanın bir hayal dünyası olduğunu keşfediyordu ("Bu gerçek hayat değil!"). Bu çok ilerlemiş bir computer teknolojisinin yarattığı bir düş dünyasıydı. Kendisiyse insanlığı kurtarmak için 'seçilmiş kişi' idi.

Ardından gelen iki 2003 yapımı devam filmi aşağı yukarı aynı temaları sürdürdü. Dinsel (Hristiyan anlayınız) ve felsefi temaları da içeren bir öz, görkemli bir görsellik, şaşırtıcı bir özel efekt kullanımı ve insanı tam ciddi bir tema üzerinde düşünmeye çağırırken, birden ön plana çıkan aksiyon. Kendi adıma da o dönemdeki eleştirilerimde çok tuttuğum filmler olmadı bunlar. Birçok yabancı yazar gibi...

Ama, tuhaftır, yıllar sonra gelen bu yeni film, ilerleyen yaşıma ve bunun getirdiği (getirmesi gereken) ciddileşme eğilimine rağmen, beni en çok etkileyeni oldu. Bunda elbette çok özel şeyler rol oynadı. Sizlere anlatmaya çalışacağım...

Filmin ana kahramanı yine Thomas Anderson, kısa adıyla Neo elbette... Keanu Reeves'in uzun saçları, gür sakal-bıyığıyla hâlâ belli bir gençlik taşıyan kahramanı. Ama dünya o zamandan beri öylesine değişmiştir ki... O Matrix'i bir video oyunu yapıp satmıştır. Unutulmaz kadın kahraman Trinity evlenip çoluk çocuğa karışmış ve adını kocasının deyişiyle Tiffany'ye çevirmiştir. Eski hikâyelerden gelen kişiliklerin yanı sıra yepyeni kişilikler de çıkmıştır.

Bu arada önemli bir değişim de şudur: İlk filmlerin yaratıcıları olan Wachowski Biraderler de cinsiyet değiştirmiş ve ikisi de birer kadın olmuştur!.. Lana ve Lily adlarını taşıyan... Kim derdi!..

Böylece filmin yeni ana temalarından biri de feminizm olur. Bir yandan Neo eski aşkını yeniden ele geçirip Trinity'yi hayata dönüştürmeye çabalar. Öte yandan kadın karakterler daha ön plana çıkarlar. Ama bu devam filmi mi, yeniden yaratma çabası mı olduğu tartışmalı yapımda, yeni dilberler Bugs, Gwyn veya Sati etkin olurken, General diye adlandırılan Niobe bahçesinde kiraz yetiştirmeye çalışan haşin, ama barışçı bir hatun olarak karşımıza çıkar.

Ama kötülük hâlâ öylesine yaygındır ki... Böylece yenilerin en kötüsü, tüm filmin en yakışıklısı Smith, Neo'nun en büyük düşmanı olur. Sürekli gittiği psikiyatrı (adı verilmez) de öyle... Eski dostu siyahi Morpheus ise eski filmlerin oyuncusu Laurence Fishbourne'ın yerini alan Yahya Abdul-Mateen sayesinde gençleşir.

Bu film için ne demeli? Bir yerinde dendiği gibi "bir zihin pornosu" olabilir mi acaba? Ama aslında birçok öge gelir ve filmi yüksek bir düzeye çıkarır.

Öncelikle ana temaları... Gerçi dinsel ve felsefi ögeler biraz ikinci plana itilmiş olsalar da geride hep vardır. Belli ölçüde bir kapitalizm ve aşırı teknolojiye teslim olma eleştirisi de... Aynı biçimde, aksiyon ögeleri... Görkemli düelllolar, uçma sahneleri, gökyüzünü gündelik bir mekan haline getirme başarısı...

Sonra kimi sahnelerdeki slow-motion (yavaşlatma) çabasına eklenen flow-motion olayı. Yani bir silahtan çıkmış bir kurşunu (bile) yönetme, hızını kesme ya da tam yerinde durdurma yetisi. Hayal, ama ne güzel bir hayal!.. Ve bunun sinemada böylesine iyi verilmesi.

Başka şeyler de var. Bunlardan önemlilerinden biri, hikâyenin sonuç olarak görkemli bir aşk hikâyesine dönüşmesi. Yeni adıyla Tiffany'nın ilk kez bir cafe'ye girme sahnesi... Ve Neo'nun onu görür görmez aşkının bunca yıldır hiç eskimediğini anlaması... Ne sahne ama... Bu giderek finale de damgasını vuran bir 'Love Story' oluyor. Ve böylesine fantastik yüklü bir filmde öne çıkan bu duygu hayli etkili oluyor.

Öte yandan, filmin Brecht'çi yanı. Yani ünlü Alman düşünür ve tiyatro yazarı Bertolt Brecht'in geliştirdiği ve klasik dramatürjiyi allak-bullak eden 'epik' kuralı. En çok tiyatro ve sinemada etkili olan... Örneğin filmin başlarında şöyle bir konuşma var: "Bu seriyi Warner Bros sürdürecek. Ya bizimle, ya da bizsiz!" Yani filmin kendisi, kendi yapısı üzerine tartışılıyor ve bu da bir süre devam ediyor. Doğrusu, hele bu tür bir film için cesur bir davranış!..

Film sonuç olarak, biz ne dersek diyelim, böylesine klasikleşmiş bir seriyi yeniden gündeme getiriyor. Ve en klasik temalarını yeni ve güncel temalarla, bilinen kişilikleri de belli ölçüde yeni ve genç oyuncularla harman ediyor. Şu dönemde eskiye, özellikle de böylesi popüler serilere başvurmak, sinemanın bir adeti oldu. Ve anlaşılan bu akım bir süre devam edecek...

Oyunculara gelirsek... Keanu Reeves yer yer uzun saçlı, yer yer ise kafası kabak biçimde karşımıza geliyor ve (John Wick serisiyle birlikte) en büyük ününü yaptığı bu diziye yeniden hayat veriyor. Son yıllarda kendini TV dizilerine adamış gözüken Carrie-Anne Moss gayet yerli yerinde. Yine eskilerden Neil Patrick Harris, en çok yıllar öncesinin How I Met Your Mother dizisiyle tanınan bir yüzdü. Buradaki rolü gayet incelikli. Bu arada filmdeki köpeği Deja Vu'nün sempatikliğine ve isminin çok-yönlülüğüne dikkat çekerim. (Bu 'görülmüş, bilinen' anlamını içeren, Fransızca, ama dünyaca bilinip kullanılan bir sözcük). Jonathan Groff, Jessica Henwick, Christina Ricci gibi genç oyuncular da takıma iyi ayak uydurmuşlar.



Yarın: BALTALI KIZ

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"