28 Eylül 2019

Ödüllü romandan perdeye geçerken pek bir şey kalmamış!..

Saka Kuşu: Cilasının ardında pek bir şey içermeyen bir film

SAKA KUŞU
X  X
(The Goldfinch)

Yönetmen: John Crowley
Senaryo: Peter Straughan
Görüntü: Roger Deakins
Müzik: Trevor Gureckis
Oyuncular: Ansel Elgort, Oakes Fegley, Aneurin Barnard, Finn Wolfhard, Sarah Paulson, Luke Wilson, Nicole Kidman, Jeffrey Wright, Ashleigh Cummings, Willa Fitzgerald, Denis O’Hare

Warner Bros filmi

2000’lerden beri Intermission- Yanlış Hesap, Boy- İsimsiz Çocuk, Closed Circuit- Kapalı Devre ve özellikle Brooklyn gibi filmlerle ilgi çekmiş İrlandalı yönetmen John Crowley’in son filmi birçok nedenle dikkat çekiyor. Ama bunun daha çok hayal kırıklığıyla sonuçlandığını söylemeliyim.

Donna Tartt’ın çok-satan ve ayrıca 2014’de Pulitzer ödülü almış romanından uyarlanmış olan bu 150 dakikalık film, New York’da geçen ve uzun yıllara yayılan bir öykü anlatıyor. Küçük Theo babası Larry’nin yıllar önce çekip gittiği tipik Amerikan bir ailenin çocuğudur. Bir gün ünlü Metropolitan Müzesi’ni gezerlerken, terörizm kökenli bir patlamada annesi ölür. Ailesiz kalmış Theo’yu okul arkadaşlarından birinin ailesi evlat edinir. Evin annesi Samantha, sorunlu gözüken kocası ve dört çocuğuyla yaşamaktadır.

Bu arada Theo patlama olayında gizemli bir adamın verdiği bir yüzüğü adresine götürür: Kendine özgü antikacı Hobe. O da, tesadüf bu ya, bomba olayında yakın arkadaşı Welty’yi kaybetmiş ve onun öksüz kızı Pippa’yı koruması altına almıştır. Pippa da –bir başka tesadüf!- Theo’nun patlamanın hemen öncesinde müzede görüp etkilendiği her açıdan yaralı bir genç kızdır.

Theo Hobe’un yanında çalışmaya başlar. Ve o tür antikacılığın bizim için de ilginç olan gizlerini öğrenmeye koyulur. İşin içine müzeden kaybolan (daha doğrusu o kargaşada Theo’nun cebine attığı!) çok değerli Saka Kuşu tablosu da girer. Ve esrar düşkünü babası Larry de sevgilisiyle birlikte çıkagelir ve hayatına karışır.  

Özetlemeye çalıştığımdan çok daha karışık bu hikâye, gördüğünüz gibi genelde çok-satan romanların bayıldığı bir yapaylık içeriyor ve tam bir imalat tadı bırakıyor. Üstelik iki zaman dilimi arasında gidip gelen anlatımı seyirciyi ayrıca yoruyor. Ama romanı okuyanlar çok daha derinlik taşıdığını ve Dickens’vari bir tadı olduğunu belirtiyorlar. Ki filmde bundan pek eser yok!.. 

Ve de oyuncular.  O da sorunlu bir alan...Ana kişilik Theodore Decker’in çocukluğuyla gençliğini oynayanların öylesine farklı fizikleri var ki... Çocuk fena oynamıyor, ama çok sevimsiz!.. Genç adamsa yakışıklı, ama yeteneksiz!.. Arkadaşı Boris Pavlikovsky karakterinde bu daha iyi çözümlenmiş. Nicole Kidman ise Samantha’da (gençliğinde ve yaşlılığında) elinden geleni yapıyor.

Sonuç olarak, cilasının ardında pek bir şey içermeyen bir film. Seçim sizin...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"