07 Ekim 2022

Kore'den alınıp çok bizdenleştirilmiş enfes bir aksiyon

Kim ne derse desin, ne kadar kopya olursa olsun, bu hikâye tıkır tıkır işliyor

KİM BU AİLE?

X X X

Yönetmen: Bedran Güzel
Senaryo: Ali Erkan Ersezer
Görüntü: Jean-Paul Seresin
Müzik: Jingle Jungle, Mert Oktan
Oyuncular: Cengiz Bozkurt, Nurgül Yeşilçay, Beste Kökdemir, Ferit Aktuğ, Onur Buldu, Altan Erkekli, Fatih Al, Doğan Can Barıkaya, Kerem Atabeyoğlu

CJ Entertainment Turkiye, Library Pictures İnternational yapımı, 2022

İşte size kendi alanında ve türünde gayet ilginç bir film. Temel kusuru özgün olmaması, çünkü bu 2019 yılında çekilen Kore filmi Extreme Job'ın bir uyarlaması. Zaten yapımında da hayli yabancı parmağı var. Yapımcılığından sermayesine, görüntü yönetmeninden özel 'aksiyon yönetmeni'ne dek... Ama sonuç olarak film, dediğim gibi, bir 'aksiyon-komedi' türünde öylesine işliyor ki... Bir yeniden yapım olsa da, en azından geniş seyirci kitlesi rahatça bağrına basabilir.

Emniyette iddialı bir biçimde çalışan komiser Adem Haberdar, yasadışı alemin önde gelen kötülerinden Salih ve Cigan'la boğuşmakta ve onları suçüstü yakalamaya çalışmaktadır. Ama çok iyi hazırlanmış gözüken bir baskın karaya oturur. Suçlular ortadan yok olur ve Adem de işinden kovulur.

Sonra olaylar gelişir. Adem dönüşünü sağlayacak bir zaferin peşindedir. Bunun için o da polis olan kızı Deniz, yine suçlu kafilesinden olup onlara katılan Ali, Ali'nin bulup getirdiği konsomatris Menekşe ve genç emektar Umut da yanıbaşında yer alırlar. Takımımız azgın suçluların İstanbul'da bir eski eve gizlendiklerini öğrenince, evin hemen karşısındaki Cesur Tavuk adlı dükkana yerleşmeyi kurar. Böylece yakındaki o evi gözaltına alıp izleyeceklerdir. Oraya oyuncak ayılar içinde mini-kameralar yerleştirerek, gizli mikrofonlarla konuşmaları dinleyerek... Ama bu yeni iş kısa zamanda ve sayısız sürprizin art arda gelmesiyle öylesine büyük başarı kazanacaktır ki, o mütevazı tavukçu dünyaca tanınacak, kapısına medyadan bir sürü gazeteci dolacak ve hepsinin gelecekleri değişecektir.

Evet, kim ne derse desin, ne kadar kopya olursa olsun, bu hikâye tıkır tıkır işliyor. Bunda o kadar çok ögenin katkısı var ki... Öncelikle görüntü yönetmeni, Fransız ustası Jean-Paul Seresin bizlere görkemli bir İstanbul sunuyor. Ön ve arka Beyoğlu'suyla, Boğaziçi'yle, Ortaköy camisi ve çevresiyle, yokuşları ve seyyar satıcılarıyla... Sanki filmde görev alan yabancılar ilk kez keşfettikleri bu şahane kenti en usta biçimde yansıtmayı becermişler. Hele bir gece, fonda ışıklar içindeki bir İstanbul'un silueti önünde yer alan o büyük kavga bölümü. Bence bir sinema şaheseri...

Öte yandan filmin bir ana teması yoktan bir aile kurmak ve onu bir gerçeğe dönüştürmek... Her biri başka bir yerden -kimi zaman en uygunsuz olanları dahil- çıkıp gelmiş, kadınlı erkekli bu cemaat sonunda birleşiyor ve bir büyük amaca doğru gidiyorlar. Bu komedi ve polisiye karması entrikanın içinde aile motifi ön plana çıkıyor ve duygularımızı tavlıyor. Hele komiser Adem ve kızının karşılıklı özveri gösterileri. Ve kızın sonunda Adem'in onayıyla Ali'yle nişanlanması. Az duygusal bölümler değil...

Bir başka faktör kavga-dövüş sahnelerinin başarısı, olgunluğu, inandırıcılığı. Bunun nedeni elbette bu alana çok özen gösterilmesi ve bunun için yine yabancı bir uzmanın getirtilmesi: Koreli Youn Dae-Won... Doğrusu bizde pek görülmemiş bir düzeye ulaşmışlar; hatta kadınları bile -özellikle de Nurgül Yeşilçay'ı- tam birer dövüşçü haline getirerek...

Sonra, oyunculuklar... Doğrusu bu alan da gayet başarılı olmuş. Adem'de benim pek iyi tanımadığım Cengiz Bozkurt, bana yer yer eski dostum Bedrettin Dalan'ı hatırlatan fiziğiyle inandırıcıydı. Özlediğimiz Altan Erkekli'yi Cesur Tavuk'un asıl sahibi Sabahattin olarak harika buldum. Hele o 'karaoke' bölümü... Evlere şenlik... Ali'de Onur Buldu da doğrusu iyiydi. Menekşe'de yine özlediğimiz Nurgül Yeşilçay, Deniz'de en azından benim ilk kez tanıdığım Beste Kökdemir. Ve diğerleri... Hepsi görevlerini yapmışlar.

Ve de filmde elden ele dolaşan bir kitap. Ünlü klasik Don Kişot. Hem de Reşat Nuri Güntekin çevirisiyle... Filmle mutlaka bir ilişkisi olmalı. Acaba ne olabilir?!..

Milliyet Sanat'ın 50. yılı

Sevgili okurlar;

Yazarı olmakla gurur duyduğum Milliyet Sanat dergisi şu sıralarda tam 50. yılını kutluyor. Derginin bu sayısı gerçekten muhteşem.

Evrim Altuğ’un kapsamlı anış yazısından sonra, yıllarca katkıda bulunagelmiş hemen tüm yazarların (bu arada benim) geçmişten bugüne uzanan yazıları çok şey hatırlatıyor. Böyle bir sanat kurumunu ilk kez düşünüp kuran, sonra yıllar boyu ve şimdi de aynı inatla, emekle, sabır ve tutkuyla sürdüren herkesi içtenlikle kutluyorum.

Benim klasik aylık yazım olarak Sinemanın Hazineleri köşemde bu ay Wiliam Wyler imzalı The Desperate Hours- Umutsuz Saatler (Oyuncular: Humphrey Bogart, Fredric March, Arthur Kennedy) filminin bulunduğunu da hatırlatırım. Bu bir sanat belgesi olan özel sayıyı mutlaka edinin derim.

 

Hafta sonu Edirne'de eşim Leman'la birlikte kitap imzalayacağız. Cumartesi -Pazar...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"