18 Ağustos 2022

Kendine özgü bir fantastik sinema denemesi

Film belli motiflere ağırlık veren karışık bir yapı kuruyor; öncelikle bir western dekoru, atmosferi ve estetiği

HAYIR

X X 1/2

(Nope)

Yönetim ve senaryo: Jordan Peele
Görüntü: Hoyte Van Hoytema
Müzik: Michael Abels
Oyuncular:
Daniel Kaluuya- Keke Palmer, Brandon Perea, Michael Wincott, Steven Yeun, Wrenn Schmidt, Keith David

ABD-Japon ortakyapımı, 2022

Amerikalı siyahi sanatçı, ayn zamanda aktör, yazar, yönetmen, besteci ve yapımcı, 1979 doğumlu Jordans Peele, yönetmen olarak sadece üç yapımla çağdaş sinemanın ön planında yer aldı. İlk (uzun) filmi Get Out - Kapan 2017 yılında büyük yankı yapmış, benden dört yıldız (X X X X) ve de şu övgüleri almıştı:

"...Son derece kendine özgü bir yapım. ABD'deki bitmeyen siyah-beyaz çekişmesi, giderek çatışmasının ve tükenmeyen ırkçılığın simgelerle yüklü bir yorumu gibi görünüyor. Ama yavaş yavaş o son derece çağdaş gözüken aile, hizmetkârları ve kimi konuklarının da katılmasıyla birer korku filmi aktörüne dönüşmeye başlıyor. Sonrası gerçek bir gerilim, hatta fantastik sinema örneği gibi. ABD taşrasındaki tekinsizliği ve garip tarikatları gösteren filmlerin sanki bir devamı..."

İkinci filmi Us - Biz, benden X X X almış ve özellikle şu sözleri hak etmişti:

"Bu irkiltici, hatta biraz itici film sinemasal anlatımıyla seçkinleşiyor. Batılı eleştirmenler film için Kubrick, De Palma, Aronovski gibi isimleri anıyor. Biriyse şöyle demiş: 'Peele yeni Kubrick, Shyamalayan, Hitchcock veya Spielberg değil. O özgün bir yönetmen: komedi, dehşet ve sosyal yorumu harman eden uslubuyla".

(Bu iki eleştirimiz de Hayatımızı Değiştiren Filmler 2025-2020 kitabımda yer almıştı).

Bu yeni film üzerinde çok konuşulmuş bir proje imiş, iki-üç yıldan beri. Konunun ana ögeleri ilk iki filmine benziyor. Ama gerek uzunluğu (130 dakika), gerekse anlatmak istediği şeylerin çokluğu, daha iddialı bir filme işaret ediyor. Ancak bunun tümüyle başarılı olduğunu ve ilk iki filmin ötesine geçtiğini söylemek zor...

California sahillerinde geçen hikâye babaları beklenmedik biçimde öte yana göçen iki siyahi ikizin yaşadıklarını anlatıyor. Haywood ailesi çok uzun kuşaklar boyunca özellikle sinema sanayi için at yetiştirmiştir. Ama yaşanılan zor bir dönemdir ve ailenin erkeği OJ, komşusu Jupe lakaplı Ricky Park'a birkaç at satmak zorunda kalır. Ricky, Aqua Dolce yöresinde bir tür tema parkı işletmektedir ve atlara ihtiyacı vardır.

Tüm bu olaylar tipik Amerikan, tipik taşradır ve içlerinde belli bir nahiflik, bir çocuksuluk içerir. Dolayısıyla filme karşı tam bir ilgi duymak da zorlaşır. Ama karakterler yine de yardıma koşarlar. Özellikle kız kardeş Emerald öylesine dolu dolu, öylesine enerjik ve yaratıcıdır ki... Araya sarışın Angel girer; teknik ekipman ustası ve satıcısı ve tüm bu cemaat bir büyük oyun oynamaya girişirler.

Ama asıl oyun ve gerçek macera sonra başlar. Uzak dağların tepesinde görülen sanki bir uzay gemisinin ucu... Gökyüzünde bulutların arasından fırlayan OVNİ denen araç... Ve bir uzay istilasının yavaş (aslında fazla yavaş) gelişen ipuçları, tehditleri, uyarıları...

Ve bunlara karşı kullanılmaya çalışılan o güzel yaratıklar, o eğitilmiş ama hâlâ vahşi atlar... İsimleri Ghost, Clover, Lucky olan o soylu yaratıklar... Acaba bu garip uzay tehdidine karşı o atlar kullanılabilir mi? Ve gerçek istila başladığında bu bir kurtuluş olabilir mi?

Film sonuç olarak belli motiflere ağırlık veren karışık bir yapı kuruyor: öncelikle bir western dekoru, atmosferi ve estetiği. Öylesine ki filmde zaman zaman gençlere "kovboy kızlar ve erkekler" diye sesleniliyor!.. Sonra atların oynadığı önemli rol. Ve de hepsinin içine karışan ve sonra üste çıkan bir fantastik duygusu; açıkça kendine özgü bir uzay fantastiği. Ama Yıldız Savaşları, 2001- Uzay Yolu Macerası, Marslı, Warcraft, Geliş gibi o ünlü filmlerin bence yanına pek yaklaşamayan... Bu arada 'komple sinema adamı' Jordan Peele'e pek yakışan bir şey: tüm olayların filmini çeken bir (hatta arada iki) sinema adamı.

Oyuncular genelde rollerindeki başarıyla filme önemli bir katkıda bulunuyorlar. Kardeşler OJ ve Emerald'da Daniel Kaluaa (ki Peele'in gözde oyuncusu) ve Keke Palmer, Angel'de yakışıklı Brandon Perea, uzak doğulu Park'ta Steven Yeun, eşi Amber'de Wrenn Schmidt gayet iyiler. Japon kökenli Hoyte van Hoytema'nın gerçekten enfes görüntüleri ve Michael Abels'in gerçekten emek verilmiş müziği de kayda değer.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka’da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul’la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi’nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başlaladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay’la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet’ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet’te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl’da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret etttiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay’ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV’de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali’nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT’de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslekdaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği’ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay’ın en büyük üretimleri kitapları. 1970’lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Ayn zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60’ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Sonbaharda Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adıyla yeni kitabı okurla buluşacak. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi “Allah kısmet ederse!”...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"