09 Eylül 2022

Kadınların kadınlar için yaptığı bir film

Karşımızda uzun, ama ilgiyle seyredilen bir film var. Bir aşk hikâyesi, bir peri masalı, kadını savunan bir tez filmi; bir dönem filmi, bir polisiye, bir hukuk filmi...

KYA'NIN ŞARKI SÖYLEDİĞİ YER

 X X X 1/2

(Where the Crawdads Sing)

Yönetmen: Olivia Newman
Senaryo: Lucy Alibar
Görüntü: Polly Morgan
Müzik: Mychael Dana
Oyuncular: Daisy Edgar-Jones, Taylor John Smith, Harris Dickinson, David Strathairn, Michael Hyatt, Sterling Macer Jr, Logan MacRae, Billy Kelly, Ahna O'Reilly, Garrett Dillahunt

Columbia filmi, 2022.

Kendine özgü bir film. Tipik bir Amerikan taşrası filmi, neredeyse bir Yeşilçam melodramı, inanılmaz güzellikte bir doğa tasviri. Ve de kahramanlarının çoğu erkek olsa da temelde kadınların elinden çıkma tam bir 'kadın filmi'. Bir kadın yazarın (Delia Owens) çok satan romanından uyarlanmış; senaryosu, yönetmeni, görüntüleri ve de ana kahramanı da hep kadın olan...

Tanınmış oyuncu Reese Witherspoon'un yapımcılığını üstlendiği film, ABD'nin Kuzey Carolina yöresindeki Barkley körfezinde geçiyor. Burada ülkenin en görkemli gölü ve onu çevreleyen bataklığı vardır. İnsanları da, belki yöreden etkilenmiş olarak hayli zalim gözükür. En azından 1950-60'ların derin Amerika'sında...

Asıl adı Catherine Clark olup Kya diye anılan genç kız inanılmaz bir çocukluk geçirmiştir. Öylesine zalim bir babası vardır ki, tüm aileyi evden kaçırmıştır: Kya'nın annesinden sonra erkek kardeşini de... Ve adam içine sığamadığı zalimliğinden sonunda kendisi de kaçmıştır.

Böylece Kya oralarda tek başına büyümeyi becerir: Bataklık Kızı gibi gizemli bir ad edinerek... Elbette ne okul vardır (dener, ama yürümez), ne aile veya komşu şefkati... Birden karşısına çocukluk arkadaşı Tate çıkagelir. Büyümüş ve son derece yakışıklı bir genç olarak, ama aklı üniversitededir ve çekip uzaklara gider. Tam 5 yıl boyunca Kya'yı hiç aramadan...

Sonra bir başka yakışıklı çıkar. Bu kez zengin bir çevreden gelen küstah ve kendini beğenmiş Chase Andrews... Kya biraz ona meyleder. Ama genç adamın acıklı akibeti, onu bu olayın suçlusu konumuna getirir: Bataklık Kızı'ndan daha iyi bir katil olur mu? Ve tüm çevrenin nefretini üstüne çekmiş bu yalnız kadın, uzun ve insafsız bir yargılamanın kurbanı olur. Neden sonra çıkagelen bir Tate'i bu kez yanıbaşında bularak...

Filmin dekorları gerçekten olağanüstü. Örneğin olayların bir bölümünün yer aldığı o görkemli ağaç... Hiç bu kadar heybetlisini görmemiştim!.. Acaba gerçek mi, film dekoru mu, kestiremedim. Ama genelde son derece etkileyici bir doğanın mekan olarak kullanımı sıra dışı.

Bir diğer ana tema kuşkusuz iyilikle kötülüğün çatışması. Bu savaşımda siyahların hep iyiler arasında olduğunu belirteyim!.. Hele o dükkan sahibi Mabel ve Jumpin çifti... En zor zamanlarında bile Kya'nın yanında yer almalarıyla sempati topluyorlar. Tüm genç oyuncuların iyi seçilmiş olduğunu da söyleyeyim. Kya'nın savunmasını yüklenen avukat Tom Milton'da ise bir dönemin ünlü karakter oyuncusu David Strathairn güzel bir dönüş yapıyor.

Ayrıca Kya'nın o olağanüstü çevresinden etkilenerek tüm doğayı özel çizgiler, renkler ve bakışlarla doldurduğu defterler de çok çarpıcı. Resim sanatına ilgi duyanlar bunların peşine düşebilir!..

Evet, karşımızda uzun, ama ilgiyle seyredilen bir film var. Bir aşk hikâyesi, bir peri masalı, kadını savunan bir tez filmi; bir dönem filmi, bir polisiye, bir hukuk filmi... Yapısı da hayli ilginç olan: hikâye sürekli ileri-geri zamansal sıçramalar içeriyor, ama bu ustaca yapılmış ve seyri zorlaştırmıyor. Belki finalin biraz muğlak kaldığı ve aşırı biçimde geleceğe uzandığı söylenebilir...

Ama kesin bir final çizgisinin ve apaçık bir 'happy end'in yerine geçen bu karmaşık finalin yandaşları, hatta tutkunları olacaktır sanıyorum!.. Filmin müziğine ve o güzel Taylor Swift şarkısına da dikkatinizi çekerim.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Sonbaharda Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adıyla yeni kitabı okurla buluşacak. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"