13 Ekim 2022

Kadın egemenliğine Afrika tarihi çerçevesinde bakmak

Özellikle müziğe ve de ırk sorunlarına ilgi duyanlar kaçırmamalı diyorum

KADIN KRAL

X X X ½

(The Woman King)

Yönetmen: Gina Prince-Bythewood
Senaryo: Dana Stevens
Görüntü: Polly Morgan
Müzik: Terence Blanchard
Oyuncular: Viola Davis, Thuso Mbedu, Lashana Lyhch, Sheila Atim, John Boyega, Jimmy Odukoya, Masali Baduza, Jaymie Lawson, Adrienne Warren

Amerikan yapımı, 2022.

Film Batı Afrika'da ve 1823 yılında açılıyor. Talihsiz 'kara kıta' Batılıların işgali altındadır. Tam bir köle ticareti, doğa kaynakları sömürüsü, her şeyi zengin ülkelere satış çabası. Ama sonradan Benin denen yöredeki Dahomey köyünde oluşan tarihsel bir gelişim ve ortaya çıkan bir cemaat, olaylara radikal biçimde şekil vermeye başlar. Bu bir kadınlar topluluğudur; savaşa bir oyun gibi zıplayan, Agojie'ler diye adlandırılan... Birinin dediği gibi "Bize akıllı savaşçılar lazımdır, çünkü aptallar çabucak ölür!".

Hareketin başında vaktiyle general rütbesine yükselmiş Nanisca adlı yaşlıca bir kadın vardır. (Ama yaşına rağmen sırası gelince öylesine savaşır ki!..) Mawie adlı genç olanı, babası tarafından yaşlı ve zengin birine verilmek istenir. Genç kız reddeder ve Agojie'lere katılır. Arada erkeklerin hüküm sürdüğü Oyo topluluğu kadınlara savaş açar.

Mawie bu kez genç kral Ghezo'ya sunulur. Ama aklı-fikri aslında kadınların yengisi ve de egemenliğindedir. Araya Latin kökenli bir yakışıklılar grubu ve türlü-çeşitli entrikalar girer. Ve Mawie bunlardan Brezilya kökenli melez Malik'e tutulur gibi olur.

Bu kadın egemenliği öyküsü son günlerin aynı temalı filmlerinin izinden gider gözüküyor. Ama bu kez olaylar büyük ölçüde gerçek (imiş). Yine o filmlerdeki gibi yaratıcılar çokluk kadın: Maria Bello'nu öyküsü, Dana Stevens'in senaryosu, Gina Prince-Bythewood'un yönetimi. Ayrıca da başta Nanisca'da Oscar'lı Viola Davis olmak üzere, bir gurup enerjik kadın oyuncular takımı.

Filmin sayısız incelikleri, özellikleri ve erdemleri var. Öncelikle Afrika kıtasında, tarihin görece erken bir döneminde oluşan kadın egemenliğini görüp öğrenmek şaşırtıcı. Bunun içerdiği aksiyon ve harekete fonda kıtanın gerçek kültürü de katılıyor. Örneğin o dönemde erkekler ve kadınların ayrı birer Tanrı'sı olduğunu öğrenmek de ilginç... Ayrıca özellikle kadınların elinden çıkan tüm o süs, giyim, mücevher, takı gibi şeyler de anılmaya değer.

Gerçi bunlar zaman zaman bir moda defilesine, bir şık giyinme yarışına dönüşmüyor değil... Aynı biçimde, o güzelim dans ve bale sahnelerindeki zarafet ve uçarılık da gözden kaçmıyor. Ki bale deyince, zaten yalnızca dans değil; ama baleyi andıran kimi savaş sahneleri de söz etmeye değer. Hele bu sahnelerde kötülerin elindeki silahlara (tüfeklere) rağmen kadınların çoğu zaman kazanmaları da özel bir değinme olmuş.

Ayrıca başka dokunaklı temalar da var. Örneğin filmin sonlarındaki bir ana-kız birleşmesine ilgisiz kalmak mümkün değil... Ya da kadın askerlere baş koşul olarak aşk, evlilik ve çocuk doğurmanın yasaklanması. Ki onlar bu nedenle 'bakire askerler' diye anılıyor... Hangi yürek buna dayanır?

Ama bu olumlu ögelerin yanında kimi yadırgatıcılıklar da yok değil. Örneğin bir sahnede viski içilmesi... Ama belki en tuhafı hemen tüm filmin kusursuz bir İngilizce ile çekilmesi. Oysa en çok Anglo-Sakson kültürü film boyunca eleştiri yağmuruna tutuluyor!.. Elbette bu bir belgesel değil; o dönemin Afrika diliniyse kim bulup yazacak? Ama yine de... Bir yerde ilk kez yabancı bir dilin konuşulduğunu duyup sevindim: Quidac limanında geçen sahnelerde.. Ama çabucak anlaşıldı ki bu Portekizce imiş: yani Brezilya'nın eskiden beri ve hâlâ konuştuğu dil... Böylece otantik bir Afrika dili duyma sevdam tatmin olamadı!..

Evet, Afrika. Ve onun müziği. Elbette caz müziğinin kurucuları olan tüm o Afro-American sanatçıları kastetmiyorum. Ama ayrıca belki hâlâ var olan ve filmin fonuna ustaca yerleştirilmiş hafif müziği ve şarkıları. Müzik deneyimli usta Terence Blanchard'ın elinden çıkma. O da siyahi değil miymiş? Doğrusu unutmuşum, yeniden fark ettim. Demek ki bu da iyi bir seçim olmuş. Ayrıca o cazcılar değil ama diyelim ki Miriam Makeba, Manu Dibango gibi otantik Afrikalı şarkıcılar anılabilir. Yıllar boyu dinleyip izlediğimiz...

Sonuç olarak özellikle müziğe ve de ırk sorunlarına ilgi duyanlar kaçırmamalı diyorum. Afrika deyince ilk akla gelen African Queen, Out of Africa, Africa- Texas Style gibi filmlerin yanına bunu da koyabiliriz.


YARIN: CADILAR BAYRAMI SONA ERİYOR

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"