Seçim sonuçları üzerine siyasetin has yazarları ne güzel şeyler yazdılar ve yazacaklar... Benimki sadece kişisel bir yaklaşım olacak, kusurum bağışlana!..
Pazar akşamı herkes gibi ben de televizyonun karşısına geçip haberleri izledim. Önceleri oldukça kötü gidiyordu: benim siyasal inançlarım açısından... CHP birçok yerde gerilerdeydi. Ankara’da bile... Mersin veya Adana’da haydi haydi...
Sonra durum düzelmeye başladı. Ankara’da Mansur Yavaş yerine yerleşirken, önceleri tüm Trakya, sonraları Ege ve Akdeniz sahilleri tümüyle CHP’e geçiyordu: Balıkesir dışında...
Bu sahil tutkusu da nedir diye sorabilirsiniz. Elbette Anadolu’nun tümü de benim için sevgilidir. Konya’dan Kayseri’ye, Sivas’tan Malatya’ya... Hepsini görmüşümdür, her biriyle ilişkili anılarım vardır. Ve hepsi benim için Selçuklu’dan Osmanlı’ya uzanan kutsal şehirlerdir.
Ama kıyılar yine de başkadır. Belki de Ege ve Akdeniz rüzgârlarıyla iç içe yaşamak, bu kentlerin sakinlerine o denizlerin ötesindeki çeşitli uygarlıklardan da etkiler taşımıştır, bilinmez ki... Ve o insanlar sanki şarabın tadı gibi hayatın da tadını daha iyi bilirler.
Ama başka yerler de vardı. Örneğin Karadeniz’de, Sinop’la birlikte doğu tarafındaki Artvin ve Ardahan’ı almak... O Artvin ki eşsiz doğasını korumak için ne büyük bir savaşım verilmişti...
Ya da artık CHP yönetimi sayesinde sanki bir Avrupa kenti olan Eskişehir’le birlikte komşuları Bilecik, Bolu, Ankara’ya bitişik Kırşehir’i de almak... CHP için ne güzel bir olaydı.
Ama elbette illa da İstanbul. Bu konuda tahmin firmaları dahil kimsede pek umut yoktu. Gerçi Ekrem İmamoğlu harika bir kampanya sürdürmüş, umulmadık bir performans sergilemişti. Ama yine de iktidar bu kente öylesine asılmıştı ki... Her yerde Erdoğan’la Yıldırım’ın aşk hikâyesini izlemiş, günler boyu gazetelerde tam sayfa ilanlarını seyretmiştik. Üstelik Yıldırım’ın da kendine özgü bir sıcaklığı vardı ve sempatik bir insandı. Ve de kesinkes önde gözüküyordu.
Ben gece 12 gibi yattım. Sabah pek bir değişiklik yoktu. Ben katılacağım (siyasal olmayan!) bir TV programı için hazırlanırken, birden bir kanaldaki haberi gördüm. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı İmamoğlu oylarının Yıldırım’ınkileri geçtiğini söylemişti: 300 oy kadar... Ama daha açılmamış 84 sandık vardı ve kesin durum ancak sonra belli olacaktı.
Ve ben kendimi birden ağlarken buldum. Duşa girmeye hazırlanırken, kendimi TV karşısında salya-sümük gördüm!.. Birkaç gün önce sevgili Ömür Gedik benim sinemada nasıl ağladığımı anlatmıştı: Anılarına dayanarak... Ama o halde ağlamak?..
Çünkü bir küçük mucize karşısındaydık. Çok istediğimiz, çok hayal ettiğimiz bir olay gerçekleşiyordu. 2014’den beri başkanı olduğu Beylikdüzü’nde örnek bir yönetim sergilemiş, ama oranın halkının dışında tanınmayan İmamoğlu, birkaç ay içinde kendisini öylesine tanıtmış ve sevdirmişti ki…
O çok farklı bir siyasetçiydi. Genç, sempatik, güler yüzlü, hep şakalar yapan, hiç kızmayan, kendisine açık açık AKP’ye oy vereceklerini söyleyenlere bile espriyle yanıt veren...
Kavga etmeyen, somurtmayan, terbiyesini asla bozmayan... Her kesimi, her görüşü, her partiyi kucaklar gibi davranan... Suratları takallus etmiş yaşlıların elinde bir insanları ayrıştırma, bir halkı bölme mekanizması haline gelmiş Türk siyasetine bir canlılık, bir tazelik getirebilecek olan bir yeni kuşağın en iyi bir temsilcisi.
Evet, şimdi arayı daha da açmış ve farkı 25 binlere taşımış olan İmamoğlu, umarım ki bu eski ve güzel kente başkan olur. Böylece belki İstanbul’u da kurtarma şansı doğar: Bu beton istilasından, bu bitmeyen rant kavgasından, bu gökdelen felaketinden, bu inşaat kamyonları zulmünden...
Ve o Kanal-İstanbul gibi korkunç projelerden... Ve belki artık Gezi Parkı’nın ağaçları da rahat uyurlar. Kim bilir!..