17 Mart 2023

Geçmişle bugün arasında gidip gelen bir fantastik film

Bu uzun film bir ölçüde kendini izletiyor. Absürt mizahına, habire değişen temposuna ve belli bir üslup asaletinden yoksun olmasına karşın...

ŞAZAM :TANRILARIN ÖFKESİ  

 X X ½

(Shazam: The Fury of Gods)

Yönetmen: David F. Sandberg
Senaryo: Henry Gayden
Görüntü: Maxime Alexandre
Müzik: Benjamin Wallfisch
Oyuncular: Adam Brody, Asher Angel, Lucy Liu, Djimon Hounsou, Helen Mirren, achel Zegler, Meagan Good, Jack Dylan Grazer, Diedrich Bader, Ross Butler, Cooper Andrews, Jovan Armand

Warner Bros- DV yapımı, 2023

Fantezi ve fantastik sineması hızla sürüyor. En son Oscar'larda tam 7 ödül alan Her Şey Her Yerde Aynı Anda da bu tür bir film değil miydi?

(Burada şunu açıklayayım: O filmi görmemiştim; bizde gösterildiğinde sanırım yaz tatilindeydim. Bu açıdan son Oscar'lar üzerine de tam ve kesin yargılarda bulunamadım.

Ama filmin şu günlerde Netflix'te gösterildiğini görür görmez izledim. Ve şaşırtıcı düzeyde etkileyici buldum. Onu önümüzdeki günlerde yazacağım.)

Evet, işte yine bu türde bir film. İlki 2019'da çekilmiş: yine David F. Sandberg tarafından... O filmi görmemiştim. Bu kez karşımda 130 dakikalık gösterişli, çok para harcanmış bir macera buldum. Ama beni çok da doyurduğunu söylemem kolay değil.

Filmin hemen tümü ABD'nin Philadelphia kentinde geçiyor. Açılışta açıkça gay bir rehberin kılavuzluğuyla bir müze gezen bir grubu ve müzenin birden maskeler ardındaki bir çete tarafından basılmasını görüyoruz. Güzelim müzenin canına okunuyor. Ve havada uçma yeteneğine de sahip birer üstün-adam olan çetenin kentteki hakimiyetine tanık oluyoruz.

Facialar giderek kente yayılıyor. Devasa bir köprü tümüyle çöküyor: Ben Frankie köprüsü... Ve sayısız insan ölüyor. Polis sadece 160 kadar kişiyi kurtarabiliyor. Bu arada eski Yunan - Roma uygarlığı anılıyor ve bir efsane kahramanı olan Şazam'dan söz ediliyor. Öyle sihirli bir isim ki bu, telaffuz edildiğinde özellikle genç insanlar hayatlarının bir döneminden öbürüne geçebiliyorlar. Bir sıçramayla!..

Böylece inanılmaz biçimde bir film dekoru oluşturmaya açılmış Philadelphia'da, bir avuç okullu genci tanıyoruz. Aralarındaki yaşın getirdiği tüm o çekişmeler ve kavgalarla... Ki iki ayrı yaşlarında izlediğimiz Billy ve Freddy bunların başını çekiyorlar. Öte yandan, birden uzak geçmişe dönüyoruz ve tanrıça Atina'nın kızları olan üç kadını tanıyoruz: ablaları Hespera, Anthea ve Kalipso... İşin tuhafı, bu üç kızkardeş hikâyenin en kötüleri arasında... Hem de başta Helen Mirren alabildiğine ünlü ya da sempatik oyuncular tarafından canlandırmalarına rağmen... Ve bu üç kız kardeş, filmin bir başka özelliği olan sayısız canavar ve ejderhanın üstüne binip etrafı kana bulamaktan çekinmiyorlar!..

Evet, ejderhalar... Bu da sanki kendinizi son haftalarda izlediğimiz 65 filminde hissetmenize yol açabilir. Öylesine değişik, farklı türleri, cinsleri ve suratları var ki... Hepsi birlikte, sanki bir sirk gösterisini izler gibi oluyoruz!..

Ama filmin tuhaf bir mizahı da var. Eski efsanelerden yola çıkmış gibi gözüküp birden en modern kavramlara uzanması gibi... Böylece kişilerimiz yer yer cafe'lerde hamburger yiyorlar; Hızlı ve Öfkeli serisinden, Destiny's Child müzik grubundan veya bilgiyi google'lamaktan söz ediyorlar!..

Sonuç olarak bu uzun film bir ölçüde kendini izletiyor. Absürt mizahına, habire değişen temposuna ve belli bir üslup asaletinden yoksun olmasına karşın... Müziğin seremonyal bir atmosfer özelliği taşıdığını ve bunun filmle iyi uyuştuğunu da belirtmeliyim.

Oyunculara gelince... Freddy ve Billy'nin genç oyuncuları Jack Dylan Grazer ve Asher Angel iyi çalışmışlar. Freddy'nin olgun halinde Adam Brody de öyle... Tanrıça Atina'nın kızlarında Helen Mirren, Çin kökenli Lucy Liu ve Rachel Zegler çok iyiler. Hele özlediğimiz Helen Mirren'i bunca yıl sonra, böylesine ‘genç işi' bir filmde bulmak... Finale doğru ise birden karşımıza Wonder Woman çıkıyor. Yanılmıyorsam yine Gal Gadot'nun oynadığı...

Ve son olarak bu filmden bir deyişi aktarmak istiyorum: "Belki tanrıların ve insanların birlikte mutlu yaşadığı günleri de göreceğiz!"


Not: Bu filmin basın gösterimi Warner Bros'un 22 yıllık emektarı Duygu Kutlu'nun da son misyonuydu. Çünkü şirketin Türkiye temsilcileri değişmişti ve bundan sonra muhatabımız onlar olacaktı. Bunca yıldır işini kusursuz ve en dostça yürüten sevgili Duygu'ya bundan sonra da başarılar diliyorum.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"