21 Şubat 2020

Filistinli ustadan sessiz sinema benzeri güldürü

Türkiye'nin bu yapıma katılmış altı ülke arasında olması ise, bizim için bir onur sayılmalı

BURASI CENNET OLMALI

X X X ½

(İt Must be Heaven)

Yönetim ve senaryo: Elia Suleiman 
Görüntü: Sofian El Fani 
Oyuncular: Elia Suleiman, Tarik Kopty, Kareem Ghneim, Gael Garcia Bernal

Fransa- Almanya- Kanada- Katar- Filistin- Türkiye ortak-yapımı.

Nasıra (Hazret-i İsa'nın da doğum yeri) doğumlu Filistin yönetmeni Elia Suleiman'ın hayli sessizlikten sonra gelen son filmi, onun tüm özelliklerini yansıtan yeni bir başarı.  

Film evinin balkonunda oturan ve sürekli etrafı gözetleyen bir adamla açılıyor, hemen tüm filmlerinde olduğu gibi, bizzat Elia. Ormanı, denizi, hayvanları izliyor. Ve de komşularını; biri onun limon ağaçlarından habire limon toplamakla kalmıyor; ağaçları insafsızca buduyor (tıpkı bizim belediyeler gibi!).

Bir diğeri ona dev bir kartalla bir yılanın kavgasında nasıl yılana yardım ettiğini ve onunla nasıl dost olduğunu anlatıyor. Arabasıyla yola çıktığında ise örneğin kızkardeşlerine habersiz şarap soslu tavuk yedirdiği için garsona kızıp söylenen iki erkeği görüyoruz, önlerindeki şarap kadehlerini kaldırarak!.. Ya da iki erkekli bir arabadaki gözleri bağlanmış kıza tanık oluyor.

Tüm bunların günümüzün o belalı, karmaşık, talihsiz ve lanetli Ortadoğu'sundan kişisel, hınzır, ama anlamlı gözlemlere tekabül ettiğini kabul edebiliriz. Ve herbirinin üzerinde düşünme gereğini de...

Ancak kahramanımız orasıyla yetinmiyor. Ve maceralı bir uçak yolculuğundan sonra Paris'e kapağı atıyor. Notre Dame, Louvre müzesi, Seine nehri, metro... Ama kent filmde çoğu zaman son derece ıssız gösteriliyor. Ayrıca da hep garip şeyler oluyor. Örneğin üç patenci kentin yollarını arşınlayıp duruyor. Boş konserve kutularıyla golf oynanıyor. "Biz Brigitte'i arıyoruz" deyip duran bir çift Elia'nın peşine takılıyor. Bir rahibe uzun bir kuyrukta bekleyenlere bedava yemek dağıtıyor. Veya Place de la Victoire'dan koca tanklar geçip gidiyor.

Ama kimi zaman da Paris bir büyük defileye dönüşüyor. Geçip duran manken gibi kadınlarla... Ve Elia bir kafede oturmuş bunları izlerken, fonda da nedense bir 'chanson' değil, ünlü bir blues parça çalınıyor: I Put A Spell On You. Nina Simone'un sesinden...

Ve ardından New York... Gökdelenlerle Central Park'ın görkemli çelişkisi. Ve siyahi bir taksi şoförünün Filistinli olduğunu öğrenince, Elia'ya heyecanla Karafat'tan söz etmesi. Herhalde (Yaser) Arafat'ı kastediyor. Ama Karafat nerden çıktı? Nerdeyse Karafatma diyecek!..

Bu kendine özgü güldürü anlayışının en güzel örneği, yolculukta kaldığı bir otelde yaşanıyor. Üstad laptop'unda yazı yazmaya çalışırken, pencereden giren bir minik serçe ona musallat oluyor. Ve o ne kadar itip uzaklaştırsa da, her seferinde geri gelip laptop'a dalıveriyor. Nasıl çekildiğini bilmiyorum, ama görmelere seza bir sahne...

Sonunda üstat yuvaya dönüyor. Ve bir disko'ya gidiyor. Herkesin Arapça bir parçayla dans ettiği... Dünyamızdaki kültürel benzeşmenin, giderek tekleşmenin hoş bir dışavurumu...

Elia'nın film boyunca bir kez bile ağzını açıp konuşmaması, film için seçilen sessiz dönem güldürüsü tarzını daha da pekiştiriyor. Kimi eleştiriler bunu en çok Fransızların yine hiç konuşmadan güldüren ustası Jacques Tati'yle kıyaslıyor. Ayrıca Salvador Dali, Francis Goya, Jim Jarmusch, Gene Wilder gibi resim ve sinema ustalarını ananlar da var.

Ama bence film ve de Elia Suleiman bunları aşıp sessiz sinemanın en büyüklerine yaklaşıyor. Buster Keaton, hatta Charlie Chaplin... Kendisiyse son jeneriklerde filmini Filistin'e, sonra da John Berger ve Humbert Balsan'a adamış. Artık hayatta olmayan bu iki isimden ilki ünlü İngiliz yazarı ve sanat eleştirmeni; ikincisiyse onun kimi filmlerini de finanse etmiş olan tanınmış Fransız yapımcısı.

Türkiye'nin bu yapıma katılmış altı ülke arasında olması ise, bizim için bir onur sayılmalı.

Not: Haftanın korku filmi Garez bu hafta sadibey.com sitesinde.


 Yarın: Vahşetin Çağrısı

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"