03 Mart 2022

Birçok açıdan çok özel bir film

Film Afgan yakın tarihinin bir tür dökümü olur çıkar

KAÇIŞ

X X X X

(Flee)

Yönetmen: Jonas Poher Rasmussen
Senaryo: J . P. Rasmussen, Amin Nawabi
Müzik: Uno Hermesson
Sanat yönetimi: Guillaume Dousse, Jesse Nicholls

Danimarka-Alman ortak-yapımı, 2021

Evet, bu da "Bu bir gerçek hikâyedir" diye açılan filmlerden... Oysa öylesine özgün, öylesine yenilikçi ki, sonunda gerçekleri anlattığına inanmak zor. Ama film ilerledikçe, bu pekala kabul edilir bir hâl alıyor.

Baş kahramanımız Amin, 35'lerinde bir Afgan yurttaştır. Ve sevdiği insanla evlenmek üzeredir: kendisi gibi yakışıklı, ama farklı bir erkek... O 1980'li yıllarda Kabil kentinde, büyücek bir Afgan ailesinde hayata adım atma talihsizliğini yaşamıştır.

Evet, Afgan olmak, hele o tarihlerle oralarda doğmak, başlıbaşına bir talihsizliktir. Aslında belli bir uygarlık düzeyine ulaşmış bu toplum, 80'lerin sonlarında Rus işgaline uğrayacak, sonrasındaysa 'mücahitler' ABD'nin yardımıyla Rusları kovacaklardır: yerlerine geçmek üzere... Bir diğer deyişle, koca ülke Taliban'ın egemenliğine geçecektir. 

O tarihten itibaren ailenin trajik kaderi başlar. Baba ortadan kaybolacak, iki oğlan iki kız çocuk anneleriyle birlikte başlarının çaresine bakma macerası içinde ayrılacak ve ancak yıllar sonra kısmen buluşabileceklerdir. Biz bu ürkünç macerayı özellikle Amin'i izleyerek öğreniriz.

Böylece film Afgan yakın tarihinin bir tür dökümü olur çıkar. Ama bunu öylesine özgün biçimde anlatır ki... Bu yapıda baskın öge animasyon- canlandırma tekniğidir. Ama tümüyle değil... Bir ölçüde araya değişik coğrafyada ve dönemlerde çekilmiş belge-filmler (veya haber-filmler) girer. Canlandırmalar geniş bir ekranı işgal ederken, haber filmler (zorunlu olarak) dar bir çerçevede kalır. 

Ama tüm bunlar da kesin değildir. Örneğin canlandırma bölümleri iki ayrı tekniğe dayandırılır. Klasik (ve çok da başarılı) bir teknikle, daha soyut, sanki gölgelere dayalı bir başka teknik uygun ölçüde birleşir ve buluşurlar. 

Ve ailenin macerası sürer. Bir cehenneme dönmüş ülkelerinden kaçıp önce Rusya'ya sığınırlar. Ama sonra orada da rahat edemezler: öylesine baskı görürler; özellikle de üç-beş kuruşa muhtaç polis, memur ve yasadışı kaçakçı gruplarına düşerler ki... Artık gözleri 'medeni Avrupa'dadır. Ama oraları bile umduklarını vermez. Rusya'dan kaçıp Estonya'ya, oradan tam istedikleri olmayan farklı ülkelere savrulurlar. Hatta bir ara İstanbul havalanından bile geçerler!.. Çoktan İsveç'e yerleşmiş olan en büyük ağabeyin onlar için yaptığı büyük özveri bile bir araya gelmelerine yetmez. Ama umut hep vardır; ne kadar uzak olsa da...

Bir diğer ilginç öge, Amin'in eşcinsel kişiliğidir. O daha küçük yaştan 'gay' olduğunu anlamıştır. Duvarlardaki Batı filmlerinin o adaleli oyuncularına bakarken: Chuck Norris veya Jean-Claude Van Damme... Ama bu kargaşa içinde buna ayıracak vakit kalır mı? Bu da filmin sürpriz gelişimleriyle seyirciye sunulur.

Böylece film hem iç burkucu bir Afgan tarihi, hem bir göçmenlik dramı, hem de farklı anlatım tekniklerini bir arada kullanma başarısıyla gözümüze girer. Ve kimi sahneler artık çıkmamak üzere belleklerimize yerleşir. Örneğin Moskova'da ilk büyük MacDonald mağazasının görkemli açılışı... Ağabeyin onu kendi eliyle bir 'gay-club'e götürüp, cebine de bol para koyarak bırakması... Veya açık denizde bir kurtuluş olarak gözüken dev Norveç gemisinin sonunda çekip gitmesi... Güvertede onlara tepeden bakan turistler bol bol resimlerini çektikten sonra... Bu vb. sahneler, bu filmi görmek için yeterli gerekçe oluştururlar. 

En başta "Ev nedir? İnsan için en güvenli yer" diyerek açılan film, böylece 'güvenli bir yer' arayıp bulmanın zorluklarını da sergiler. Amin ve kalp yoldaşı Kasper, sonunda Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da buluşurlar. Ve bu filmi çekmeye başlarlar... Aslında filmin leit-motivi olan ve belli bir yaşa gelmiş Amin'le yapılan uzun ve sabırlı söyleşi de Kasper tarafından yapılır. Bu eşcinsel aşkın o eksantrik ve özgün teknolojilerle verilmesiyse, olaya sanki daha zengin bir boyut katar: tüm yaratıcı çizerlerin büyük yeteneği sayesinde...

Filmde konuşulan diller de çok özeldir: İran dili olan Farsi ve Afgan dili olan Dari. Bir not daha... Senaryo ve yönetimin başındaki Danimarkalı Jonas Poher Rasmussen'in benzer bir macerayı bizzat yaşadığı ve hayatında gerçekten adı yine Amin olan birinin bulunduğuna dair bilgi de var. Hatta o adıyla senaryoya da katılmış. Belki de filmin böylesine başarılı olması, bu yaşanmışlıktan geliyor... Kim bilir?



YARIN: BERGEN

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"