19 Nisan 2025

Bir modern casus filmi denemesi ve oyunculuk şöleni

Para ve servet, ne olursa olsun, ana tema. Uluslararası servetler, onların sahipleri ve bunun modern teknolojiyle bağları... Tüm bu unsurların, temaların ve motiflerin böylesine karmaşık bir halde, üstelik normal uzunlukta bir filmde bir araya gelmesi doğrusu şaşırtıcı oluyor. Tam olarak tatmin olmuyorsunuz ama bir özgünlük ve özgürlük kesinlikle var

KARA TORBA OPERASYONU

X  X  X

(Black Bag)

Yönetmen: Steven Soderbergh
Senaryo: David Koepp
Görüntü: Steven Soderbergh
Müzik: David Holmes
Oyuncular: Michael Fassbender, Gustaf Skarsgard, Cate Blanchett, Tom Burke, Marisa Abela, Rege-Jean Page, Naomie Harris, Kae Alexander, Martin Bassindale, Pierce Brosnan, Megan Kimber, Paul Bailey

Paramount filmi, 2025

Haftanın bir diğer filmi, son dönemin en ilginçlerinden biri. Steven denince efsanevi Steven Spielberg’den sonra akla gelen Steven Soderbergh de aslında ilginç bir yönetmendir. Bir özelliği filmlerinin kamerasını da imzalamak olan... İşini sürdürse de son dönemde pek etkili olamayan sanatçı, bu yeni filmiyle sanırım daha başarılı olacak.

Senaryosu yine kendine özgü yazar David Koepp tarafından yazılmış. Bu karmaşık ve çok yönlü hikâye ona çok şey borçlu. Ana kahramanımız George Woodhouse (Michael Fassbender) daha ilk başlarda İKK’da (yani İngiliz casusluk servisi, bir başka deyişle İngiliz CİA’i) bir bozulma, açıkçası bir ihanet olduğunu seziyor. Bu konuda özellikle beş ajan şüphe altındadır ve bunlardan biri de bizzat George’un eşi Kathryn’dir. Filmde görkemli biçimde sinemanın yorulmayan yıldızlarından Cate Blanchett tarafından canlandırılan... Bu hainleri keşfetmek için tam bir eski usul ‘casuslar avı’ sahneye geliyor. Ve George sevgili karısına mı, yoksa ülkesine mi daha sadık kalmalı, bir türlü bilemiyor!

Ama şüpheliler bitecek gibi değildir. Komik bir kişilik olan Freddie (Tom Burke), bir kadın analizci olan Clarissa (Marisa Abela, ki çok başarılı bir oyun veriyor), bir ajan çift olan James (Rege-Jean Page ve karısı psikolog Zoe), yine hep başarılı olan Naomie Harris ekrana geliyorlar. Ve bir yemekte bir araya gelerek yarı ciddi, yarı komik bir tartışmaya girişiyorlar. Sanki dört kişilik bir sorgulama... Onları bir ‘yalan makinası’na tabi tutuyorlar… Ve bu kedi-fare oyunu filmin sonuna dek sürüyor.

Tüm bu açıklamanın ötesinde, daha birçok incelikler var. Öncelikle filmde oyuncuların adeta makine gibi konuşmaları. Ve bu diyalogların belli bir entelektüel sos içermesi... Gerçi giderek alışıyorsunuz, ama yine de... Para ve servet, ne olursa olsun, ana tema. Bu konuda şantaj veya karşılıklı tehditler mübah... Uluslararası servetler, onların sahipleri ve bunun modern teknolojiyle bağları... Bir sahnede, balık avlarken bile ekonomi konuşmak gibi bir komedi motifi var!

Filmde birçok Avrupa kenti anılıyor. Ayrıca antik çağ ve özellikle eski Roma kültürü sık sık gündeme geliyor. ‘Causa E Effectus’ deyimi, bir özel büyü olan ‘severus polymorph’ vs. vs.

Tüm bu unsurların, temaların ve motiflerin böylesine karmaşık bir halde, üstelik normal uzunlukta bir filmde bir araya gelmesi doğrusu şaşırtıcı oluyor. Tam olarak tatmin olmuyorsunuz ama bir özgünlük ve özgürlük kesinlikle var. Güzel bir müziğin (David Holmes) sürüklediği film, öte yandan bir oyunculuk şöleni. Cate Blanchett’i yeterince övdüm zaten... O geniş yüzüyle biraz yaşlanmış, görkemli bir eski Roma heykeli gibi duruyor! Geçmişte iki Oscar aldığını da hatırlatalım. Bu arada yönetmen Soderbergh’in Blanchett’in 2006 yılında, yine bir casusluk hikayesi olan The Good German-İyi Alman filmini de yönettiğini hatırlatalım. 

Baş rol sayılan George kişiliğini yüklenen Michael Fassbender ise 1977 doğumlu ve İrlanda kökenli. İki Oscar adaylığı da var.

Yine adlarını yukarda andığım yan oyuncuların yanı sıra, gerçek bir sürpriz, bir dönemin unutulmaz James Bond’larından, yine İngiliz kökenli Pierce Brosnan... Son dönemde birden şahlanan ve üst üste kısa, ama etkileyici karakterleri temsil eden Brosnan, bu filmde de sadece üç sahnede gözüküyor. Ama ne sahneler… Zaten filmde ve sonlarda bir yerde şöyle demez mi: “Ben bu işi ölmeden bırakmam.” Buyurun buradan yakının! Biz de ona hep hoş geldin diyeceğiz...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Özgentürk: Hep bir arayışın peşinde

Özgentürk’un gerçekçilikle simgeselliği harman eden sineması, klasik bir gerçekçilik yerine gerçeğin içinden fışkıran ve sadece sanatçı gözlerin görebileceği fantastiği yakalama inadı, hep farklı şeyler yapma inadını ve seyircisini sürekli şaşırtma tutkusu...

Her şeyiyle özgün bir çaba, deneysel bir film...

'Hurry Up Tomorrow', tümüyle deneysel bir film... Yer yer korku ve gerilim bile içeriyor. İçeriğinden biçimine, temalarının zenginliğinden oyuncularına görülmeyi hak ediyor

Hayat ve ölümün müthiş şaşırtan ilişkisi üzerine

Hayat ve ölüm ikilemi... Evet, ölüm geri dönüp hayatta kalmış herkesi öldürmeye yeminlidir sanki... Bir başka deyişle film bir ölüm bulmacasıdır

"
"