25 Nisan 2025
ŞAFAĞA KADAR X X (Until Dawn) Yönetmen: David F. Sandberg Amerikan filmi, 2025 |
İşte size taze bir korku filmi... Korku lafı yeterli değil; öylesine kan-revan içinde bir film, öylesine insanlar olmadık biçimlerde ölür/öldürülürler, o denli acı ve dehşet beyaz perdeyi kapkara kılar ki... Anlatması kolay, hatta mümkün değil…
Film bir kadının bir erkek tarafından korkunç biçimde katliyle açılır. Aradan bir zaman geçer ve perdeye gelen hepsi genç kahramanlar, sayısız ‘missing- kayıp’ dosyaları keşfeder. Böylece yakın zamanda bunca insanın kaybı karşısında dehşete düşerler. Dehşet zaten onları hemen bulacak ve bir daha da bırakmayacaktır.
Ama bildiğiniz türden bir dehşet değildir bu... O kapalı mekânda eski usul radyolar, telefonlar da vardır. Ancak hiçbir şey bu korkunç katliamı önleyemez. Ve kahramanlarımız birer-ikişer öldürülüp gider. Hem de ürkünç canavar-kişiler tarafından... Ama, inanması zor da olsa, hepsi geri gelir! Özgünlüğün peşindeki yazar ve yönetmenlerimiz, bizi şaşırtıp duracaklardır. Sanki ‘ölüm geldiği gibi gider’ demek istercesine… Ve gençlerimiz için “galiba yine öldük” demek artık sıradan şey olacaktır. Aynı biçimde yine onlar şöyle der: “Geceden çık, yoksa onun parçası ol!”
Hikâye gördüğünüz gibi kolay kolay yenip yutulacak cinsten değil. Ben korku filmlerini hep sevmiş, özellikle vaktiyle klasik eserlere dayananlarını da ‘en iyiler’ listelerime ve onları veren kitaplarıma almışımdır. Frankenstein’dan King Kong’a, Sapık’tan (Hitchcock’un bence en ürkünç filmi) Yaratık’a... Bu başyapıtların yanı sıra, ucuz ve alabildiğine abartılmış korku filminin lafı mı olur? İçinde üstelik ‘modern gençlik’ seyirci için “f*ck you, a**hole” vb. küfürleri hiç ihmal etmemişse!
Evet, filmin belli bir noktasına dek böyle düşündüm. Ve filmden neredeyse nefret ettim! Ama finale doğru biraz yumuşadım. O sözüm ona doktor/psikolog karakter, acı itiraflarıyla, tüm olup bitenin nasıl kendi mesleğinin bilgisi, hatta teşvikiyle meydan geldiğini ortaya koyduğunda... Bendeniz, bu açıklamayı kendimce genişleterek, tüm dünyada o mesleklerin nasıl önem kazandığını ve yaşamlarımızı nasıl etkilediğini gözümde canlandırdım. Ve böylece hem filme bakışım hem verdiğim not biraz da olsa yükseldi!
Sonuç olarak filmin başarısı gerçekten de tartışılır. Her durumda, her koşulda... Tüm o genç ve enerjik kadro, en çok da Ella Rubin (Clover), Mala Mikhell (Melanie), Odessa A’zion (Nina), Megan (Ji-young Yoo), Abe (Belmont Jabeli) ve de doktor (Peter Stormare). Yönetmeni David F. Sandberg ise İsveç kökenli bir yönetmen. 2013’ten beri bir avuç film yönetmiş. Kimileri hayli ilginç... Bakalım bu film sinema tarihine nasıl geçecek, meraka değer!
Şu günlerde yazdığım hiçbir filmi sizlere açık sözlülükle tavsiye edemedim. Demek ki sinemada bence çok parlak bir dönem yaşanmıyor. Ama yakın zamanda NETFLİX’te izlediğim ve piyasadaki filmlerden olmadığı için üzerine yazamadığım bir filmi içtenlikle öğütleyebilirim. Üstelik yepyeni bir film: Adam Brook’un yönettiği, özlediğimiz Connie Britton’un baş rolde oynadığı The Life List-Aşk Peşinde Bir Yıl. Bir bakın bakalım...
Sevgili okurlarım. Bizler sinema, film filan derken, hayat en acı oyunlarından birini oynadı. Beklenmedik ve artarda gelen depremlerle, başta İstanbul, birçok Marmara kentinde yüreğimizi ağzımıza getirdi.
O günden beri açık bir rahatsızlık, giderek korku içinde yaşıyoruz. Gece uykusu diye bir şey pek kalmadı. Ve konunun uzmanları, en iyimserle en kötümser arasında gidip gelen sonsuz tartışmalara daldı.
Ne diyelim, hayat bu işte... Umarım bu dönemi de atlatır, normal yaşamımıza ve soylu, keyifli uğraşlarımıza yeniden döneriz. İnşallah ve yakın zamanda…
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |
Özgentürk’un gerçekçilikle simgeselliği harman eden sineması, klasik bir gerçekçilik yerine gerçeğin içinden fışkıran ve sadece sanatçı gözlerin görebileceği fantastiği yakalama inadı, hep farklı şeyler yapma inadını ve seyircisini sürekli şaşırtma tutkusu...
'Hurry Up Tomorrow', tümüyle deneysel bir film... Yer yer korku ve gerilim bile içeriyor. İçeriğinden biçimine, temalarının zenginliğinden oyuncularına görülmeyi hak ediyor
Hayat ve ölüm ikilemi... Evet, ölüm geri dönüp hayatta kalmış herkesi öldürmeye yeminlidir sanki... Bir başka deyişle film bir ölüm bulmacasıdır
© Tüm hakları saklıdır.