Sami Şekeroğlu da öldü. Onu elbette bilenler bilir; sinema sanatının o parlak geçmişini, çekici yıldızlarını, dahi yaratıcılarını, Yedinci Sanat denince tek akla getirenler değil... Kendisini ona adamış ve sonuç olarak gerçekten Yedinci Sanat olmasına büyük katkısı olmuş bir insandı.
Sami Şekeroğlu işte o müstesna kişilerden biriydi. Klasik biyografik bilgilerden başlarsak… 1937’de (benden iki yaş büyük) Elazığ’da doğmuş. Benim de okuduğum o dönemki adıyla Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni (sonrasının Mimar Sinan Üniversitesi) Resim bölümünde olmak üzere bitirmiş (ben mimarlık bölümünde okumuştum.) Orada Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Kutsi Tecer (benim de hocamdı), Ali Avni Çelebi gibi isimlerden ders almış. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Abdi İpekçi gibi isimlerle tanışarak Yön Dergisi'nde yazılar yazmış.
Sami Şekeroğlu
Bir tartışma dönemi
Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar adlı esas biyografimde yazmışımdır: Ülkemizin ilk sinema kulübü olan Kulüp Sinema 7 ve ona bağlı olan Türk Film Arşivi’ni kuran Şekeroğlu, üniversiteyi arkasına alarak bulabildiği tüm filmleri toplamış ve gerçek bir Sinematek kurmuştu. Ulusal Sinema, toplumcu sinema, İslami sinema gibi kavramların yoğun biçimde tartışıldığı o yıllarda, sevgili Onat Kutlar’ın da kurucuları arasında olduğu Türk Sinematek Derneği vardı.
Biz dönem gençleri (60’ların sonundan söz ediyoruz) elbette Onat’ın ve Sinematek Derneği’nin yanında yer almıştık: Dönem gereği, solculuk bunu gerektiriyordu!.. Ama asıl evrensel Sinematek kavramının Şekeroğlu’nun yaptığı iş olduğunu geç de olsa anladık. Onca filmi koruması altına alıp sakladığı ve fırsat buldukça onardığını neden sonra fark etmiştik. Uzun yıllar sonra, ben Türk sinemasının 100. yılı için 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabıma giriştiğimde, yine Şekeroğlu’nun o artık ortak belleğe yerleşmiş kurumuna başvurmuştum. İşte o kitabın girişindeki uzun SUNUŞ yazısından yine Şekeroğlu’nu andığım bölüm:
Bir kitabın önsözünden
“Kitabı yazmaya koyulurken, öncelikle geçmiş Türk filmleri izleme deneylerimin anılarına sığındığımı söylemiştim. Ama kuşkusuz en önemlisi, geçmişin filmlerini bulup izlemekti. Bunun için de hayli çaba göstermek gerekiyordu. Çünkü bunların büyük bölümü kayıptı, kayıp olmayanlara ulaşma şansı çok azdı. Ve de benim açımdan, kitabı 2014’ün hemen başlarında çıkarmaya karar verdiğimiz için, zaman çok az ve değerliydi.
Ama gereken yardımı buldum ve de aldım. Bu yardımı yapanları minnetle anmak istiyorum. Başta iki kurum: daha önce anlattığım gibi 1960’larda alçakgönüllü bir okul arşivi olarak kurduğu, sonra sinemamızın gayriresmi (aslında biraz da resmi) Sinematek’ine dönüşen, yıllar boyu eski filmlerimizi negatif-pozitif demeden nerede bulursa alıp arşive koyan; titiz, tutkulu ve gizemli bir arşivci olarak koruyan; maddi imkânlar bulduğunda onartan... Dünya üzerinde Sinematek kavramının öncüsü ve yaratıcısı Fransız Henri Langlois’nın yaptığını ülkemizin mütevazı koşulları içinde yerine getirmeye çalışan Prof. Sami Şekeroğlu ve onun sonunda kendi adını taşıyan kurumu: Mimar Sinan Üniversitesi Prof. Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi. Ki şimdilerde yeni yöneticisi Prof. Asiye Korkmaz ve arkadaşlarının emin ellerindedir.
Bu kurumdan ve yöneticilerinden büyük yardım gördüm. Ve istediğim filmlerin önemli bölümünü sağladılar. Sağ olsunlar, var olsunlar.”
Şekeroğlu, Atilla Dorsay ve eşiyle
Ona olan bitmeyen teşekkürüm
Onarım sorunları için yine Sami Şekeroğlu’na şöyle teşekkür edecektim:
“Konunun belki en önemli yanına gelirsek… Ben bu yıl sinemamızın 100. yılı dolayısıyla yapılacak olan tüm etkinliklerin, sonuç olarak önemli bir işi yükleneceğine inanıyorum. Belki aşırı iyimserim, ama olsun. Bana göre, tüm bu etkinlikler (kimi kurumların yıl boyu yapacakları gösteriler, olası yayınlar, panel ve tartışmalar, festivallerde özel bölümler, vs.) sonuç olarak öyle bir kamuoyu ilgisi yaratacak ki, en azından önde gelen kimi önemli filmlerin onarımı (hatta kopyaların aranıp bulunması) gündeme gelecek. Ve bu filmleri kurtarmak için ciddi bir şans doğacak.
İşin asıl yuvalarından Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi, zaten görkemli bir toplu gösteriye hazırlanıyor. Kurumun başındaki Prof. Sami Şekeroğlu, bana artık onarımları da daha büyük ölçekte gerçekleştirme arzusunda olduklarını söyledi. Bunun için, dışardan en gelişmiş bir film onarım cihazı almışlar. Genç uzman öğrenciler ve ellerindeki cihazın özenli katkısıyla, hep birlikte çok eski bir haber filminin lekelerden ve çiziklerden olabildiğince temizlenmesini izledik. Böylece artık bu onarım ve dijitale aktarma işlemleri, burada en iyi biçimde yapılabiliyor. Üstelik zaten filmlerimizin en geniş biçimde arşivlenip korunduğu kurumun kendi bünyesinde.
Sami Şekeroğlu
Groupama’nın Katkısı
Ve şöyle devam ediyordum:
“Şekeroğlu özellikle Groupama adlı yabancı kurumla iş birliğinden son derece mutlu. Bu büyük uluslararası sigorta şirketi, bünyesindeki Gan Sinema Vakfı aracılığıyla 1987 yılından bu yana Fransız Sineması’nın önde gelen destekçilerinden biri olmuş. Aynı şeyi, sanırım büyük bir iş hacmine sahip olduğu Türkiye’de yapıyor ve 2008 yılından beri, Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Türk Klasikleri Yeniden adlı bir proje yürütüyor. O yıldan başlayarak Bereketli Topraklar Üzerinde, Vurun Kahpeye, Selvi Boylum Al Yazmalım, Üç Arkadaş, Gurbet Kuşları, Vesikalı Yarim filmleri onarıldı. İçinde bulunduğumuz 2014 yılı içinse Muhsin Bey filmi seçildi. Görüldüğü gibi, hemen hepsi bu kitaba da giren önemli filmler.
Grup Fono Film’le başladığı bu çabayı, artık Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi’nde yürütüyor. Ve sonuçlar son derece başarılı. Sami bey filmleri İKSV’nin de iş birliğiyle birlikte seçtiklerini ve onarımın birkaç ay sürdüğünü açıklıyor. Ayrıca her filmin jenerik öncesinde, bu onarımın yöntemi uzun uzun anlatılıyor. Burada yinelemek istemiyorum. Ama zor, incelikli ve pahalı bir iş olduğunu söylemeliyim. Sonuç muhteşem. En eski bir film yeniden küllerinden doğuyor, dijital teknolojinin ölümsüzlüğüne kavuşuyor. Ve hem ulusal kültürümüzden hem de toplumsal tarihimizden önemli bir sayfa yeniden canlanıyor.”
İşte böyle bir yaşam
İşte böyle bir yaşam...Bundan önemlisi ve onur vericisi az olur!.. Onun için ölümü bizim için acı bir sürpriz oldu. Levent’teki küçük, ama çok şeker Afet Yolal Vakfı Camiinde biraya geldik. Görece kalabalık; ama bence çok yetersiz... Orada görmeyi isteyeceğim daha çok sinema ve sanat insanı vardı doğrusu...
Şekeroğlu'nun cenaze töreninden
Aynı biçimde, onun ölümünün kamuoyundaki yansıması da çok yetersizdi. Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün onun sayesinde bizim olmuştu. Ailesini, en çok da iki kızını görmeye çalıştım; ama beceremedim. Ne denir, o klasik sözden sonra: Allah rahmet eylesin...
YARIN: BARDA 2
Atilla Dorsay kimdir?
Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.
10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.
Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.
Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.
1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.
Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.
Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.
Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.
Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.
Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.
TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.
Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".
Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.
Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.
Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.
Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.
Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."
|