17 Haziran 2023

Bir büyük ustadan fazlasıyla şaşırtıcı bir film

Doğrusu ben her şeye karşın ortada ('absürd' de olsa) bir hikâye olmasını isterdim. Yoksa onca oyuncuyu niye işe aldınız ki?

ASTEROİT ŞEHİR

X X

(Asteroid City)

Yönetmen: Wes Anderson
Senaryo: Roman Coppola, Wes Anderson
Görüntü: Robert D. Yeoman
Müzik: Alexandre Desplat
Oyuncular: Jason Schwartzman, Scarlett Johansson, Tom Hanks, Jeffrey Wright, Tilda Swinton, Bryan Cranston, Edward Norton, Adrien Brody, Liev Schreiber, Hope Davis, Steve Park, Rupert Friend, Steve Carell, Matt Dillon, Willem Dafoe, Margot Robie, Jeff Goldblum

Amerikan filmi, 2023.

Wes Anderson dönüyor. 1990'ların ortalarında başlayan sanatçı sinema tarihine artarda Tenenbaum Ailesi, Moonrise Kingdom, Büyük Budapeşte Oteli, en son 2021'de Fransız Postası gibi filmler armağan etmişti. Üzerlerine uzun ve övücü yazılar yazdığım, birbirinden özgün filmlerdi bunlar...

Sanatçı, son filminde özgün olmanın sınırlarını hayli zorluyor, ve sinema tarihinin en görkemli kadrolarından birini içeren bu filmiyle adeta birçok şeye meydan okuyor. Dolayısıyla şimdiden yılın en farklı karşılanan filmlerinden biri oldu. Ayılıp bayılanı da var; ağzına geleni söyleyeni de...

Doğrusu özgün sanatçıları kısıtlayan bir zihniyetten ben de hoşlanmıyorum. Ama bu filmi -belki- sevebilmek için en azından bir-iki kez daha görmek gerekirdi... Şu haliyle benim için çözülmemiş bir bulmaca gibi duruyor.

Film Last Train to Sacramento adlı çok sevdiğim şarkıyla açılıyor. Ve unutmadan söyleyeyim: Kapanışı da yine gençliğimden kalma çok sevdiğim Freight Train adı şarkıyla oluyor. Önce siyah-beyaz bir açılış: Bryan Cranston tarafından... Ve filmin takdimi. Ardından birkaç 'act'; yani (bir tiyatro oyunundaki gibi) perde...Yine bir ara, dönemin 1955 yılı olduğuna dair bir ipucu veriliyor.

Karşımıza 'Nüfus: 87' yazılı bir levha geliyor!.. Amma tenhaymış yahu diyorsunuz... Ve değişik tempolarda gidip gelen bir kameranın usta işi kaydırmaları... Alabildiğine özgün bir estetiğe ulaşmaya çalışmış ve doğrusu bunu başarmış bir film... Amerikan taşrasında yan yana veya artarda sunulmuş simgesel yapılar. Ve her şey için tümüyle pastel, sanki neşeli renklere başvurulmuş...

Tüm bunlar belli bir egzotizm veya eksantrizm yaratıyor doğrusu... Arada bir deprem olur gibi oluyor. Ama bunun günün malum modası değil, sadece yakınlarda yapılan 'atom bombası testi' olduğu anlaşılıyor!... Bu arada yörede bir 'karantina' ilan etme girişimi oluyor. Ve ortalık daha da karışıyor

Bu arada perdede neler olmuyor ki... Perde kah genişliyor, çifte ekrana dönüşüyor. Bazen de yeniden siyah-beyaza dönüyor. Araya aileler giriyor: anneleri yeni ölmüş 4 çocuklu bir aile örneğin. Baş kahraman sayılabilecek Augie Steenback'in ailesi... En büyükleri olan Woodraw öylesine hınzır ve akıllı ki... Sonra, çöl gibi bir doğada bir açılış yapılıyor. Işık oyunları, tuhaf müzikler, beklenmedik danslar... Arada şöyle bir laf: "Uykuya dalmazsanız, uyanamazsınız!" Ve sürpriz, bir eşcinsel ilişki: birden öpüşmeye başlayan iki erkek!

Daha ötesi, bu film biraz da uzayın esrarına el uzatıyor. Hikâyede bir 'alien- yaratık' var ve o, geri kalan kısmın tersine, bir canlandırma sinemasıyla veriliyor!...

Peki ama, tüm bunlar ne anlatıyor; bu kadar oyuncu hangi karakterleri canlandırıyor, neyi nasıl temsil ediyor? O sürrealist diyaloglar neye hizmet ediyor? Bu kendine özgü, sanki uzaydan gelmiş bir mizah... Sanki yeni bir Alien- Yaratık filmi... 

Doğrusu ben her şeye karşın ortada ('absürd' de olsa) bir hikâye olmasını isterdim. Yoksa onca oyuncuyu niye işe aldınız ki? Scarlett Johansson, Tom Hanks, Jeffrey Wright, Tilda Swinton, Bryan Cranston, Edward Norton, Adrien Brody, Liev Schreiber, Hope Davis, Steve Carell, Matt Dillon, Willem Dafoe, Margot Robie, Jeff Goldblum... Hepsine yazık değil mi? Baş rolde gözüken Jason Schwartzman (Augie Steenback'i oynuyor) belki bu filmle dikkat çekerek ün yapacak. Ama diğerlerine yazık olmadı mı? Daha beteri, onlar için sinemalara koşacak bizlere de yazık değil mi?

Velhasıl Anderson bu kez beni (ve sanırım çok kişiyi) memnun etmedi. Gelecek filmi bekleyelim...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tenis, rekabet, cinsellik ve eşcinsellik

Filmin cinsellikle eşcinselliği birleştirdiği, giderek sinemada sporla seksi inceliklerle sunan filmlerin başına geçtiği açık

Sinemanın unutulmuş bir yan dalına görkemli dalış

Dublör, belki biraz fazla uzun; ama görmeye değer bir yapım

Hıristiyanlık temeli üzerine bir gerilim

Immaculate'nin ilginç oyuncuları ve kimi kolay unutulmayacak birkaç sahnesi de var