22 Aralık 2023

Araba yarışı sporunun bir dönüm noktasına bakmak

Brock Yates'in romanından uyarlanan filmde uzun zamandır sesi çıkmayan ilginç yönetmen Michael Mann bence hayli başarılıdır

 

 

FERRARİ

X X X ½

Yönetmen: Michael Mann
Senaryo: Troy Kennedy Martin
Görüntü: Erik Messerschmidt
Müzik: Daniel Pemberton
Oyuncular: Adam Driver, Penelope Cruz, Shailene Woodley, Giuseppe Festinese, Patrick Dempsey, Derek Hill, Alessandro Oremona, Gabriel Leono, Michel Savoie

Amerikan filmi, 2023

Araba yarışları... 20. yüzyılın başlarında otomobilin keşfedilmesiyle birlikte bu icadın merkezi olan ABD'de başlayan, ama hemen sonrasında Avrupa'ya sıçrayan yepyeni bir spor... Spor demek ne kadar doğru, bilmiyorum. Çünkü, hele öbür sporlara kıyasla, öylesine tehlike içeriyor, öylesine ölüm riski taşıyor ve öylesine çok kurban veriyor/verdiriyor ki... Biz Allah'tan bu spora merak sarmadık; devlet ve halk olarak...

Film çılgın bir yarışın siyah-beyaz olarak gösterildiği kısa bir belgeselle başlıyor. 1947 yılının İtalya'sında... İtalya bu yeni sporu en çok benimseyen Avrupa ülkesi olmuştur. Sonra hemen on yıl sonrasına geçiyoruz: 1957. Ve artık orada kalıyoruz.

O yılın yazında, bir zamanlar kendisi de yarışçılık yapmış, sonraları bu alanda tam bir hükümran olmuş Enzo Ferrari, on yılın sonunda ise büyük bir mali bunalıma düşmüştür. Eşi Laura ile fırtınalı evlilikleri de tam bir çıkmaza girmiştir. Özellikle bir oğullarını kaybetmelerinin de katkısıyla... Bu onları öylesine kahretmiştir ki, sık sık mezarını ziyaret ederler. Ama ayrı ayrı, bir araya gelmeden...

Öte yandan Enzo tam bir zamparadır. Yeni karısı Lina çok daha yumuşak başlıdır. Laura'nın sertliğiyle kıyaslanamayacak biçimde... O Laura ki yatırımlarının büyük kısmında onun da payı vardır. Ve günün birinde kocasına silah bile çekmiş ve ateşlemiştir. Öldürmeyi amaçlamadıysa da... Enzo'nun tepkisiyse şöyle olmuştur: "Alman'lara bile silah veririm, bir kadına vermem!"

Herkesin çağırdığı gibi 'commandante'nin yeni karısı, Enzo resmen boşanamadığı için, Ferrari değil, Lardi soyadını taşır. Ve Enzo onunla çok daha rahat günler geçirir. Bu arada kimi sahnelerde dindar İtalyan'ların kilise dualarıyla bu araba yarışını koşut biçimde veren film, aynı toplumun iki farklı yüzünü de göstermiş olur.

Ve böylece İtalya'nın uzun zamandır medar-ı iftiharı olan Mille Miglia yarışması gelir çatar. Üç yıl önce Fransa'da Le Mans diye bilinen yarışmaya ekibiyle katılan Enzo, tam üç birincilik almıştır. Bu yeni ve büyük yarışmaya kimi eski adamları, onların yanı sıra yeni ve hırslı genç sürücüler katılır. Biz de 2 saat 10 dakikalık filmle bu gösterişli yarışmayı izleriz. İtalya boyunca 1000 millik bir mesafeyi katetmeye dayanan efsanevi yarışma, Ferrari markasının geleceğine yön verecektir.

Ve yarış başlar. Öyle bir olaydır ki bu... Böylesine bu sözüm ona sporu, bu haşin ve vahşi olayı teknolojik, maddi, mali, insancıl, felsefi vb. yanlarıyla; ölümcül bir tutkuyla sonsuz bir keyfi birleştirerek; yarışçısından seyircisine tüm boyutlarıyla vermeye çalışır, karşımızdaki film...

Öte yandan, tüm ülke halkı için de tehlikeli bir olaydır bu... Çünkü ülkenin büyük yolları kadar, daracık ve kalabalık şehir veya köy yollarından da geçilir. Bu yüzden o korkulan kaza olur ve arabalar birbirine girerken, halktan da 9 ölü ve birçok yaralıyla kurbanlar verilir. İnanılmaz biçimde etkili bir sahnedir bu. Filmin belki kilit sahnesi... Hem büyük bir sessizlik, hem de yavaşlatılmış (ralantili) biçimde verilen... Çağdaş teknolojiyle desteklenmiş ve sinema sanatının kolay unutulmaz sahnelerinden biri olduğu kesin bir bölüm...

Zaten sayısız kamera, yarışları kimi zaman üstten, ayrıca bazen ters yönde çekmiştir. Bu da yarışların etkisini müthiş arttırır. Genelde çılgın denebilecek biçimde çalışmış kameralar, filme öylesine bir tempo kazandırırlar ki...

Çok acılı başka şeyler de vardır. Aile sorunlarının dışında... Örneğin her bir yarışçının yarış öncesi bir tür veda mektubu yazıp bırakması..Ve kimi eş, sevgili veya annenin dönem gereği radyo, klasik telefon veya TV'den öğrendiği felaketleri, bir de bu mektuplar gelince yeniden yaşaması... Basının bu olayla ilgisi de iyi işlenmişti. Birden tıpkı günümüze benzer bir magazine dönüşen olaylar. Ve şu türden sözler: "Artistler ve mankenler uzak dursun lütfen." Yarışı destekleyen Pirelli, Shell, Mobilgas vb. kuruluşlar (ki bugün de varlar) afişleriyle sık sık göze çarparlar.

Brock Yates'in romanından uyarlanan filmde uzun zamandır sesi çıkmayan ilginç yönetmen Michael Mann bence hayli başarılıdır. Oyuncularsa bir başka alem... Enzo Ferrari'de Adam Driver adeta kılık ve kimlik değiştirmiştir; kolay kolay tanıyamazsınız. Ama öyle bir portre çizer ki... Laura'da Penelope Cruz enfes bir dönüş yapar ve kadınların başına geçip oturur. Lina Lardi'de ise özlediğimiz Shailene Woodley onun tam tersi bir yumuşak dişilik sergiler. Diğer roller de başta deneyimli yarışçı Piero Taruffi'yi oynayan Patrick Dempsey olmak üzere, gayet başarılıdır.

Ve de müzik. Bir sahnede İtalyanların onca sevdiği opera sanatına başvurulur ve Verdi'nin La Traviata şaheserinden bir sahne gösterilir. Bu da bu haşin filmile hoş ve iyi kullanılmış bir buluşmadır.

Bir noktaya daha parmak basmak istiyorum. Tümüyle İtalya'da geçen, hemen tüm kahramanları İtalyan olan filmde herkes İngilizce konuşur. Bu bir Amerikan yapımı olduğu için... Herhalde başka çare yoktu; ama yine de belli bir yadırgama hissi duymamak da mümkün değil...

İşte böyle bir film. Ve ülkemize yeni kurulmuş bir firmanın ilk filmi olarak alınıp gösterilmiş. Onlara başarılar dilerim. Ve bunca laftan sonra, filmi görüp görmemeyi sizlere bırakırım.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Film yok... Onun yerine, şundan bundan!..

Sevgili gazetem Cumhuriyet tam 100. yılını kutlamış. Cemal Reşit Rey kongre salonunda ve görkemli bir geceyle... ‘Mış’lı konuşuyorum, çünkü tam 27 yılımı verdiğim, bana öğrettiği gazeteciliği, kafama yerleştirdiği tüm ilkelerimi bugün T24’teki barış, hak, adalet, hukuk aramaya çabalayan muhalif yazılarımda kullandığım halde... Evet, tüm bunlara karşın; oradaki birçok ‘dostuma’ rağmen... Belki de ‘düşmanlarım’ buna engel oldu

İstanbul'da yaşamanın artı ve eksileri üzerine

Bu yazıyı yazmamın baş nedeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık derginin Nisan sayısı oldu. İstanbul Bülteni adını taşıyan ve AVM'ler ya da metro istasyonlarında bulunan bu dergide, İmamoğlu'nun sevgili kentimize kattığı güzellikler öylesine iyi anlatılmıştı ki...

Kaderin elinde sönüp giden bir şarkıcının dramı

Özellikle müzikseverler için kaçırılmaması gereken filmlerden...