10 Kasım 2023

Altın Palmiye'li çarpıcı ve görkemli bir hukuk filmi

bu film, sinemanın aşina olduğu (ancak bir Fransız yazarın belirttiği gibi Fransız sinemasının pek yanaşmadığı) o görkemli 'mahkeme filmleri'nden biri

BİR DÜŞÜŞÜN ANATOMİSİ

X X X ½

(Anatomy of a Fall)

Yönetmen: Justin Triet
Senaryo: J. Triet, Arthur Harari
Görüntü: Simon Beaufils
Oyuncular: Sandra Hüller, Swann Arlaud, Milo Machado Graner, Antoine Reinartz, Samueal Thels, Jehnny Beth, Saadia Bentaieb, Camile Rutherford, Anne Rotger, Sophie Fillieres, Messi (köpek)/

Fransız-Alman filmi, 2023

Bu hafta basın gösterimleri azdı. Gösterimleri karşı tarafta, yani Kadıköy'de yapılan iki film içinse kalkıp gitmedim. İlke meselesi; ama zaten ikisini de gözüm tutmamıştı: bir yeni Marvel filmi ve bir animasyon...

Onun yerine, geçen hafta gösterime çıkan yılın en ilginç filmlerinden birini seçtim. En azından son Cannes Film Festivali'nde en büyük ödül olan Altın Palmiye'yi aldığı için... Ne yazık ki getirtici firma bir basın gösterimi yapmamış ve en azından filmi tanıtmak için hiçbir çaba göstermemişti. Ben filmi -biraz da sevgili Victor Apalaçi'nin uyarısıyla- sinemalarda yakaladım: günde sadece iki seans gösterildiği bir salonda... Ve oldukça etkilendim, hatta heyecanlandım.

Öncelikle şunu söyleyeyim; bu film, sinemanın aşina olduğu (ancak bir Fransız yazarın belirttiği gibi Fransız sinemasının pek yanaşmadığı) o görkemli 'mahkeme filmleri'nden biri. Sinema tarihine şöyle bir bakarsak: Jeanne d'Arc'ın Davası, 12 Öfkeli Adam, Bir Cinayetin Anatomisi, Bülbülü Öldürmek, Hakikat, Nurnberg Duruşması, en son Aziz Ömer, vb. Ama bu filmin başka özellikleri var; anlatmaya çalışacağım...

Çok özetle, Alman kadın yazarı Sandra Voyler, Fransız Samuel Maleski'yle evlidir. İlk başta Sandra kadın okuru gazeteci Zoe'yi kabul eder. İkisi sıcacık bir söyleşi yaparlar; Samuel yukardaki katta iken... Doğanın ortasında bir dağda ve karlar içindeki evde, 11 yaşlarındaki küçük oğulları Daniel de vardır. Ve ilk başlarda her şey şaşırtıcı biçimde tattara-tutturu bir müzik içinde başlar.

Ama sonrasında, koca ölü bulunur. En üstten aşağı, çatıdan toprağa düşmüş ve kan revan içinde yatmaktadır. Yarım saat sonra gelen ambulans ancak cesedini götürür. En büyük şoku Daniel geçirir. Babasına öylesine tutkundur ki... Onun vaftiz annesi Monica ve köpekleri Meraklı da az üzgün değillerdir!..

Samuel -ki filmde ölümünden sonraki anışlarda görünür- gayet yakışıklı bir erkektir. Ama karısıyla sürekli kavga içinde yaşarlar. Samuel büyük bir müzik meraklısıdır; odasının gösterdiği gibi... Ama yazmak da ister. Ne var ki bu konuda yazar eşiyle habire atışırlar. Hatta kendisinin başladığı, ama bitiremediği romanının en önemli unsurunu alıp kendi kitabında kullandığı için, Samuel eşini affetmez.

Bu olay bir türlü tam olarak çözülemez. Cinayet mi, kaza mı, intihar mı olduğu kesin olarak belirmez. Çok uzun bir mahkemeye, değişen ve olaya çok farklı açılardan bakan onca hakim, avukat ve tanığa rağmen... O arada Sandra'nın çok kişisel özellikleri ortaya çıkar. O aynı zamanda biseksüeldir... Ve hayatına girmiş kadınlar hayli çoktur. Onu evine bağlayan belki de Daniel'dir. Ama o da 4 yaşındayken babasının dolaylı olarak sorumlu olduğu bir kaza nedeniyle, görme sorunları olan bir çocuğa dönüşmüştür. Belki Sandra'nın Samuel'den nefret etmesine en çok neden olan aile anısı... 

Film, bir filmde şimdiye dek rastladığımız en entelektüel, edebi ve ateşli karı-koca tartışmalarını karşımıza getiriyor. Kimi zaman 8-9 dakika sürdüğü izlenimini uyandıran kesintisiz diyaloglarla... Bir kadının kocasını yine kadınlarla aldatması, mahkemede geniş bir psikolojik tartışmaya yol açıyor. 2017'lerde geçen hikâyede kitap yazmak, bunun için gereken esini bulmak, cinsellik ve eşcinsellik, karı-koca-çocuk ve aile ilişkileri enine-boyuna konuşuluyor. Ayrıca o karı-koca kavgalarının kimi zaman süper-teknolojik yöntemlerle elde edilmiş kayıtlarının çıkması ve bunların yargının önüne getirilmesi de hem hukuk insanlarını, hem bizi çok etkiliyor.

Bunun ötesinde hukuk kavramının sinemaya yansıması gibi temel bir olay üzerine bu film... Hukuk deyince, o ülkelerde en belalı olaylarda bile davaların hemen en yakın günlere ertelenmesi ve sonuçlandırılması adeti var. Bizdeki gibi aylar-yıllar süren davalar yerine... Gerçi burada Sandra önce aklanıyor; ama bu öylesine tepki alıyor ki, dava yeniden başlıyor. Ancak işin temeli doğru ve haklı.

Bu ilginç filmin oyuncuları da çok iyi. Ülkesinde büyük ün sahibi Alman oyuncusu Sandra Hüller, Cannes'da biri bu olan iki filmle de çok beğenilmiş ve kadın oyuncu dalında önemli bir aday olmuş; ama ödülü bildiğiniz gibi Ceylan'ın filmiyle Merve Dizdar'a kaptırmıştı. Ayrıca Samuel'de Samuel Theis, Daniel'de gencecik Milo Machado Graner, sempatik kamu avukatında Antoine Reinartz, gazeteci Zoe'de Camile Rutherford'un da filme önemli katkıları var.


Not: Bu ayın Milliyet-Sanat'ında ele aldığım film Çay ve Sempati. Vincente Minnelli imzalı 1956 yapımı filmde Deborah Kerr, John Kerr, Leif Erickson gibi oyuncular var. Bir oyundan alınan konu vaktiyle Zeki Müren'in ilk ve tek kez sahneye çıkmasıyla sonuçlanmış ve Arena tiyatrosuna büyük seyirci çekmişti. Yazıda anlattığım gibi...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

İstanbul'da yaşamanın artı ve eksileri üzerine

Bu yazıyı yazmamın baş nedeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık derginin Nisan sayısı oldu. İstanbul Bülteni adını taşıyan ve AVM'ler ya da metro istasyonlarında bulunan bu dergide, İmamoğlu'nun sevgili kentimize kattığı güzellikler öylesine iyi anlatılmıştı ki...

Kaderin elinde sönüp giden bir şarkıcının dramı

Özellikle müzikseverler için kaçırılmaması gereken filmlerden...