25 Ocak 2024

Alçakgönüllü bir başyapıt

Kimi yazarlara göre antik kültürlerden ve efsanelerden yararlanan bu film, İtalyan ustası Matteo Garrone'nin elinde modern bir başyapıta dönüşür

 

KAPTAN BENİM

X X X X

(İo Capitano)

Yönetmen: Matteo Garrone
Senaryo: M. Garrone, Massimo Ceccherini, Massimo Gaudioso, Andres Tagliaferi Görüntü: Paolo Carnera
Müzik: Andres Farri
Oyuncular: Seydou Sara, Mustafa Fall, Sissaka Sawadogo, Hichem Yacoubi, Boudou Sagna

İtalyan-Franız filmi, 2023

Son Venedik festivalinde en iyi yönetmen ve genç oyuncu ödüllerini alan; İtalya'nın 2024 Oscar adayı olduğu da bildirilen bu film gerçekten tam bir sürpriz. Ve bir filmin iyi olması için parlak yıldızlara, büyük paraya ve Hollywood tarzı tanıtıma ihtiyacı olmadığını gösteren...

Kaptan Benim Afrika'da başlıyor. Bu talihsiz kıtanın Sudan, Kongo, Senegal gibi en yoksul yörelerinde yaşayan bir aileyi ve yeğen olan iki genci tanıyoruz: henüz 16 yaşlarında olan Seydou ve Moussa... İkisi de öyle çok yoksul bir aileden değildir. Belli bir paraları vardır; futbol oynarlar, davul çalarlar... Ve en çok müzik yapmaya heveslidirler. Sonunda bunu kesinlikle reddeden annelerini ve birinin kızkardeşlerini bırakıp, kuzeye ve giderek Avrupa'ya doğru yolculuğa çıkarlar. Böylece alabildiğine belalı ve zalim bir maceraya atılmışlardır. Şu ortak sloganla: "Ben artık başka biri olmak istiyorum!"

Bu gerçekten de inanılmaz bir yolculuktur. Zaman zaman köhne bir araca binilse de, çokluk adına çöl denen o en belalı iklim ve dekorda saatler boyu yürümeyi gerektiren... Arada düşüp kalanlar olur; özellikle kadınlardan... Ama istense de kafileyi bırakıp yardıma koşmak kolay değildir. Öylesine ki, genç kahramanlarımız o kişilerin kendileriyle birlikte uçtuklarını görürler: rüyalarında elbette!..

Ve o bitmeyen çöl yolculuğu sonunda biter gibi olur. Ancak bu iki büyük dost, ailelerini geride perişan bırakmayı göze alan iki kuzen, ayrılmak zorunda kalırlar. Seydou bir esir pazarına düşer. Orada tanıştığı olgun bir adam onu himayesine alır; yaptığı inşaat işlerinde kullanmak için... Ve yörenin yöneticilerinden zengin birinin istediği gibi bir havuz/çeşme kompleksi inşa ederler. Hem de şahane biçimde... Böylece Seydou'ya yeni kapılar açılır.

Bu arada Moussa bir bacağından ciddi biçimde yaralanmıştır; bir hastaneye gitmesi gereklidir. Hem de acil biçimde... Ama Afrika kendi ırkına karşı öylesine acımasızdır ki... Siyahileri sanki reddeden bir sistemdir bu... Ve ameliyat Moussa'nın kolay kolay erişeceği bir çözüm değildir.

O sıralarda Seydou harıl harıl onu aramaktadır. Ulaştığı Libya'da karşısına çıkan yeni örgüte, yani Afrika usulü Mafya'ya karşı koymayı deneyerek... Zaten bundan sonrası gitgide, yani Batı'ya yaklaştıkça, soyguncuların her şeyin üstüne çıktığı, tüm insancıl değerlerin maddiyat ve hırsa karşı eridiği bir mantığa dönüşecektir. Seydou arada kendisine teklif edilen inanılmaz bir misyonu kabul etmek istemez: büyücek ve içi göçmen dolu bir tekneyi asıl kaptan olarak kullanmak... Ve onu kuzeye, İtalya'ya ulaştırmak... Daha kendi deyişiyle "yüzme bile bilmeyen" bir çocuğun yapabileceği şey midir bu? Ama en yeteneksiz gözüken gencecik biri bile, biraz kendi çabası, biraz kaderin yardımıyla çok zor bir işi başarabilir. Ve de filmdeki gibi "Kaptan benim. Başardım. Herkesi kurtardım!" diye haykırabilir.

Kimi yazarlara göre antik kültürlerden ve efsanelerden yararlanan bu film, İtalyan ustası Matteo Garrone'nin elinde modern bir başyapıta dönüşür. Öncelikle Seydou kimliğinin öylesine iyi işlenmiş, yani hem çok iyi yazılıp hem de bir amatör tarafından çok iyi canlandırılmış bir karaktere dönüşmesi... Bu sanki modern sinemanın mucizelerinden biri olup çıkar. Seydou'yu oynayan Seydou Sara ve Moussa'daki Mustafa Fall bu mucizenin yaratıcıları arasına girer. Yönetmene gelince... Matteo Garrone saygın bir İtalyan yönetmeni. 1966 doğumlu (58 yaşında). 1996'lardan beri çalışmış. En iyi filmleriyse 2005'lerden sonra: Gomorra, Dogman, Pinokyo, Dior Efsanesi. Ve bu film. Ki sanırım en iyisi... Görmeye çalışın derim.


YARIN: CEM KARACA'NIN GÖZYAŞLARI

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"