09 Eylül 2021

ABD’nin göbeğinden Marsilya’ya uzanan iç burucu bir dram

O ünlü OM futbol takımının da oynadığı bir  maç bölümü Öylesine ustaca çekilmiş ki... Filmde ortaya çıkan baba-kız ilişkisiyse çok etkileyici.

DURGUN SU       X  X  X  X

 

(Stillwater)/ Yönetmen: Tom McCarthy/ Senaryo: Senaryo: Tom McCarthy, Marcus Hinchey, Thomas Bidegain, Noel Debre/ Görüntü: Masanagu Tagayanaki/ Müzik: Mychael Danna / Oyuncular:  Matt Damon Camile Cottin, ağabeygail Breslin, Deanna Dunagan, Moussa Maskri, Lilou Siavaud, Robert Peters, Anne Le Ny, Kent Jones/ Amerikan filmi, 2021 

Son Cannes Festivali’nin gözde olduğu söylenen filmlerinden Stillwater’ı bizde de izlemek keyifli. Özellikle Spotlight filmiyle hatırladığımız yönetmen Tom McCarthy’nin filmi birçok açıdan görülmeyi ve üzerinde düşünüp konuşmayı hak ediyor. 

ABD’de açılan film bize bir kasırgadan çıkmış bir kenti kalıntılardan temizleyip canlandırmaya çalışan bir emekçi ekibini ve aralarındaki Bill Baker’i tanıtıyor. Orta yaşlı, feleğin çemberinden geçmiş Bill, en çok petrol çıkarma alanlarında çalışmaktadır. Eşini kaybetmiş, kızı Allison çok genç yaşta ‘sırf uzaklara gitmek’ için Fransa’nın Marsilya kentine kaçmıştır. Annesi Sharon’la birlikte yaşayan Bill, birden aldığı bir kararla Oklahoma’nın Stillwater kentinden uçağa atlar ve Marsilya’ya gider.

Orada cezaevinde karşılaştığı Allison, artık ona olduğu kadar hayata da yabancılaşmış ezik bir kadındır. Marsilya’da bir cinayete karışmış, birlikte yaşadığı ve lezbiyen bir tutkuyu sürdürdüğü Lina’yı öldürme suçundan tutuklanmış ve hapse girmiştir. Ama suçsuz olduğunu düşünüp beş yılını çektiği mahkûmiyetini sonlandırma emelindedir ve yeniden yargılanması için hukukçulara yazıp durmaktadır.

Aslında kısa bir süre için gelmiş olan Bill, onu kurtarmaya karar verir. Tüm bilgisizliği, kabalığı ve cehaleti içinde... Ama, hele Marsilya’nın ‘kendine özgü’ olduğu film boyunca söylenen adaleti içinde bu hiç de kolay değildir. Ancak Bill bu yola baş koymuştur ve elinden geleni yapacaktır.

Araya yepyeni kişilikler girer. Örneğin Bill’in akranı, sevgi yüklü tiyatro oyuncusu Virginie... Ki babası uzaklarda küçük kızı Maya, onun için yaşam kaynağıdır. Bu arada o ‘meşum gece’nin gizemi biraz çözülmeye başlar. Ve araya şüpheli Akim girer. Ama Marsilya’nın son derece karmaşık insan yapısı içinde Akim’i bulmak da, gerçek hukuku hayata geçirmek de kolay olmayacaktır. 

Bu ilginç film yazıldığına göre gerçek bir olaydan esinlenmiş. 2007 yılında İtalya’nın Perugia kasabasında, oda arkadaşı öldürülen Amerikalı Amanda Knox’un hikayesinden... O da 4 yıl hapiste kaldıktan sonra masum olduğu anlaşılmış ve tahliye edilmiş. 

Filmin birkaç dezavantajı var. Çok uzun olması (140 dakika), renklerinin çiğliği, yer yer temponun tümüyle durması... Ama birçok da üstün ve ilgiye değer yanı da yok değil.

Öncelikle bize Marsilya denen kenti görkemli biçimde tanıtması. Bir süre önce Netflix’de izlediğimiz Marseilles- Marsilya dizisi gibi, hatta onu aşarak... Bu kendine özgü Akdeniz kentinde egemen olan yoksulluk ve sefalet; şaha kalkmış ve dört yandan bastıran ırkçılık;... Hele o ünlü OM futbol takımının da oynadığı bir  maç bölümü. Öylesine ustaca çekilmiş ve çok büyük bir kalabalık öylesine iyi kullanılmış ki... 

Öte yandan tümüyle iki dile, Fransızca ve İngilizce’ye dayanan filmde, bu iki dilin ve iki kültürün kimi zaman çakışsalar da kimi zaman da oluşan harika uyumu. Filmde ortaya çıkan baba-kız ilişkisiyse çok etkileyici. Babasını hiç sevmeyen ve belki bu yüzden uzaklara kaçmış bir genç kız, giderek ona nasıl  yaklaşabilir... “Ben beni bıraktım, sen de beni bırakma” lafını edecek kadar...Ya da aradaki kültür  uçurumuna rağmen, bir işçi bir modern tiyatro idolüyle nasıl ilişki kurabilir... Ve, en ilginci, yine o kaba-saba işçi sevgili kızının yerine ondan çok daha küçük ve dilini konuşamadığı bir  çocuğu koyabilir!...

Tüm bunlar karşımıza dünyamızdaki çelişkilerden, çatışmalardan, hukukun çiğnenmesinden ve ırkçılıktan ilginç manzaralar getiriyor. Ve de çok ilginç karakterler....Biraz kilo almış, ama dört başı mamur bir karakter çizen Matt Damon...Virginie’de geç keşfettiğimiz Fransız oyuncusu  Camile Cottin...Allison’da küçük yaşından beri tanıdığımız masum yüzlü Abigail Breslin... Uzaklardaki sevgi dolu büyükannede Deanna Dunagan.

Ve de küçük Maya’da harikalar yaratan ve herkesten rol çalan küçük Liou Siavaud. Kısacası hepsi izlenmeye değer bir ekip...

Müziği ve kullanılan şarkıları da beğendim. Özellikle de o unutulmaz Kris Kristofferson şarkısını: “Help Me Make it Through the Night”. Ki filmde Sami Smith söylüyor ve bizi geçmiş günlere götürüyor.

Yarın : ÇOK SATANLAR  

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

Bir sinema tutkulusunun ölümü ve düşündürdükleri

Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu

"
"