02 Ekim 2014

Frig Vadisi’nde 60 kilometre koşmak…

Devasa kayaların, bir tablo misali sarı otlarla örtünmüş toprakların ve halkının bize alkışlarla destek verdiği köylerin içinden geçerken tarifi imkânsız bir huzur ve özgürlük duygusu hissettim

‘Her şey akar…’

Öyle diyor filozof Herakletios…

Acı, sevinç, keder, korku, çaresizlik…

‘Her şey akar ve sürekli değişir… ‘

İşte koşmak da böyle bir şey bana göre… Her şey akar etrafında, her şey değişir…

Frig Vadisi Ultra Maratonu’nda 60 km’yi nasıl koştuğum sorulduğunda aslında benim de koşarken aklıma gelen ve belki de bana dayanma gücünü veren şey de buna yakın bir düşünce olmuştu:  ‘Zaman nasılsa geçecek ve bu yarış sona erecek, işte o an zihnimde ve bedenimde hissettiğim tüm bu acılar geçecek, sevince evrilecek… ‘

Koşmak, uzun koşmak ve daha da uzun koşmak aklımda hiç yoktu bu spora başlarken…

Herhangi bir sakatlık yaşamamak için arkadaşım, Türkiye'nin ilk kadın ironman’i Bahar Saygılı’dan yardım almaya karar vermiştim. Her hafta başı Bahar yeni bir antrenman programı gönderdi ben de derslerine sıkı sıkıya çalışan öğrenciler gibi aksatmadan uyguladım. Bahar’a çok şey borçlu olduğumu bir kez daha söylemek istiyorum. Yazdığı programlarla sakatlanmadan her defasında beni başarıyla hedefe ulaştırdığı için…

Nihayetinde ben profesyonel bir sporcu değildim. Koşmak dışında da işe gidip gelmem, ailemle ve oğlumla zaman geçirmem, o nedenle de iyi bir zaman planlaması yapmam gerekiyordu. 

Bunun için sabahları saat 05.30’da uyanıp sahile gidiyor, en az 1 saat koştuktan sonra eve geri dönüyor, oğlumu okula hazırlıyor ve iş yerime gidiyordum. Neredeyse 1 yıl bu şekilde devam eden temponun ardından Runtalya ve Haliç Yarı Maratonu’nu bitirdim. Fırsat buldukça da Belgrad Ormanı’nda Macera Akademisi tarafından düzenlenen ‘Geyik Koşuları’, Çekmeköy’de Team Ultra Trail Runner ekibinin yaptığı orman ve patika koşuları ve Team Kronos'un Aydos Orman yarışlarına katıldım. Bu arada bu yarışlara benim gibi amatör olarak katılan çok sayıda İstanbullu olduğunu da hemen belirtmeliyim. Hatta birçoğu bir süre sonra bu işi hobi olmaktan çıkarıp profesyonel olarak yapmaya başlıyor.    

Her gün yaptığım 10 km'lik asfalt koşuları, hafta sonları ormanda 15, 20, bazen de 30 km’lik mesafelere dönüşmüştü…

En son Çekmeköy’de Türkiye’nin ilk kadın ultra maraton koşucusu Bakiye Duran ve arkadaşım Dilek Özgürel ile koşarken ‘Neden Frig Ultra Maratonu’nda 60 km koşmuyorsun?’ sorusu gündeme geldi. Onların da yüreklendirmesiyle kaydımı 29 km'den 60 km'ye çektim. Hepsini koşamasam bile yürüyerek tamamlarım diye düşündüm.

Aslında maratonun sadece koşmaktan ibaret olmadığını bir kez daha gördüm.  Öncesinde yaptığınız antrenmanlar, psikolojik motivasyonunuz, beslenmeniz, yarış için işyerinden izin almanız, ailenizden fedakarlıkta bulunmalarını beklemeniz, yarış bölgesine gelmeniz, koşu anı ve sonrası aslında hepsi ‘maraton’ paketine dahildi.

Ve o gün gelip çatmıştı işte… 27 Eylül’de Frig Vadisi'ndeydim. Hedef büyüktü. Engebeli ve bilmediğim bir yerde benim için büyük tecrübe olacak 60 km'lik koşuya hazırdım. Dile kolay 60 km… Muhteşem görselliğin yanı sıra çok sayıda dostun bana eşlik ettiği bu deneyimimi sizlerle paylaşmak istedim.

Koşu yağmur eşliğinde başladı. Daha önce de yağmur altında sayısız kez uzun antrenmanlar yaptığım için bu benim gözümü korkutmamıştı. Bir süre yola Dilek’le birlikte devam ettik sonra ondan ayrıldım. Issız bir arazide tek başına koşmak başlangıçta beni korkutmuştu ama zamanla alıştım. Hatta bir süre sonra korkumdan sıyrılarak etrafımdaki güzellikleri keşfetmeye başladım.   

Saatler ilerlerken yanından geçtiğim insanlarla bir süreliğine sohbet etme şansı da yakaladım. Aslında koşunun en güzel yanlarından biri de size yeni dostlar, yeni hayatlar, yeni bilgiler hediye etmesi oluyor. Onlardan biri de Fethiye’den gelen ve sadece 2 aydır koştuğu halde 60 km yarışına katılan Ali Önder Büyüksünetçi olmuştu benim için. Ali, dağcılık ve trekking tecrübeleriyle parkur boyunca bana destek oldu. Ve evde hazırladığı protein barları enfesti. Tarifini aldım ben de önümüzdeki koşularda yapacağım…

Hele Beyköy-İhsaniye’deki bitiş noktasına son 3 kilometre kala, ‘Artık bacaklarımdaki ağrılara daha fazla dayanamayacağım galiba’ dediğim noktada, köylü çocukların ellerimden tutup beni finishe taşımalarını ise ömrüm boyunca hiç unutmayacağım…

Frig Vadisi’nde koşarken, devasa kayaların, bir tablo misali sarı otlarla örtünmüş toprakların, uçsuz bucaksız vadilerin, çamurlu yolların üzerinden ve halkının bize alkışlarla destek verdiği köylerin içinden geçerken tarifi imkânsız bir huzur ve özgürlük duygusunu yüreğimde hissettim.  

Aslında ‘Huzur ve özgürlük’ diyorum ama bu kelimeler tam da karşılamaya yetmiyor hissettiklerimi...  

Belki de şöyle anlatsam daha iyi olacak;

Tıpkı Kipling’in kâşifinin bir süredir duyduğu bir çağrıyı duyar gibiydim bu yolculuğa çıkarken;

‘Bir şey saklı. Git ve bul onu. Git ve uzaklarda ara onu. Uzaklarda kaybolmuş bir şey. Kaybolmuş ve seni bekliyor. Git!’

İşte böylece bir hisle gittim Frig’e... Benim için saklanan şeyi bulmak için gittim yani. Ve buldum. Şimdi de sizlere aktarıyorum.  Ve artık aynı duygunun peşine başka başka yerlerde/başka başka koşularda düşeceğimi de gayet iyi biliyorum…

Tıpkı kâşifin dediği gibi aslında ‘Ödülümüz aramakmış’ daha iyi anlıyorum…

Yazarın Diğer Yazıları

Seçimin kazananı: BELLA!

“Söz Veriyorum” protokolüne imza atan tüm başkanlar; kısırlaştırma, barınma ve rehabitasyon gibi faaliyetlerde HAYTAP ile işbirliğinde çalışacağını beyan etti

Şimdi moda: Balkonda bahçe

 Yeryüzü Derneği, bugüne kadar 1500 kişiye ücretsiz olarak tohum ulaştırdı

Para mutluluk getirmiyor!

Otoriter, sıkı kontrol, gelişmeye açık olmama, kısıtlı üretim ve depresif yönetim biçimi, başarıyı ve motivasyonu düşürüyor