06 Ekim 2019

Yalnızlık ömür boyu

Bizi yalnız bırakan sadece sosyal olduğunu sandığımız medya mı?

Hasan Ali Toptaş'tan okuduğumu hatırlıyorum bu kitabı; "Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız". Benzer, çok benzer bir cümle Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabında vardı.

"... O kadar yalnızdım ki kendimi öldürmeyi bile düşündüm. Neden vazgeçtim biliyor musunuz? Kendimi öldürseydim kimse, ama hiç kimse duygulanmayacaktı bu ölümden, yaşarken yalnızdım, ölünce daha da yalnız kalacaktım."

Yalnızlık acıtıcı, yalnız başına olmak güzel. Toplumun giderek yalnızlaştığına dair okuduğum makalelerin sayısında ciddi bir artış var. Ancak yalnızlığın arttığı söylense bile bu konuyu enine boyuna araştıran ve ortaya bilimsel veri sunan makale daha az. Yalnız kalmayı başarabilen insan sayısı artıyor ama yalnızlık da artıyor. İnsan sayısı da artmıyor mu? Sosyal medya yalnızlığı artırıyor, fişinden çekilen telefonunun ardından artık sosyal olamayan modern insan artık bir girdabın içine düşüyor, deniliyor. Bana kalırsa, nereye bakarsan, ne tarafa gidersen yalnız kalmayı başarabilmelisin. Maalesef bizi çevreleyen bu hayatın sıkıntılarından tek bir sorumlu bularak uzaklaşamayız. Sosyal medya zaman zaman yalnızlığı artırabilir, onu tek arkadaşın olarak görürsen bir gün terk edilebilirsin hatta. Ama sizin sizi hiç arayıp sormayan, sizi bırakıp gidiveren kanlı canlı arkadaşlarınız olmadı mı? Benim oldu. Sosyal medyanın olumsuz etkilerinden haberdar olmak ve onu kararında kullanmak gerekli elbette. Ama daha önemlisi yalnız kalabilmek de gerekli. Kierkegaard, insan ancak yalnızlık korkusuyla yüzleşirse birey olabilir diyordu. Yalnız kalmak elbette çok can sıkıcı olabiliyor ama yalnız kalabilmek için uğraşmak gerekli.

Çekmecemin içinden eski kokan fotoğraflar çıktı. Bazıları sadece fotoğraf üzerinden hatırladığım anlara ait olan fotoğraflar. Arkadaşlarımı görmek için telefonu açmamın yetmediği, ancak fırsat bulup buluştuğumda onların hayatındaki gelişmelerden haberdar olabildiğim bir döneme ait. Oysa şimdi herkesle ilgili, paylaştıkları her şeyi biliyorum. Kalabalık kalabalık üzerime geliyorlar Instagram'da bakındığım bir gece. Biri yurt dışında yaşamaya başladı, bir diğeri gitmek üzere. Böyle zamanlarda içimde şarkısını söylüyor Erol Evgin "evlerin ışıkları bir bir yanarken, bendeki karanlığı gel de bana sor." Giden arkadaşlarım dönmeyecek mi? Biten her şey bir beni mi çaresiz bırakır? İkinci çocuğu olan bir başka arkadaşım çocuktan sonra kurumsalda çalışmayı bıraktı ve internet üzerinden yaptığı işte epey başarı kazandı. Daha geçen gün, liseden bir arkadaşımın da sıklıkla gittiği bir restoranda doğum gününü kutladı. Ve bence zaman zaman, daha fazla haberdar olabildiğimiz için yalnızız. Ama sadece bu zamanlarda değil, bir kitabın satabilmesi için Twitter'da çok takipçim olması gerektiği bana söylendiğinde, bir işe konuyu iyi bilen değil ama daha güzelce olan bir öğrencimin kabul edildiğini duyduğumda, evdeki onlarca kitaba bakarken bir anda hiçbir şey bilmiyor oluşumu düşündüğümde, arabada herkesin ne kadar sağlıklı beslendiğini anlattığı bir gün fonda "mendilimin içine lokum doldurdum" şarkısı çalarken, acaba "lokum neliydi?" diye düşünenin tek ben olduğunu anladığımda, hayatın beni dışarda bıraktığı her an, pastanın kesilmesi için bıçak elimde bekliyor oluşumu gördüğümde yalnızım. Çok sevdiğim "Rita" dizisini seyrederken beklentisiz Rita'nın bile çocuklarının büyüyerek evden gitmesinden sonra yalnız kalışına şahit olduğumda kalbim sızlıyor.

Baumann'ın ilişkileri connect/disconnect, çevrim içi/çevrim dışı olarak anlatması gibi, ilişkilerimizin dijital hali yeni bir bağlanma biçimi yarattı, bunu biliyorum. İlişkilerimize bu çağda ne olduğunu "Akışkan Aşk" kitabında daha güzel anlatır. Ama sadece bu olduğu için öncesine göre daha mı yalnızım bunu sanmıyorum, bununla beraber hayatın geçirdiği birçok dönüşüm de yalnızlığı tetikledi. O esnada özlediğim bir arkadaşımın sosyal medyadaki fotoğraflarına bakıyorum. Onu daha çok özlediğimi düşünüp fotoğrafı kapatıyorum. Haberdar olabilmek, hatırlamak, unutmamak insanı yalnızlaştırabilir. Hayatın bir yerlerde sevdiklerin için sensiz de devam edebildiğini bilmek, onlar adına sevinmenin yanında insanı derin bir hüzne de gark edebilir.

Türkiye'de "Aşk" ismiyle gösterilen orjinali “Her” olan Spike Jonze filmini ve Joaquin Phoenix’in harika performansını hatırlayan varsa, o bu çağın yalnızlığını bir nebze anlatıyordu. Theodore yalnızlıktan muzdaripken bir yapay zeka programına, Samantha'ya aşık olur. Kendini Samantha ile mutlu hissetmeye başlar, ilişkileri çok iyi gidiyordur. Bir gece ikisi konuşurlarken Samantha "o odada olmak nasıl bir his diye sorar. "Ah" der Theodore, "keşke bu odada sen de olsan, sana sarılırdım", "bana nasıl sarılırdın ki, nasıl dokunurdun?" diye sorar Samantha. Orası can alıcıdır. Öyle ya bir uygulamaya nasıl sarılırsınız? Oysa, Dostoyevski karakteri "Yeraltından Notlar"da "ben sevilmek için buradayım" diye bağırıyordu. Yine de Theodore'yi bir süreliğine mutlu ediyorsa Samanthalar olmasın mı diye sormadan edemiyorum. Cevabımı kestiremeden.

Bugün sıklıkla kalabalık içinde yalnız kaldığımı düşünüyorum. Asıl beni anlamayan insanlarla çevrelendiğimde yalnızım. Çok çalışıp, çok üretip karşılık alamadığımda, yazdığım çizdiğimle kimseye ulaşamadığımı düşündüğümde, kalabalık sofralarda bir anda kimseyle aynı "geyiği" çeviremediğimi fark ettiğimde yapayalnızım. Ve kalabalık içinde yalnız kaldığımda aklıma Edward Hopper'ın "Soir Bleu" tablosu geliyor. Resimdeki 7 kişinin 7'si de tabiri caizse ayrı telden çalar. Sosyal izolasyon bu resimde somutlaşır. Edward Hopper bu resmi 1914'te, Paris'ten döndükten 4 sene sonra çizdiğinde açık ki o dönemin Fransız estetik anlayışından etkilenmiş, çok sevdiği ressamlar Edgar Degas ve Henri de Toulouse'un sosyal hayatı resmettiği, kafeleri resmin konusu haline getirdiği anlayışı benimsemiş ve sevmiştir. Ancak resim o dönemde beklenen ilgiyi görmez. Hopper resmi ortadan kaldırır ve bizim resimle yeniden buluşmamız ancak Hopper'ın ölümünden sonra olur. Kim bilir belki de ressam çağının ötesini görmüş ve bugünü anlatmıştır?

Resimdeki palyaçoya bakın. Görüntü bir palyaço ama Hopper'a da mutlu bir palyaço çizmek yakışmazdı hani. Efkarlı palyaçonun komiklik yapmaya hali mi var? Peki bu resme bakıp ara ara kendini görmeyen var mı? Etrafımız insan dolu, birbirimizden sürekli haber alıyoruz ama yalnızlık çekmeye devam ediyoruz. Bağırsam bile sesimi duyuramayacağımı bildiğim günler oluyor. Böyle zamanlarda sadece sosyal medyayı değil, moderniteyi, beni çevreleyen o kocaman şehri, bu şehirde şansın yaver gitmediğinde, kurallara göre oynayamadığında başına gelebilecekleri düşünüyorum. Şüphesiz insanlar nasıl birbirine benzemiyorsa, yalnızlık çekişleri, yalnızlıkla mücadele edişleri de birbirine benzemiyor. Örneğin Taxi Driver'daki o sahneyi hatırlayalım; "yalnızlık hayat boyu nereye gitsem beni takip etti" diyen bir nevi Dostoyevski karakteri değil midir Travis? Kristen Radtke'nin New Yorker'da şehir yalnızlığı ile ilgili çizdiği illüstrasyonlara bakmanızı öneririm.

TIKLAYIN - The Loneliness of Longing for Other People’s Apartments by Kristen Radtke

Son dönem çalışmaları yalnızlığın insanları tehdit eden bir sağlık sorununa dönüştüğünü ortaya çıkardı. Aslında daha çok yalnızlaştığımızı ortaya çıkarmaktansa yalnızlığın bize şimdiye kadar ne yapmış olduğunu belirlediler diyelim. İngiltere'de Yalnızlık Bakanlığı, Spor ve Toplum Bakanlığının sorumluluğunda kuruldu. Avustralya yalnızlıkla mücadeleye hazırlanıyor, Japonya'da sosyal hayattan çekilen ve sadece internet sayesinde sosyalleşen insanların sayısı gün geçtikçe çığ gibi büyüyor. Yalnız kalabilen değil ama yalnız olan insanlar için önlem alınması gerektiği gündemde, neden olmasın? İnsanların yardıma ihtiyaçları olduğu her alanda elleri tutulsa harika olurdu. Ama Schopenhauer bu yalnız kişileri duysa, onları bilge olarak kabul edebilirdi. Çünkü insanların bilinçli olarak kendisini toplumdan soyutlamasını bir mutluluk belirtisi olarak düşünüyordu. İşte bir kez daha yalnız kalmak istemekle yalnız olmayı ayırmak gerekti.

Son söz yalnızlığı bir yağmura benzeten Rainer Maria Rilke'den gelsin:

"….

Umduğunu bulamamış, üzgün yaslı

Ayrılınca birbirinden gövdeler;

Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde

Yatarken aynı yatakta yan yana:

Akar, akar yalnızlık ırmaklarca."

Yazarın Diğer Yazıları

Zamansız bir yankı: ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ ve edebiyatın gücü

Edebiyat bize, hikâyelerin ötesinde, çağlar boyunca yeniden anlamlandırılan ortak bir dil sunar

Yas günlüğü: Babama mektup

Yazılmamış mektuplar, yarım kalan duyguların sessiz tanığıdır. Söyleyemediklerimizi yazmak, hem geçmişe hem kendimize bir armağan olabilir. Peki sizin yazılmamış mektuplarınız var mı?

Çöküş

Aydınlatmayacak olsa bile, aydınlığı seçmek ahlaki bir direniştir

"
"