29 Eylül 2019

Ne "çektin" be anne!

Herkes benzer fotoğraflar paylaşıyor. Bu bizler için çok bir anlam ifade etmemeye başladı. Sadece kendimiz için paylaşıyoruz elbette. Çünkü gururlanıyoruz. Ama bir kişi için bir anlam ifade ediyor. Çocuğun kendisi. Acaba rızası olur muydu?

Hastalıklarımızı anlattığımızda "o da bir şey mi?" diye soran, başımıza bir şey geldiğinde "asıl benim enişteme daha kötüsü oldu" diye başlayan insanlara gün doğmuş olmalı, artık herkes fotoğraf çekerek kendi ailesini belgeleyebiliyor

Ben çektim. Ben daha fazlasını çektim. En fazlasını ben çektim. Hele çocuğumuz varsa kolay. Gururlanmak için fazla bir şey yapmamıza gerek kalmıyor. İlk yürüdü, ilk konuştu. İlk meyvesini kemirdi, ilk defa koridora yalnız çıktı, ilk defa sola döndü. Bize sebep çok.

Kızıma "bana bir dakika bakar mısın?" diye sordum. Çok tatlı görünüyordu ve fotoğrafını çekmek istedim. Bana dönüşü ve gülümseyişi o kadar profesyoneldi ki! Bundan rahatsız olmamak imkansızdı. Elbette çok fotoğraf çekiyorum. Bu sebeple küçük kızım daha minicikken profesyonel olarak poz verebiliyor. Ama bu durum korkutucu bir hal almaya başlayalı çok oluyor. Ya çektiklerimiz değil ama paylaştıklarımızı hiç düşünüyor muyuz? "Sharenting" kavramı çocuklarının fotoğraflarını ve onlarla ilgili bilgiyi sürekli olarak paylaşan "share" ebeveynlerin "parent" yaptığı şeyin karşılığı olarak kullanılıyor. Bu konuda MIT Press'ten çıkan yeni bir kitap da var. Leah Plunkett'ın kitabının adı "Sharenthood". Benzer bir biçimde çok paylaşım yapan ebeveynlere vurgu yapıyor.

TIKLAYIN - Sharenthood'un yazarı Leah Plunkett ile yapılan 'Paylaşmadan önce düşünün' söyleşisi

Bugünün ebeveyni aslında dünden bir anlamda farklı değil. Ebeveynlerin birçoğu hala çocuklarını kendi uzantıları olarak görüyorlar. Onlar adına karar veriyor, onlar adına uyguluyorlar. Peki ya hayatını internetle geçirmiş bir çocuk 10 yaşına geldiğinde "benimle ilgili bu kadar çok şeyi neden paylaştın?" diye karşınıza dikilirse ne olacak? Bundan biraz daha kötüsü "neden benimle ilgili yeterince şey paylaşmadın?" diye sorması olurdu sanırım.

Sosyal medyadaki çocuk fotoğraflarını genel olarak düşündüğümde aklıma hep Kanadalı fotoğrafçı Edward Burtynsky'nin ünlü bir fotoğrafı gelir. 2005 yılında Çin'de çektiği bu fotoğrafı aslında sanatta tekrarın ve tekrardan kaynaklanan ritmin örneği olarak anlatırız. Aynı zamanda fotoğrafları, endüstrileşmenin insanla doğanın arasına nasıl girdiğinin de ispatı gibidir. Fotoğrafçının Çin'de çekilen birçok fotoğrafı aynı anlamı verecektir ama benim konu ettiğim Çin'de bir tavuk fabrikasında çekilen fotoğraftır. Paylaşılan fotoğrafların artık bizi özne değil ama nesne yapışından daha önce bahsetmiştim. Burada tam olarak da onu görürüz. Yüzlerce fotoğraf arasından bizim için hiçbir şey ifade etmeyen fotoğraflara bakarız. Ama bir kişi için çok şeyi değiştirir bu gerçek, fotoğrafın konu aldığı kişiyi.

Herkes benzer fotoğraflar paylaşıyor. Bu bizler için çok bir anlam ifade etmemeye başladı. Sadece kendimiz için paylaşıyoruz elbette. Çünkü gururlanıyoruz. Ama bir kişi için bir anlam ifade ediyor. Çocuğun kendisi. Acaba rızası olur muydu?

Rubens sevgilisi Helena Fourment'in defalarca resmini yaptı. Monet aynı manzarayı yeniden ve yeniden çizdi. John Berger, Rubens'in çizdiği resimlerinden tümünde Helena'nın rızası olmayışını anlatır. Bazı resimlerde kendini resme veren, sanatçıya kendini bir obje olarak sunan Helena, bazı zamanlarda bu resimlerin bir öznesi ya da belki de nesnesi olmaktan sıkılır.

Fotoğraf paylaşmayı ben de seviyorum. Ancak baş döndürücü bir hızla gelişen bu yeni dünya beni korkutuyor ve 5 sene öncesine göre çok çok daha az paylaşım yapıyorum. Çocuğumun hayatına dijital bir ayak izi ile başlamasının nedeni olmalı mıyım? Ona Hansel Gratel kıtırları gibi kıtırlar bırakarak hayatının hatırlamadığı bölümünü sadece benim hatırladığım ve hatta en sevdiğim anlarla sınırlamalı mıyım? Çalışmaların 2030 yılında gerçekleşecek olan internet dolandırıcılığının 3'te 2'sinin bugün paylaşılan çocuk fotoğraflarından kaynaklanacağına ilişkin verileri okudukça kanım donuyor. Paylaştıklarım çocuğumun kendi kimliğini oluşturmasına engel olabilecek bir zemin mi hazırlıyor? Ciddi ciddi düşünmeliyiz.

Years and Years dizisini daha önce önermiştim. O dizi gündelik hayatın akışında olması yakın gelecekte çok muhtemel olan dijitalleşmiş hayatlarımızla tanıştırıyordu bizi. Uzmanlardan duymadıkça bu konuda çalışma yapanların raporlarını okumadıkça tehlikenin çok da farkında olamıyoruz. Çünkü tanımlayamıyoruz. En çok ne gelebilir başımıza diyoruz. Özellikle yer bildirimi yapmıyor, isim kullanmıyorsak. Ancak tam da dizideki gibi bazen normal hayatın içinde başımıza gelmesini mümkün görmediklerimiz yavaş yavaş değişerek rutinleşiyor.

Çocukların ekran başında geçirdiği zamanlar hakkında çokça endişeleniyor ama gözümüzün önündeki büyük problemi görmüyoruz. Onların ekran başında geçirdiği zamanlar kadar bizim onlar adına ekran başında geçirdiğimiz zamanların hesabı nasıl sorulacak?

Sosyal medyada paylaşılan fotoğrafların, kişinin bazı özelliklerini özellikle ortaya çıkaracak ve bazılarının silinip gitmesine sebep olacak bir araç olduğunu düşünürdüm. Ancak en azından bu korkutucu cümlenin öznesi bendim. Çocuklarla ilgili paylaşılan fotoğraflar ve hatta çocukların fotoğraflandığı anlar bile bu tehlikeye dahil edilebilir.

Peki çocuklarımızla ilgili paylaştıklarımızla, kendi çocuğumuz için de bir avatar oluşturuyor bir yandan onu da büyütüyor, besliyor ve hatta bu avatarla onunla gururlanıyor olabilir miyiz?

Öyle ya bir çocuk her zaman sevimli şeyler yapmıyor, hatta çoğu zaman yapmıyor. Acaba Momo aslında biz miyiz?

(Not: Başlık fikrini veren can arkadaşım Zeynep Baransel'e sevgilerimle.)

Yazarın Diğer Yazıları

Zamansız bir yankı: ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ ve edebiyatın gücü

Edebiyat bize, hikâyelerin ötesinde, çağlar boyunca yeniden anlamlandırılan ortak bir dil sunar

Yas günlüğü: Babama mektup

Yazılmamış mektuplar, yarım kalan duyguların sessiz tanığıdır. Söyleyemediklerimizi yazmak, hem geçmişe hem kendimize bir armağan olabilir. Peki sizin yazılmamış mektuplarınız var mı?

Çöküş

Aydınlatmayacak olsa bile, aydınlığı seçmek ahlaki bir direniştir

"
"