28 Nisan 2019

Gündemi benim için takip eder misiniz?

Gündemi takip edeyim derken bazen ipin ucunu kaçırıyorum. Yarım saat haber dinlemediğim bir an bir arkadaşımın post’unu okuyorum. “Bugün yine korkunç şeyler oldu”

İçimden bir ses yahu yarım saat yoktum yine ne oldu diyor ama tabii şaşırmıyorum. Dijital medya hayatımıza her koluyla girdiğinden beri hayat çok hızlı akıyor. Özellikle gündemi takip etmek isteyen, ne olup ne bittiği ile ilgili sürekli fikir sahibi olmak isteyen biriyseniz, aslında gerçek olan şu. Bir çok şeyi kaçırsanız da temelde hiçbir şeyi kaçırmıyorsunuz. Sosyal medyanın ortaya attığı bir çok yeni kavram bizi bu konuda düşünmeye itebilir. Bugün o kavramlardan bazılarını konuşalım. Ama önce bir şeyleri kaçırma, dışarıda kaldığını düşünme, her yere yetişememe endişelerinin tek sebebinin sosyal medya olmadığını anlamak gerekli. Evet sosyal medya bu durumu kaşıyor, yarayı kanatıyor belki ama her zaman ne yaparsak yapalım, yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan duyduğumuz pişmanlık değil midir hayat?

Çocukken yazın doğan arkadaşlarımın doğum günlerini düşünmek beni üzerdi. Çünkü yazın o doğum günlerine davet edilebilmek daha zordu ve işin özü, partiyi kaçıracağımı düşünürdüm! Bir parti var mı, o doğum günü kışın olsa bile davet edilecek miyim bu konulardan bağımsız, ya ait olamazsam o anlara diye düşürmek içimi kemirirdi.

Aslında partiden çok bir şeyleri kaçırma hissiydi elbette beni üzen. Hep, her seçimin bir kaybediş olduğunu düşündüm. Elbette öyleydi ama bu hikayeyi ters yüz edebilmek için çocuk sahibi olmam gerekti. Çünkü tam da o zaman hiçbir şeye yetişemiyordum. Sizinle birkaç yıl öncesinden bir anımı paylaşayım:

Çoluk çocuğa karışan bilir, bir kere çocuğun olduktan sonra evde yalnız kalman imkansızlaşır. 3,5 seneyi geçmişti çocuk sahibi olalı ama toplasan 3,5 saat etmiyordu evdeki saltanatım. İlk 3 saatlik yalnızlığımın 2 saatini tereddütten kaybetmiştim. Nasıl mı? Neyin daha iyi ve daha güzel bir tercih olduğunu düşünmeye çalışmaktan tercih yapamamıştım. Önce lavaboyu ovmaya karar vermiş ardından "kendine gel Aslı" demiştim, insan ilk yalnız kaldığında lavaboyu ovar mı?  Koşarak bir kahve yapmaya başlamıştım ama sonra süt köpüğünü yapmakla vakit kaybetmemek için sütten vazgeçtim. Tamamen kahveden vazgeçeyim ve bugünü şahlandırıp nefis bir yemek mi yapayım kendime dedim. Saat ancak öğlen 12'ye geliyordu. Ama bu da vakit kaybıydı, sonsuz imkanlar arasından seçe seçe yemeği mi seçecektim? Sonra yine koşarak ve içecekle yiyecekten kesin vazgeçerek (çünkü vakit kaybettiriyordu) kütüphaneye bakmaya başladım. Okuduğum kitap o günün anlam ve önemine uygun değildi, en mükemmel kitabı bulmalıydım. Kitap ararken, arama işinin uzadığını fark ettim, "film mi izlesem" dedim. Koşarak film açtığım sırada aklıma bilgisayarı açmışken bir yazı yazmak geldi ne de olsa film en az 1,5 saat sürecekti ama acaba yazı ne kadar sürerdi? O sırada saate baktım 1,5 saatim geçmişti bile, az sonra kapı çalınacak ve yalnızlığımı bir daha ne zaman bana uğrayacağı bilinmez bir şekilde çalan kapıdan uğurlayacaktım. "Eyvah" dedim ve tabii ki çalan telefonu açmadım. Telefonla konuşarak yalnızlık anlarımın tadını çıkaramamak mı? Yok artık. En son fotoğraflarımı organize etmekten vazgeçtiğimi hatırlıyorum, koridorda koştururken "Game of Thrones" mu seyretsem dedim, bir bölüm seyredemeden kapı çalındı.

Bugünün sosyal medyasını anlatmak için bir süredir kullanılan birkaç kavram var. FOMO, FOJI, MOMO, JOMO.  Toplum değiştikçe kaygılar da değişip farklı şekilleniyor. Kierkegaard, kaygının korkuya benzemediğinin altını çiziyordu. Ona göre kaygının öznesi belirsizdi. Ve hatta zaten bu belirsizlik kaygıyı bizatihi yaratıyordu. Sosyal medya hepimizi bir buz dağında yaşamaya mahkum etti. Başkalarının hayatları tarafından domine edilen hayatımız, kendimizle ilgili eksik ve fazla yaptığımızı düşündüğümüz şeyleri sorgulamamıza neden oldu. Normal nedir sorusunu kendimize sık sık sorar olduk. Çünkü o belirlenen normale göre bir şeyleri fazla bir şeyleri eksik yapıyor olabilirdik. Sahip olduklarımız ve olmadıklarımız net kategorilerle belirlendi. Örneğin boş vaktimiz var mıydı? Bunu nasıl değerlendiriyorduk, başkaları bizden iyi mi değerlendiriyordu yoksa? Sağlıklı yemekleri mi tercih ediyorduk? Yeterince egzersiz yapıyor muyduk? Gündemde olan dizi ve filmleri izleyebiliyor muyduk? Yoksa basitçe kaçırıyor muyduk? Ve asıl önemlisi kaçırdığımızı umursuyor muyduk? Çünkü ne diyordu Sait Faik; gelsin de nereden gelirse gelsin, bir hışt sesi gelmedi mi fena!

Bir süredir bir şeyleri kaçırma ve kaçırmama süreci bir etiketlemeye dönüşmüş durumda. Başka bir deyişle internetinizden uzak kalmak ve basitçe hiçbir sosyal medya hesabını kullanmamak bile bir tercih ve sizinle ilgili siz isteseniz de istemeseniz de bir şeyler söylüyor. Yok kimse benim adıma konuşmasın, kimse benim boşluklarımı doldurmasın diyorsanız da işiniz uzun. Kaygılar sıra sıra dizilmiş, hangisini seçeceğinizi bekliyor. Siz aşağıdakilerden hangisini alırdınız?

FOMO: Fear of Missing Out, Kaçırma korkusu. Düşünün ki telefonunuz bozuldu, internet kullanamıyorsunuz, ana açma tuşunuzda problem var. Eyvah diyorsunuz, herkes bensiz çok eğleniyor. Sanki herkesin doğum günü yaza denk gelmiş ve ben uzaktayım, davetli değilim.

MOMO: Mystery of Missing Out, Dışarıda bırakılma korkusu. Arkadaşlarınız bir süredir bir şey post etmiyor, yoksa onların bildiği bir şeyi mi bilmiyorsunuz. Herkes nerede?

FOJI: Fear of Joining In, Katılım Korkusu. Ya post ettiklerimi beğenmezlerse, ya yorum yaparsam ve aptalca olursa diye yazıp yazıp silenlerin baş korkusu. Sosyal medyanın anti sosyal boyutlarından biri.

JOMO: The Joy of Missing Out, Bir Şeyleri Kaçırmanın Keyfi. Sonunda seçimlerle baş edemediğiniz zaman gelen kabullenme ve ardından gelen keyif. Sessizce ve keyifle uzakta kalmak. Evinizde bir başınıza kitap okumanın keyfine varmak.

Sosyal medya ile birlikte anılmaya başlanan bu kavramlar elbette hayatın her döneminde vardı. Bugün yaşadığımız ilişkilerin yoğunluğu ve her an bir ağa bağlı olduğumuz gerçeği bu kaygıları yüzümüze daha net çarpıyor.

Oysa ağlar diyordu Bauman, bir tuzak. Keyifli bir tuzak. Bütün anlaşmaların geçici ve sadece ikinci bir emre kadara geçerli olduğu bir çağın önü alınmaz tuzağı. Ama bir tuzağa kapılmayı hiç bu kadar gönülden istememiştik.

Yazarın Diğer Yazıları

Neden bağırıyor bu kadınlar?

Suyun üzerinde kalan, çapalamayan kadın karakterlere da ihtiyacımız olduğunu yazmak istedim. Sevilmek, takdir görmek ve hak ettiği yeri gerçekten hak ettiğini göstermek için çapalaması gerekmeyen karakterlere

Dijital yas mümkün mü?

Yapay zekâ ile ölümden sonraki yaşam dediğimizde iki şeyden bahsediyoruz. Bir ölen kişinin ardından kalanların yaşadıkları süreç, bir de bir gün ölecek olduğumuzu bildiğimizden bizden sonraki süreci olan katkımız

"Bahar"ın uyanışı ya da dizideki ikinci hayat fikri üzerine

Orta yaşa gelmiş olanlar, her bir seçim ile bir adım atıyor, yolun ortalarında bir yerde arkasına bakıyor, izlemek istenen rota bu muydu ya da yeniden başlanırsa aynı rota mı izlenmeli diyerek düşünüyor. Bazen hayatımızdan memnun olmadığımız için bile değil sadece seçmediklerimizin bizi nasıl değiştirebileceğini merak ettiğimiz için