12 Ocak 2020

Akimera ya da Amerika

Sosyal medya her şey ve herkes hakkında yüzeysel bir merak duymamızı sağladı, kabul; ama buna doyulmuş olmalı

Sosyal medya konuşurken sık sık bu mecranın bize ne yaptığından bahsediyoruz. Oysa artık sosyal medya ile başkasına ne yaptığımızı düşünmeye başlama zamanıdır. Bu sosyal medya bana ne yapıyor değil, bu sosyal medya ile sana ne yapıyorum diye düşünebilirsek onun bize verdiği zararları görebiliriz.

"Abin çok yakışıklı!" Kızımın devam ettiği kursundan bir arkadaşının annesinin kuzeni beni yolda görüyor. "Abin çok yakışıklıymış he senin de" diyor. Ben de sizin kadar anlıyorum inanın. Abim olduğunu nerden biliyorsun? Abimi ne zaman gördün? Benimle bunu paylaşma ihtiyacını nasıl hissettin? Bir okul koridorunda az tanıdığım bir insandan aileme ilişkin bir bilgiyi neden duyuyorum?

Kafam allak bullak. Kendimi bir Edward Hopper tablosunda hissediyorum. "Night Windows". Işık ve gölgeyle, renklerin soluk ve canlı kullanılmasıyla ortaya çıkan oldukça ilginç bir tablo bu. Resmin öznesi olduğuna emin olmadığımız bir kadını görürüz. Odanın içi aydınlıktır, dışarıdaki karanlıkla tezatı oldukça anlamlıdır. Rüzgar perdeyi dışarı doğru havalandırır. Dışarısı ve içerisi arasındaki bağ kopmamıştır. Kadın dikizlenir. Kadını dikizleriz ama kadın bir özne değildir. Birisini, bir şeyi dikizliyor oluruz. Sosyal medya ile birbirimize yaptığımız gibi. Kızıma paltosunu giydirmeye çalışırken yaşadığım şaşkınlığın yüzümden okunmasını istemiş olmalıyım ki bir anda açıklamaya başlıyor. "Geçen gün abinle kızını yolda yürürken uzaktan  gördüm. Senin twitter hesabından onun twitter hesabını buldum. Profil fotoğrafını kendime kaydettim, resmi büyütüp baktım, ben fotoğraflara çok dikkatli bakarım. Nerede, ne yapıyor, nasıl biri diye iyice incelerim." Bir CSI vakasıyla karşı karşıyaya gibiydim. Oysa gerçek hiç öyle değildi. Bunu birbirimize sıklıkla yapmıyor muyuz? Mahrem alanımızı ifşa ettiğimiz alanların ardından neden bu soruyu kendimize sormuyoruz? Bence ne yaptığımızı fark etmemiz zaman alıyor. Yaptıklarımızın ya da zaman zaman yanlışlarımızın bedellerini ağır ödediğimizde ancak fark edebiliyoruz hikayenin aslında nasıl okunması gerektiğini.  

Anthony Giddens sosyoloji kitabında her kültürün başka kültürlerden gelecek insanlara yabancı görünecek bazı davranış kalıpları olduğunu söyler. Buna örnek olarak Horace Miner'in Akiremalar üzerine yapmış olan bir araştırmayı paylaşır. Akirema kültüründen gelen insanların her gün bedenleri ve özellikle de korku ve hayranlık duydukları ağız bölgeleriyle ilgili ayin yaptıklarını söyler. Minik çubuklarla yaptıkları bu ayini günde birkaç kez tekrarlamazlarsa dişlerinin döküleceğini, diş etlerinin kanayacağını, sosyal ilişkilerinin bozulacağını düşündüklerini anlatır. Ağız içi ve ahlaki nitelikler arasında güçlü bir bağ olduğuna inanan Akiremaların belli yaşa gelen her çocuğa öğrettikleri bir ağız yıkama ayinleri bulunur.

Akiremalar kimlerdir? Nerede yaşarlar? Bir kültürün içindeki insanlara betimlenen bağlam dışında kalan çoğu ritual tuhaf görünecektir. Akirema'yı tersten okuyunca bunun Amerika olduğunu ve bahsedilenin basit bir diş fırçalama olduğunu anladığımızda örneği daha belirginleşir.

Sosyal medya içinde bulunduğumuzda normal gelen davranışlar aslında onlara dışarıdan baktığımızda bizleri tıpkı birer Akimeralı yapıyor. Profile girmek, fotoğrafa onu büyüterek bakmak, tanımadığınız birinin çeşitli hesaplarını takip ederek, fotoğraflarını beğenmekten bahsediyorum. Dahası birilerini karalamak üzere yazı yazmak, tanımadan, bilmeden yargılamak, sadece görünür ve duyulur olma baskısıyla söylediğin şeyin anlamından bağımsız söylemiş olmak için onu ağzından tükürmenin aslında nasıl göründüğünü herkes bir kere durup düşünmeli. Sosyal medya ile ve aslında ağ içindeki dünya ile hiçbir bağı olmayan babamın, ben televizyonda haberleri izlerken "bu adam ilginç şeyler söylüyor onu takip edeyim" dediğimde bana dönüp  "elin adamını niye takip edesin kızım" demesi durumun nereden baktığına göre şekillendiğinin harika bir örneği.

Sadece bu kadar da değil. Sosyal medya ile hepimiz çok konuşan ama nasıl yapacağını bilmeyen insanlara dönüşüyor oluşumuzun evrim içinde olduğunu düşünüyorum. Yaza yaza, konuşa konuşa, yazmak ve konuşmak yapmanın önüne geçiyor. Başkalarına yazarak söz veriyoruz, sadece laf olsun diye ve kendimizi iyi hissetmek için yardım ediyor gibi yapıyoruz, mesaj atıyor ve sosyal medyada paylaşıyoruz. Ama gitgide hızla yapmanın, eylemin kendisini de unutuyoruz.

Her gün bu kadar olmasa da bir kısmını sosyal medya üzerinden yaptığımız bu davranışlar dile gelince sizce de bir anda çok tehlikeli gibi duyulmuyor mu?

Bununla beraber uzundur her yazanın, çizenin kendinden bir şeyler paylaşanın az biraz kendisini çıplak bıraktığını hissediyorum. Kitabımı okuduktan sonra özel hayatımla ilgili bana çok soru soran olmuştu örneğin. Halbuki ben yazarken karşımda bir kişiyi düşünmediğim, okuyucuya değil okuyucu için yazdığımı düşündüğümden bunu çok fark etmemiştim. Oysa kendinizi anlattığınız satır aralarında üzerinizdeki giysiler yavaş yavaş çıkıyor. Bu alış verişte alanın da verenin de yaptığı bizler için zaman zaman Akimera olmalı. İçine girdiğimiz nehrin akıntısına kapılmadan küçük aralar vermeliyiz. Yakın zamanda hem sosyal medya lincini hem sharenting dediğimiz ebeveynlerin fotoğraf paylaşımını ve sosyal medya ile hayatımıza giren dismorfi kavramlarını yazmıştım. Çünkü bence sosyal medyanın bana ne yaptı? diye düşünmeyi bırakıp sana ne yaptım? diye düşünmeye başlama devri geldi de geçiyor bile. 

Sosyal medya her şey ve herkes hakkında yüzeysel bir merak duymamızı sağladı, kabul. Ama buna doyulmuş olmalı. Sadece espri yapmak için aklına ilk geleni söyleyemeyeceğin bir mecra orası. Başkasını incitemezsin. Başkasına hakaret edemezsin. Başkasının kendisi ile ilgili şüphe duymasını sağlayamazsın. Başkalarını platform üzerinden takip ettiğinde bunu ulu orta dile getirerek karşındakini utandıramazsın, üzemezsin. Sağın solun, önün, arkan kendin gibi "insan" dolu. Buna ihanet edemezsin. İnsanlar artık her şeye hakları olduğunu düşünüyor. Post modernizmin "her şey uyar" mottosu kontrolsüz bir hal aldı. Orada kendin için her yol mübah olmalıydı. Konu başkası ise her zaman sınırlar vardır. Bir kişi bile yazdıkların sebebiyle kendisini değersiz, yararsız, tehdit altında hissediyorsa bu yaptığını komik değil ama tehlikeli yapar. Bunu anlamalı. Buna uygun yaşamalı artık diye düşünüyorum. Söylediklerimin bir yazı olarak ya da sadece sözler olarak kalabileceğini düşündüğümde ise kendimi bir hamster rulosunda gibi hissediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Yas günlüğü: Babama mektup

Yazılmamış mektuplar, yarım kalan duyguların sessiz tanığıdır. Söyleyemediklerimizi yazmak, hem geçmişe hem kendimize bir armağan olabilir. Peki sizin yazılmamış mektuplarınız var mı?

Çöküş

Aydınlatmayacak olsa bile, aydınlığı seçmek ahlaki bir direniştir

Paylaşılamayan mutluluk ve performatif mutsuzluk

Biz neden mutluluğumuzu paylaşmak yerine mutsuzluğumuzu yarıştırmayı tercih ediyoruz?

"
"