Ülkemizin birçok yerinde çıkan orman yangınları sadece doğamızı tahrip edip can ve mal kayıplarına sebebiyet vermedi. Aynı zamanda toplum olarak moralimizi ve psikolojimizi de bozdu.
Yangınlar hakkında çok şey söylendi. Pek çok iddia ileri sürüldü. Burada hukuksal ve idari açıdan bu önemli iddiaları değerlendirmeye çalışacağım.
İddia 1 – Yangınlara müdahale etmede asıl sorumluluk merkezi idarede (Tarım ve Orman bakanlığı) değil belediyelerde.
Yanlış. Sayın bakan tarafından ileri sürülen bu iddia hukuken hatalı. Kanunlar çok açık. Kanunlara göre orman yangınları ile mücadelede asli yetki, görev ve sorumluluk Tarım ve Orman Bakanlığında. Belediyelerin yetkisi orman yangınları için değil, kent içi bina yangınlarında. Kaldı ki gerek Orman Kanununda gerek 1 sayılı CBK'de bu konuda Bakanlığa açık görevler verilmiş. Belediye Kanununda ise belediyelere orman yangını ile mücadele şeklinde bir zorunlu görev verilmiş değil.
İddia 2 – Anayasanın ormanları korumaya yönelik hükümlerinde istisnalar var; ormanlarda turizm tesisleri kurmaya izin veriyor.
Yanlış. Anayasa m. 169 çok açık. Ormanları korumak devlete özel bir görev olarak verilmiş. Ormanların daraltılması kesinlikle yasaklanmış. Orman yakma ve kesme suçu işleyenlere af getirilmesi bile mutlak biçimde yasaklanmış. Yanan yerlerin yine orman olarak değerlendirilmesi zorunlu tutulmuş.
Orman alanlarının başka amaçla kullanılmasında tek istisna, mutlak zorunlu hallerde tarım ve hayvancılık için sınırlı kullanım. Turizm amaçlı kullanımın olabilmesi için Anayasa değişikliği gerekiyor.
Orman alanlarının turizm amaçlı kullanımı sadece içinde kalıcı tesis yapmamak ve mülkiyeti özel sektöre geçmemek kaydıyla, ekoturizm, ahşap bungalov, çadır gibi geçici tesislerin yapılabilmesi amaçlı kiralama şeklinde mümkün olabilir. Bu noktada zaten dünyada da çok rağbet görmeye başlayan orman ekoturizmine ağırlık verilmesine hukuksal engel yok.
Bu itibarla Turizmi Teşvik Kanununda ormanların somut ve makul sınırlama öngörülmeden turizm tesisleri kurulmasına açılması Anayasaya açıkça aykırı görünüyor.
Bu noktada bu değişikliğe karşı en kısa zamanda dava açılması ve davanın bir an önce ve aciliyete binaen Anayasa Mahkemesinin (AYM) gündemine getirilmesi ülkeye yapılacak en büyük hizmetlerden biri olacaktır. Zira dava görülünceye kadar "atı alan Üsküdar'ı geçer"se hiçbir kıymeti harbiyesi yok.
İddia 3 – Son orman yangınları konusunda Hükümetin/bakanlığın/merkezi idarenin herhangi bir ihmali veya hizmet kusuru bulunmuyor; gerek önceden önlem almada, gerek organize olmada gerek yangınla mücadelede gereken yapıldı; kaldı ki zaten "mücbir sebep" söz konusu olduğu için idarenin/hükümetin hukuki ve idari açıdan sorumluluğu yok.
Yanlış. Ülkemizin özellikle Akdeniz ve Ege bölgesinin yaz döneminde orman yangınlarına çok açık olduğu ve buralarda her yaz büyüklü küçüklü yüzlerce yangın çıktığı bariz bilinen bir olgu. Bu yangınlara karşı en önemli mücadele aracının buna uygun yangın söndürme uçakları olduğu da herkesin malumu.
Buna karşın bu konulardaki 1. Derece görevli ve sorumlu idarenin (bakanlığın) bu uçaklardan asgari yeterli miktarda bile (satın alma, kiralama veya ödünç alma şeklinde) temin edip çalışır vaziyette tutamadığı ortaya çıktı. Yunanistan ve İtalya gibi yüzölçümü bizden çok daha küçük ülkelerde bile bu uçaklardan 35-40 civarında varken bizde sadece birkaç tane olduğu ve onların bile çoğunun çalışır vaziyette hazır edilemediği anlaşılıyor.
Bu olgunun idare hukukundaki anlamı, merkezi idarenin çok açık bir "hizmet kusuru".
Diğer bir hizmet kusuru ise gerek yangınla mücadeledeki gerek tehlikede olanların korunmasında ve boşaltılmasındaki ciddi koordinasyon ve organizasyon zaafiyeti. Bu noktadaki zafiyet özellikle yerel idarelerle merkezi idare arasında yaşanıyor ve bu koordinasyonu sağlamak ise asıl olarak merkezi idarenin (bakanlığın) görevi. Bir büyükşehir belediyesinin yangınla mücadele ekibinin sahada bakanlık görevlilerinin kendilerine su bile vermediklerini söylemesi bunun en somut kanıtı.
Yangın, sel ve deprem gibi doğal afet ve zararlar normalde "mücbir sebep" olarak kabul edilir. Bu da idarenin mali sorumluluğunu kaldıran bir sebeptir. Ne var ki bu nedenle sorumluluktan kurtulabilmek için idarenin gerekli tüm önlemleri almış olduğunu kanıtlayabilmesi gerekir ki önlem almada ciddi zafiyet bulunduğuna yukarıda değinmiştik.
İdare bu sorumluluktan "mücbir sebep" nedeniyle kurtulamaz. Zira aynı günlerde Yunanistan ve İtalya'da da yüzlerce orman yangını çıktı. Ama özellikle uçakları kullanarak büyümeden söndürdüler. Demek ki bu yangınlar kader olsa bile, ciddi zarar vermesi kader değilmiş.
Tüm dünyada ciddi biçimde yükselen sıcaklıklar çoğu ülkede yangına sebebiyet vermiş olsa da, doğal afetlerin mücbir sebep olması için hem "öngörülemez" olması, hem de gerekli tüm önlemlerin alınmış olmasına rağmen verdiği "zararın engellenemez" olması gerekir.
Bizdeki son orman yangınları için ikisi de geçerli değil.
O halde yangın nedeniyle can ve mal kayıplarından dolayı maddi ve manevi zarar görenler hizmet kusuruna dayanarak idarenin (Orman Bakanlığını) mali sorumluluğuna gidebilirler ve bunun için önce idareye başvurup sonra dava açabilirler.
İddia 4 – Yangınları kasıtlı olarak terör örgütü PKK ve sahildeki orman arazilerini turizme açmak isteyen turizmciler çıkardı.
Bildiğim kadarıyla yangınların kasıtlı olarak terör örgütünce çıkarıldığı iddiası ciddi biçimde doğrulanmış değil. Diğer yandan turizmcinin sahilde otel yapacak sınırlı yerler dışında dağları taşları da yakmak işine gelmez. Her ne kadar yangınların ormanların geniş biçimde turizm tesislerine açılmasına izin veren Turizmi Teşvik Kanunu değişikliğinin yürürlüğe girmesinin ertesi gün başlaması fazla "ilginç" bir zamanlama gibi görünse de, asıl nedenin bir anda olağanüstü yükselen sıcaklıklar ile nem oranındaki azalma ve kuvvetli poyrazın birleşmesi olma ihtimali daha yüksek.
Nitekim Grönland'ın kuzeyi tarihinde ilk defa +20 derece sıcaklığı görmüş durumda. Sadece ülkemiz değil tüm dünya yüksek sıcaklıktan kavruluyor bu günlerde.
Kaldı ki burada sorun yangının niye çıktığından ziyade, niçin devletçe gerekli önlemlerin zamanında alınmadığı. Kasıtlı sabotajlar varsa onlar ayrıca araştırılmalı ve sorumlular cezalandırılmalı tabii ki.
Yangınlardaki idari ihmallerin ve kusurların sorgulanıp, sorumluların ortaya çıkarılması sadece doğalarını, yaşam alanlarını, evlerini, bahçelerini ve hayvanlarını kaybetmiş insanlara değil, o ormanlarda ölen ve yaralanan milyonlarca canlıya karşı da vicdani borcumuzdur.
Ayrıca, yanan evine değil yanan ağaçların yenisinin onyıllarca yetişmeyeceğine ve kendisinin göremeyeceğine hayıflanan yörük köylü teyzeyi görünce, rahmetli dedem, "biz yörükler saf insanlarız; bizim ah'ımızı alan iflah olmaz" derdi, onu hatırladım.
*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.