Normal ülkelerde iktidarda olan parti ve lider kimseye yaranamaz. Her kesimden değişik ve çoğunlukla birbiriyle çelişen istekler gelir. Her kesimin farklı beklentileri vardır. Herkesi memnun etmek genelde mümkün olmadığından, iktidarda olan çok çabuk yıpranır ve çoğu kez de bir sonraki seçimi alma şansı çok azalır (Bkz. Fransa - Macron).
Ana muhalefetin işi ise görece daha kolaydır. İktidardan memnun olmayan tüm kesimleri bir noktada birleştirmeye ve tüm muhalif kesimleri toparlamaya çalışmak genelde yeterlidir (Bkz. ABD – Biden).
"Normal ülkeler" derken, siyasetin kültürel-tarihsel kutsal değerler ve kimlik siyasetleri üzerinden değil de, güncel ve demokratik politikalar (ekonomik ve sosyal politikalar) üzerinden yürüdüğü Batı ülkelerini kastediyorum.
Türkiye'de ise durum tam tersi.
Ana muhalefetin işi iktidarın işinden çok daha zor.
İlginçtir. Türkiye'de iktidarın değil ama ana muhalefetin her kesimi memnun etme zorunluluğu var! Bir kesimi bile memnun edemediği anda, anında "beceriksiz", "işe yaramaz", "etkisiz" damgasını yiyiveriyor. Ama iktidar 10 işin 9'unu iyi yapamasa bile, aynı damgayı yemiyor.
İktidar yanlısı bir yakınım, konu siyasete gelince, iktidarı övmek için hep şimdiye kadar yapılan icraatleri ön plana çıkarırdı. Yapılan yollar, köprüler, sağlık hizmetleri filan.
Hastaneden randevularını alamamaya başlayınca, sadece yollar-köprülerden bahsetmeye başladı. Geçen yaz bir işi için arabayla İzmir'den İstanbul'a gidip gelip, yakıt hariç gidiş-geliş 800 TL civarı yol ve köprü ücreti ödeyince artık o konudan da hiç bahsetmiyor!
Sadece sıkışınca, "ama bunlar Müslüman milliyetçi adamlar en azından" diyor şimdilik. O da yarım ağızla…
Peki neden iktidar her koşulda "yaranıyor" da, ana muhalefet "yaranamıyor"?
İktidardaki her iki partinin de oy tabanı büyük ölçüde kültürel-tarihsel kutsal değerler ve kimlik siyasetleri üzerine dayandığı için, iktidarın ekonomik ve sosyal politikalardaki başarısızlığı fazla eksiye yazmıyor.
Zira parti olarak tabanınızı dinsel değerlerle milliyetçilik değerleri üzerine oturtabildiğiniz ve bu değerleri ustaca kullanabildiğiniz sürece işiniz çok daha kolay. Başarısız da olsanız seçmen tabanınız sizi kolay kolay terk etmiyor.
Türkiye'de siyasetin en ölmeyen sermayesi dindarlık ve milliyetçiliktir. Bunlar Türk siyasetinin yiye yiye bitirilemeyen doğal kaynaklarıdır.
Ama eğer bu kutsal değerleri kullanma lüksüne sahip olmayan ve güncel-demokratik sosyoloji üzerinden politika yapmak dışında seçeneği olmayan bir ana muhalefet partisi iseniz, Tanrı kolaylık versin! İşiniz gerçekten zor.
İşte ana muhalefetin her koşulda ve her zaman memnun etmek zorunda olduğu kesimlerden bazıları:
Gerek dinsel konularda gerekse etnik konularda en küçük demokratik açılımlara bile tahammülü olmayan laik-Kemalist-Atatürkçü kesim.
Hep daha radikal muhalefet arzusunda ve özellikle etnik konularda daha fazla açılım isteyen sert solcu-sosyalist kesim.
Etnik konularda daha fazla ama dinsel konularda daha az tolerans isteyen sosyal demokrat kesim.
Dinsel konularda daha fazla ama etnik konularda daha az tolerans arzu eden merkez-demokrat-milliyetçi kesim.
Ekonomi politikalarında daha piyasacı tavır isteyen laik merkez liberal kesim.
Ekonomide daha devletçi tavır bekleyen geleneksel solcu-devletçi kesim.
İşte bütün bu kesimleri memnun etmek zorunda olan bir ana-muhalefet. Adeta mission impossible!
Tipik bir örnek: Son Boğaziçi Üniversitesi olayları
Ana muhalefet (CHP) yönetimi, üniversite dışından doğrudan atanmış rektörü protesto kapsamında, üniversitedeki bir grup öğrencinin dinsel değerleri küçümseyici hatta aşağılayıcı eylemini eleştiren bir açıklama yapıyor. Bu eylemi yapan öğrencilerin tutuklanmasını da kınamasına ve genel olarak üniversitedeki rektör karşıtı öğrenci protestolarına destek vermesine karşın, salt o eylemi kınadığı için iktidara muhalif kesimler ana muhalefete demediğini bırakmıyor.
Oysa bence CHP yönetiminin bu konudaki tavrı doğru ve haklı.
Halkın çoğunluğunun dinsel değerlerini küçümseyen bir sanat yapıtı marjinaldir. Tabii ki marjinal olması illa kötü bir şey değil. Marjinal düşünceler ve eserler de kuşkusuz anayasal ifade özgürlüğünden yararlanırlar ve hukuk düzeninin koruması altındadır. Ama bu marjinal düşünceyi ve yapıtı eleştirmek hatta kınamak da aynı şekilde meşrudur ve bu eleştiriler de düşünce ve ifade özgürlüğünün hukuksal koruması altındadır.
Kaldı ki iktidara muhalif herkesin, yine muhalif bir kesimin yaptığı her şeyi gözü kapalı desteklemek mecburiyeti de bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, anayasal koruma altındaki bu marjinal eylem nedeniyle tutuklamalara karşı çıkmak ise her kesimin vatandaşlık ödevidir. Bu tür keyfi tutuklamaların tipik bir "görevi kötüye kullanma" suçu teşkil ettiği de açıktır. Kimse kimseyi kendisi gibi düşünmüyor diye keyfi biçimde hürriyetinden mahrum bırakamaz.
Şiddet içermeyen barışçıl öğrenci protestosuna düşman hukuku muamelesi yapan kolluk, kamu hizmetlerinin eşitlik ve tarafsızlık ilkesini açıkça çiğnemiş ve açıkça hukuka aykırı iş yapmış olur.
Kamusal yetki ve otoriteler kimsenin babasından miras kalmış kişisel baltası değildir.
Diğer yandan, yanlış yapanı eleştirmek başka, ona yapılan haksızlığa karşı çıkmak başkadır. İkisi de bir arada yapılabilir.
Bu arada, tam da iktidar kendi kitlesini konsolide etmek için bu tür provokatif bir fırsat arayışındayken, dinsel değerleri aşağılayan böyle bir eylemin seçilmiş olmasının ilginç ve manidar olduğunu da belirtmek gerekir.
Türkiye bu filmleri geçmişte çok gördü. Öğrenci radikal grupları içine ajan-provokatör yerleştirmek ölmeyen bir idari kolluk geleneğidir. Bilenler bilir. Bu saçma eylemi yapmak fikri kimden çıktıysa artık!
"Sosyal" mühendisliğin inşaat mühendisliği kadar iş alanı bulduğu ülke!
Son yerel seçimler ve özellikle de tüm ülke için ayna işlevi görebilecek İstanbul ve Ankara belediye seçimleri gösterdi ki, Türkiye'de muhalefetin demokratik yollarla iktidara gelebilmesinin tek reçetesi tüm muhalif kesimlerin bir araya gelebileceği bir ortam oluşturmak ve bu bütünleşmeyi/geniş ittifakı sağlama potansiyeline sahip aday/adaylar bulabilmektir. Ana muhalefet yönetimi bu bütünleşme ve geniş ittifakı başararak, uzun süredir ilk defa gerçekçi bir iktidar alternatifi olduğunu tüm ülkeye kanıtlamıştır.
Son günlerde sanki görünmeyen bir el tek bir merkezden düğmeye basmış gibi, muhalefet partileri içinden birilerinin bir anda ortaya çıkıp bu bütünleşme ve geniş ittifakı içeriden baltalamaya çalışması ise, muhalefetin bu başarısını ilk seçimlerde tekrarlamasını önlemeye yönelik bir sosyal mühendislik projesi gibi görünmektedir.